Advertisement

Türk ekonomisinin 1980'li yıllardaki durumu ve büyüklüğü dikkate alındığında, bir ara 61'e çıkan banka sayısı eleştiri konusu olmuş ve o zaman iktidar olan ANAP hükümeti Türk Hazinesi'ne, Dünya Bankası ile birlikte yürütülmesi amacıyla, 'Türk mali sisteminin yeniden yapılandırılması'
amacıyla proje görevi vermişti. Proje kapsamında geniş çaplı araştırma yapan Dünya Bankası da, Türkiye'de mevduat toplama yetkisi olan ticari banka sayısının 30 ve altına indirilmesi gerektiği ve Türkiye'nin özel sektör yatırım bankacılığını özendirmesi gerektiği noktasında bazı ana başlıklar çıkarmıştı.
Bu rapor kapsamında, Dünya Bankası ile dört dilim halinde kullanılacak 300 milyon dolarlık bir anlaşma yapılmış ve bu anlaşma kapsamında bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması veya rehabilitasyonu çerçevesinde, ticari banka sayısı dondurulmuştu. Bu nedenle, o dönemde banka sahibi olmak için başvuran kimi holdinglere, yatırım bankası kurmayı düşünmeleri halinde izin verilmişti. Sektöre yönelik yeniden yapılandırma sürerken ve birden fazla bankası olan holdinglere bankalarını aynı çatı altında birleştirmesi yönünde çağrı ve telkin yapılırken, ANAP Genel Kurulu sonrasında, 1991 yaz başında Türk ekonomi yönetiminde isimler değişti ve bankacılık sektöründe lisans sayısını donduran karar kaldırıldı.

1990'LI YILLARDAN ALDIĞIMIZ DERSLERİ UNUTMAYALIM
Ticari banka sayısını maksimum 30 ile sınırlamayı ve özel sektör yatırım bankacılığını özendirmeyi hedefleyen ve Dünya Bankası'nın mali desteği ile yürüyen sektörü yeniden yapılandıran çalışma böylece kadük oldu. Ardından, 1990'lı yıllar boyunca, önemli sayıda yatırımcıya banka kurma izni verildiğine şahit olduk ve bu izinler siyasi ve ekonomik yönleriyle hem konuşuldu, hem de tartışıldı. Holdinglerin birden fazla banka sahibi olmamaları adına, tek bir banka altında toplanılması talebi ise unutuldu ve doğal olarak holdinglerde 'birden fazla banka' dönemi gözlendi Sonra, 2001 Krizi holdingleri tek banka sahibi olmaya zorladı. Yani, olması gerekene ne yazık ki 2001 krizi sebep oldu.
Bu noktada, önemli ekonomistlerin, sektör temsilcilerinin ve Dünya Bankası uzmanlarının uyarılarına rağmen, sektörde banka sayısı 81'e ulaştı ve bu rakam 81'e doğru hızla giderken, bir de 1994 yılında yaşanan yerel kriz nedeniyle, mevduatın tümüne garanti getirerek, sektördeki rekabeti, haksız rekabet ve usulsüzlükler boyutunda daha da içinden çıkılamaz bir hale getirdik. 1990 lı yılların sonunda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) hayata geçirilmesi adına önemli adımlar atılsa da, BDDK'nın tam faaliyete geçeceği döneme kadar 2001 krizi yaşandı ve hem sektör, hem de Türk ekonomisi unutulması mümkün olmayan ağır bir bedel ödedi.

YENİ LİSANSLAR ELZEM, AMA KILI KIRK YARALIM
Şimdi ise, son 11 yılda önemli bir bankacılık restorasyonuna imza atmış ve görevinin hakkını tam olarak ortaya koymuş ve bu sayede Türkiye'nin uluslararası derecelendirme notunun artmasının koşullarından birisini sağlamış bir BDDK'mız var. Bu nedenle, BDDK'nın aynı performans ve titizlikle görevini sürdüreceği kabulüyle, yeni banka lisansları sektör açısından rekabetin kalitesini artıracaktır.
Ancak, sektör 2001 krizinde muhatap olduğu 'yüksek faiz' ve 'kur riski'nden kurtulmuş olsa da, 'vade uyumsuzluğu riski' aynen sürmekte. Bu nedenle, verilecek yeni lisansların sektörde var olan mevduat-kredi vade uyumsuzluğu sorununa da çare bulması ümit edilir. Ayrıca, yeni lisanslar Türk bankacılık sektörünün 'proje kredisi' eksikliğini giderecek aktörlere verilmelidir. Ne diyelim, BDDK'nın başarılarının hem takipçisi, hem de talepkârı olmayı sürdüreceğiz.