Advertisement

Rakamlar 2006-2007 döneminin, şimdi gerekli olan yapısal reformlar için şartların uygun olduğunu gösteriyor.

Aşağıdaki tablonun ilk üç sırasındaki bütçe verilerine bakın. 2002 yılında, krizden yeni çıkmış ekonomide bütçe açığı 40 milyar lira, Hazine’nin yıllık ortalama borçlanma faizi yüzde 64 kadar. 2006 yılında faiz yüzde 18’e düşmüş, bütçe açığı neredeyse sıfırlanmış.

Sonrası kaçan fırsatı gösteriyor. 2012’de faizler sekiz kat düşerken, açık sadece dörtte bir oranında azalıyor. Büyük kriz ve ardından gelen referandum ve genel seçimler, açığın olması gerekenden fazla olmasının bir nedeni. 2006 yılındaki olumlu gelişmelerin arkasındaki nedenlere bakarsak sonraki bozulmayı daha iyi anlayabiliriz.

İlki hükümetin uygulanmakta olan programa sıkı sıkıya bağlılığı. İkincisi biraz da ilkine bağlı; dışarıdan gelen sıcak paranın artması. Milli gelire oranı yüzde 23’e yaklaşmış. O yıllarda benzer başarılar çoğu yükselen piyasa ekonomisinde gözleniyor. Özellikle Asya ülkeleri dünyadaki pozitif ortamı fırsata çevirmeye başlıyorlar. Üretimi esas alan yapısal reformlar yapıyorlar. Cari açıklarını ve sıcak paraya olan ihtiyaçlarını azaltmanın yollarını arıyorlar.

Bize gelince... Seçimler nedeniyle siyasi öncelikler farklı. Sosyo-psikolojik ortam, seçmene fedakârlık kabul ettirmeye elverişli değil. Hükümet ikinci döneme daha yüksek oy alarak başlamayı ve aklındaki hukuk ve anayasa değişikliklerini gerçekleştirmeyi hedefliyor. Dolayısıyla seçmeni memnun edecek, kamu kaynaklarını olabildiğince onun kullanımına sunacak maliye ve para politikası seçenekleri tercih ediliyor. Ancak ardından 2008 dünya krizi geliyor. Her yerde olduğu gibi bizde de dengeler altüst oluyor. Ekonomideki küçülmeyi biraz olsun yavaşlatabilmek ve bir an önce tekrar büyüme ivmesini yakalayabilmek için adımlar atılıyor. Maliye ve para politikası, doğal olarak gevşetiliyor.

 

Daha önemlisi büyümeye destek olacağı düşüncesiyle, ilk defa döviz geliri olmayan reel sektör şirketlerine içeriden dövizle borçlanmalarının yolu açılıyor. Sonucu tablonun dördüncü sırasında net olarak görülüyor. Reel sektörün, 2002 yılında 6.5 milyar dolar olan döviz varlıkları ile yükümlülükleri arasındaki fark, 2012 yılında 141 milyar doları geçiyor. Bu yılın ağustos ayı itibarıyla 166 milyar dolara yaklaşıyor. Hatırlamakta yarar var: 2001 krizinde bankaların açık pozisyon toplamı sadece 18.4 milyar dolardı. Döviz kuru patlayınca batan bankaları devlet kurtardı. Onun için bugün reel sektörün döviz açıkları çok önemli. Çok tekrarladığımın farkındayım. Dünya yeni bir ekonomik döneme giriyor. Döviz bolluğu eskisi kadar olmayacak. Bu bağlamda önlem almak lazım. Para ve maliye politikası seçeneklerini gözden geçirmek gerek. Ama yine seçimler var. Genişlemeci seçenekler gündemde. Son örnek; Tarım Satış Kooperatifleri’nin Hazine’ye (DFİF) olan kredi borçları, önceki gün Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla bir kez daha yeniden yapılandırıldı.

KİT borçlarını daha önce yazmıştım. Dolayısıyla popülizmin sınırında dikkatli olmakta yarar var. Önceki yıllardan farklı olarak reel sektörün dövize olan ihtiyacı fazla, fazlası olan hanehalkı döviz satmadığı gibi almaya başladı. Tüm karar alıcıların en çok üzerinde durmaları gereken öncelikli konu bu. Ekonomik gerçekliklerle uyumlu akılcı ve etkili kararlar zamanında alınmalı. Seçimler nedeniyle oluşabilecek gecikmelerin maliyeti yüksek olabilir.