Advertisement

Öncelikle bu satırları yazdığımız dakikalara rastgelen Çin'in faiz indirim kararının, yazıyı kaleme alırken bir şans olduğunu düşünüyorum. Çünkü, başlığı kurgularken ifade etmek istediğim hususlar açısından, Çin Merkez Bankası'nın aldığı faiz kararının çok kısa sürede piyasalar üzerinde etkilerini hemen görmeye başladık. Öncelikle, Çin'in kararı sonrası, yurtiçi piyasalarda döviz kurlarının gevşediği gözlendi. Euro-dolar paritesi ise bir anda 1.26 doları aştı. Küresel finans çevreleri, Çin'in Euro Bölgesi'ne önemli bir desteği olarak algıladılar bu adımı. Bu gelişme hiç kuşkusuz, Amerikan ve Avrupa Borsalarının yanı sıra İMKB'ye de alım getirdi.
Bununla birlikte Çin'in kendi makro ekonomik dinamiklerini de gözeterek, olası bir durgunluk riskine bağlı olarak, elindeki para ve maliye politikası imkânlarını devreye sokmak açısından etkili adımlar atabileceği de anlaşıldı. Çin'in 2008'den beri ilk kez faiz indirmesi, dünyanın en büyük yedi ekonomisinin, yani G-7 Grubu maliye bakanlarının gerçekleştirdikleri telekonferansta, küresel ekonomiye yönelik artan risklere karşı ortak çözüm üretme iradelerini ortaya koymalarının hemen ardından gerçekleşen bir adım oldu. Bu tablo içinde, İspanya ve İtalya gibi ekonomilerin, ihtiyaç duydukları ölçüde borçlanabilmeleri ise bu süreci tatlandırıcı gelişmeler olarak ifade edilebilir.

FAİZ İNDİRİMLERİNİN ARKASI GELİR Mİ?
"Çin'in adımını, ABD Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) takip eder mi" beklentilerinin yeniden yükseldiği söylenebilir. Nitekim, FED Başkanı Bernanke ve Başkan Yardımcısı Yellen'in, ABD Kongresi'ndeki komite toplantısı öncesinde, ABD ekonomisinin kırılganlıkları ölçüsünde, ek parasal tedbirlerin masada olduğunu belirtmeleri de göz ardı edilmemeli. Ayrıca, Avustralya Merkez Bankası'nın hafta başındaki faiz indirim kararını da bu tablonun içine eklememiz gerekiyor.
Dünyanın tanınmış ekonomist ve spekülatörlerinin, söylem olarak, aralarında en trajik senaryoyu dillendirme yarışı içine girdikleri, "mükemmel fırtına" ifadelerinin havalarda uçuştuğu bir konjonktürde, küresel bir iradenin, G-7 ve BRIC ülkelerinin yeni bir küresel resesyon riskini bertaraf edebilecek tedbirlerinin eşzamanlı olarak devreye girmesi, hiç kuşkusuz Türkiye gibi, makro performansı parlak ekonomilere daha da müspet olarak yansıyacaktır.

TÜRKİYE'YE ASYA VE KÖRFEZ'DEN YOĞUN İLGİ
Dün Bloomberg HT-Habertürk ortak yayınında ağırladığımız Başbakan Yardımcısı Babacan'ın verdiği mesajlar, başta Japonya olmak üzere Türkiye'ye doğrudan ve portföy yatırımı odaklı Uzakdoğu ve Asya bazlı ilginin güçlendiğine işaret ediyor. Japon ev kadınlarının Türk Samuraibond'larını kapış kapış almaları, Hong Kong ve Singapur bazlı yatırımcıların Türkiye merakı, söz konusu coğrafyaların borsalarının İMKB ile ortak işlem yapma arayışları, kritik önemde gelişmeler.
Bakan Babacan, bu temel gerçeklerin ışığında, Türk ekonomisinin, böylesine zorlu bir küresel konjonktürde, daha fazla Asya ve Körfez'e ağırlık vermesi gerektiğini belirtiyor. ABD'nin ek parasal tedbirleri de devreye girer ve petrol fiyatlarındaki düşüş durursa, bu küresel tablodan en çok nemalanan Türkiye olacak. O zaman, yıl sonunda 4.5 ile 5 arası büyüme görebiliriz.