Advertisement

19 Şubat 2001'den bugüne geçen on yılda, hemen hemen her ortamda yaşanan deneyimleri, detaylı bir şekilde tartışma fırsatı buldum. Evde, okulda, ofiste, gazetede, televizyonda toplumun
çeşitli kesimlerinden değişik insanların düşüncelerini ve deneyimlerini dinledim.
Paylaştıkça 2001 krizinin etkilerinin ne kadar derin olduğunu daha iyi anladım. Şirketler, bankalar batarken medyaya haber oldular. Ancak birçok insanın yaşadığı dram, sıkıntı sadece aile veya mahalle çevresinde kaldı. Bizim kültürümüzde psikiyatrik yardım almak çok yaygın bir davranış biçimi değil. Bu nedenle 2001 krizinin insani boyutu bilimsel olarak çok fazla bilinmiyor.

KRİZ NASIL ÇIKMIŞTI?
Ocak 2000 tarihinde uygulanmaya başlanan IMF destekli programın ana unsurlarından birisi sabit kur sistemiydi. İlerleyen aylarda TL aşırı değer kazanmaya başladı. İthalat patladı. Bunun doğal sonucu olarak temmuz ayına gelindiğinde cari açık, büyük bir sorun olarak önümüzde duruyordu.
O yıllarda bir yandan kamu açığı, diğer yandan bankacılık sisteminin döviz pozisyonu açığı bu tür bir yükü taşıyacak güçte değildi.
Krizin ilk sinyalleri Kasım 2000'de geldi. Bazı müdahaleler yapıldı. Ancak, ameliyat gerektiren hastaya ilaç tedavisi, bir yere kadar çözüm oldu.
Siyasetçiler programı başından beri pek sahiplenmedikleri için yaklaşan tehlikeyi görmezden geldiler. Alınması gereken ek önlemlerden bahseden bürokratları da anlayışla karşılamadılar. Bu gelişmede, ikbal bekleyen bazı "çapsız ve yeteneksiz" siyasetçiler ile onların "yardakçısı" bürokratların da katkısı oldu.
19 Şubat 2001 'de balon patladı. Döviz fırladı. Önce bankalar daha sonra şirketler patır patır dökülmeye başladılar. İnsanlar işlerini kaybettiler. Devlet devasa bir borç batağının içine düştü. Kamu borcunun milli gelire oranı yüzde yüzün üstüne çıktı. Dar ve sabit gelirliler daha da fakirleşti.

ŞİMDİ DURUM NASIL?
Son günlerde bazı uzmanlar, cari açığın ulaştığı büyüklüğe dikkat çekerek, acaba yeniden bir kriz olur mu konusunu gündeme getiriyorlar.
Öncelikle bir konuya açıklık getirmek lazım: Kriz, beklenmeyenin gerçekleşmesidir. Diğer bir deyimle, kriz çıkması için ekonominin altyapısında biriken bazı sorunların olması gerekir. Biliyorsunuz, fay hattında enerji biriktiğini bilip, evini depreme dayanıklı olarak inşa edenler için deprem, çok fazla ölümcül etki yaratmaz.
Bu bağlamda bugün bir değerlendirme yapabilmek için ekonomide borçlu olanlar kimler, sorunları nelerdir onları anlamakta yarar var.
Geçmişten farklı olarak, kamu kesimi ve bankacılık sektörü sorunlu görünmüyorlar. 2001 reformlarıyla alınan tedbirler sayesinde son yaşanan küresel kriz bu sektörleri, diğer ülkerde yaşananlar kadar derinden etkilemedi.
Bununla beraber iki kesimin sorunları göze çarpıyor. Reel sektör şirketlerinin döviz açık pozisyonu, hanehalkının ise gittikçe artan borcu var.
Merkez Bankası verilerine göre reel sektörün döviz pozisyonu açığı 85 milyar doların üstünde. On yıl önce bankacılık sektörünün pozisyon açığı 20 milyar dolardan azdı. Konuya ilgi duyanlar, "Korkmayın şirketlerin borçları bilançoda, varlıkları hissedarların portföyünde gösteriliyor. Sorun olursa hissedarlar şirketlere yönelik yükümlülüklerini yerine getirirler" diyorlar.
Ancak, hanehalkının borçlarında durum böyle değil. Borçlardaki artış hızla devam ediyor. Buna karşılık gelirleri aynı hızda artmıyor. Bu durumda toplumun fay hattında enerji birikimleri biraz daha artıyor demektir.
Dedim ya; yakında olacak diye bekleyince kriz çıkmaz. Yine de bu düşünceyle yan gelip yatmadan, bütün kriz önleyici önlemleri zamanında almak lazım.