Advertisement

Son günlerde okuduğum ülke raporları ile bu hafta yayımlanan büyüme ve ödemeler dengesi verileri beni eski günlere götürdü. Kasım 2000 mini krizinin içinde koşuşturduğumuz günlerden birinde, Türkiye’de büyük yatırımları olan yabancılardan birisi “Size yeni bir hikâye lazım” demişti. İçimden öyle bir küfür ettim ki yazamam. Yanı sıra, “Bu adam ne diyor? Ne hikâyesi? Biz burada krizle boğuşurken, adam bizimle dalga mı geçiyor?” gibi sorular beynimden hızla geçiyordu. Ancak zaman geçip sakinleştikten sonra, “Eğer bir ülkenin büyümesi dışarıdan gelecek tasarruflara bağlıysa kızmaya gerek yok” demeye başladım. Belki bugün öyle bir dönemde yaşamıyoruz. Ama iç tasarruflar hızla azaldığından, büyümek için dışa olan bağımlılığımız çoğalıyor. Tasarrufların küçülmesinin nedeni yapısal. Genç nüfusun çokluğu gibi demografik olanların yanı sıra kadınların büyük bir bölümünün çalışmaması gibi tercihe dayalı olanlar da var. Onlardan çocuk yapmaları ve bakmaları isteniyor.

Çok çocuklu ailede bir kişi çalışınca para biriktirmek hayal oluyor. Ardından gelir dağılımı bozuluyor. Yabancıların biriken parasının büyük bir bölümü emeklilik için yapılan tasarruflar. Bizde tam tersine, sosyal güvenlik sistemi açık veriyor. 2001 krizinden sonraki süreci, kamuda ve finans sektöründe yaptığımız yapısal reformları pazarlayarak geçirdik. Özellikle 2007 sonrasında, mali disiplinle ve bankacılık sektörümüzün sağlamlığıyla davet ettiğimiz sıcak parayla bugüne kadar geldik. Dünyada bol olan likiditeyi piyasalarımıza çekebildik. 2002 yılı sonunda 39 milyar dolar olan geniş tanımlı sıcak para stoku, Haziran 2013’te 292 milyar dolara çıktı. Dışarıdan borçlandık, ithal ettik ve tükettik. Refahtan pay aldığımızı düşündük. Çoğumuz mutlu da oldu. Borcumuz çoğalsa da dert etmedik. Çünkü artık evimiz ve ithal bir arabamız vardı.

YENİ DÖNEM

Şimdi dünyada yeni bir dönem başlıyor. Bol dövizli günler bitiyor. Merkez bankaları ve ekonomistler genişlemeci para politikalarının etkilerini ve sonuçlarını tartışmaya başladılar. Karar alıcılar da bu yönde adımlar atmaya hazırlanıyorlar. Oturup ciddi ciddi düşünmemiz lazım. Yoksa yıllık 2-3’lük büyümeye razı olacak mıyız? Olmazsak daha fazla büyümek için gerekli olan kaynağı nasıl bulacağız? Olacaksak üretim, ithalat, işsizlik gibi uzun vadeli yapısal sorunların kalıcı olumsuz etkiler yaratmaması için neler yapacağız? Gelecek nesillere borcu azalmış bir ekonomi bırakabilecek miyiz?

Bu soruların cevabı hızlı büyümede. O da şimdiki büyüme modelinde dışarıdan daha fazla kaynak gelmesine bağlı. Onun için de yeni bir hikâye yazılması gerekiyor. Daha nazlı olacak döviz yatırımcısı için öncelik parasını geri almak. Yatırdığı paranın, memur maaşı ödemek ya da kaldırımları yenilemek için kullanılmasını istemez. Yeni program üretime ve tasarrufları çoğaltmaya yönelik olmalı. Devlette ve ekonomide kurumsallaşmayı öne çıkarmalı. Örneğin çalışmaları uzun zamandır devam eden gelir vergisi reformu gibi örnekler çoğaltılmalı. Önümüzde seçimler var diye ertelenmemeli. Sakın bir defalık varlık barışı gibi önlemlere güvenilmesin. Tamam, belki birkaç ay idare eder. Ama baksanıza piyasalar daha FED ayağını gazdan çekeceğini söylediği dönemde dağılma emareleri gösterdi. Bunun bir de frene basma dönemi gelecek. Yani döviz kurumaya, azalmaya başlayacak. Şimdiden hazırlık yapılmaz, önlemler ötelenirse, işler ileride çok zorlaşabilir. Yapısal değişimler, hazırlığı ve uygulaması zaman isteyen şeyler. Teknik olarak en iyisini hazırlamak, siyasetçileri ikna etmek ve toplumun desteğini almak birkaç ayda olmaz. Zamanı iyi değerlendirmek lazım.