Advertisement

Seçimler yaklaştı. Siyasetçiler meydanlarda. Artan seçmen şikâyetlerinin sonucu olsa gerek, son günlerde sıfır reel faiz söylemi tekrar gündeme geldi.
Yanı sıra Merkez Bankası ve BDDK, gittikçe ısınan ekonomi ve cari açıkla mücadele amacıyla bir dizi tedbir alma gayreti içerisindeler. Özel sektörün ve hanehalkının borçlanmasındaki artış eğilimini tersine çevirmeye çalışıyorlar.
Yukarıdaki Tabloda, bu söylem ve çabaların nedenlerini anlayabilmek için bazı verileri bilginize sunuyorum.
Birinci gözlemim, belediyeler ve kayıtlı olmayan ekonomik faaliyetler hariç, Türkiye’de borçlar azalmıyor.
Sağlıklı karşılaştırma yapmak için, enflasyon ve kur etkisinden arındırılmış, GSYH’ya oranlara bakmak gerek. Resme bu açıdan bakınca, kamu borçlanmasının oranı, 2001 krizinin ardından banka kurtarma gibi nedenlerle, yüzde 143 seviyelerine ulaşmış.Bu oran küresel krize rağmen, kamu dengelerinin ve finansal sektörün güçlü yapısı nedeniyle, 2009 yılında azalmış.
Ancak 2010 yılında tekrar büyümüş. İkinci gözlemim de artışın arkasındaki neden. Özel sektör ve hanehalkının borçlarındaki artış. 2002’de hanehalkının borçluluğu çok az. Toplam borcun içinde çoğunluk kamuya (Hazine ve KİT’ler) ait. 2010 yılında ağırlık, hanehalkı ve özel sektöre geçiyor. Bu değişimin nedenlerini iyi anlamak gerek. Çünkü, şirketler kesimi ile hanehalkının ekonomik davranışları farklıdır.
Şirketler kesiminin borçlarındaki artışın arkasındaki en büyük etken yeni yatırımlar. Büyüme verilerinden, özel sektörün yatırım iştahının azalmadığı anlaşılıyor. Bu sevindirici bir gelişme.

HANEHALKININ GELİRİ YETMİYOR
Hanehalkının borçlarını arttırmasının birçok nedeni olmakla beraber, ilk akla gelen bir kaçını özetleyeyim. 2001 krizi, kırdan kente göçü hızlandırdı. Kırsal kesimde tarımla uğraşan ve mesleki eğitimi olmayan insanlar şehirde iş bulmakta zorlandılar. Köyde gıda ve kiraya para vermeyenlerin, şehirde gelire ihtiyacı çoğaldı. Düzenli gelir sağlayan bir iş bulamayınca, borç aramaya başladılar.
Yanı sıra şehirde doğan ve harcama alışkanlıkları büyüklerinden oldukça farklı olan gençler arasındaki yaygın işsizlik, ailenin gelir ihtiyacını daha da büyüttü. Akşama kadar evde oturması zor olan genç insanın, dışarıda zaman geçirme isteği yadırganamaz. Bu durum, gençlerin çevresinde gördükleri şeyleri tüketme arzusunu da kamçıladı. Geliri sınırlı olan ailelerin borç talebini büyüttü.
Buna karşılık, şehirleşme ve gelir dağılımındaki bozulma; eş, dost ve akraba gibi aile içi sosyal dayanışmayı azalttı. Kendinde para olmayan veya verdiği borcu geri alabileceğinden şüphesi olanlar borç vermekten kaçınmaya başladılar.
Bu gelişme işlerine gelen bankalar devreye girdi. Çok sayıda kredi müşterisi bulabildikleri için riski dağıtmaya başladılar. Artan kredi talebini karşılama yarışı başladı.
Özetle, hanehalkı borçlarının büyümesinin bir nedeni kredi kartı ve tüketici kredisi kullananların sayısındaki artıştır. Zaman geçtikçe borç artışının diğer nedeni devreye girmeye başladı.
Normal olarak alınan borç, ileride elde edileceği varsayılan gelirle ödenir. Ne var ki, borcu artanların bekledikleri gelir artışı bugüne kadar gerçekleşmedi. Bu durumda aldıkları eski borçları ödeyebilmek için yeni kredi, yeni borç aramaya başladılar. Bir bankadan aldıkları kredi kartı veya konut kredisi borcunu, diğer bankadan aldıkları tüketici kredisi borcuyla ödeme çabasına girdiler. Hatırlarsanız, bazı bakanlar bile, yüksek faizden şikâyet edenlere, kredi kartı borcu yerine tüketici kredisi kullanmayı önerdiler.
Kısacası, borçlular ve borçlar artınca siyasetçiler de çare arayışlarına girdiler.
Cari açığı çok yüksek, kambiyo rejimi serbest, enflasyonun yükselme eğiliminde olduğu kapitalist bir ekonomide, faizlerin enflasyona eşitleme deneyiminin sonucunu hep beraber göreceğiz.