Advertisement
PİYASALAR ABONE OL

Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, döviz kurlarında bütün meselenin spekülatif talebi uyarmamak olduğunu belirterek, "Spekülatif talebi uyardığınızda döviz kurlarında aşılmayacak seviye yoktur. Keskin ihtiyaç olduğunda hiçbir rezerv yeterli değildir. Fed'den boru döşetseniz bile…" dedi.

Bankanın 91. kuruluş yıl dönümü kapsamında AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Bali, Amerikan Merkez Bankası'nın (Fed) olası faiz artırımının Türk bankacılık sektörüne etkisine ilişkin öngörülerini aktarırken; böyle bir tablonun oluşması halinde, özellikle Merkez Bankası'nın yürüttüğü fonlama politikaları ve likiditedeki sıkılaştırmaya bağlı olarak, mevduat ve uluslararası borçlanma maliyetleri ile fonlama açısından çok ciddi, majör bir yükseliş beklemediğini söyledi.

Şu ana kadar aslında belli yükselişlerin de oluştuğunun altını çizen Bali, "Bu, belirsizlik unsurlarına bağlı olarak da şekillenecek. Dolayısıyla çok majör bir artış beklemiyorum. Fakat bizim bunlara karşı tedbirimiz tabii ki son derece dinamik bir stratejik politika izlemek olacak" dedi.

Bankacılık sisteminin net faiz marjı ile çalışan bir sistem olduğunu belirten Bali, "Netice olarak maliyetlerimizde bir yükseliş olur ise bu maalesef kredi faizlerinin de yükseleceği bir noktaya gelir. Bugün zaten sektör o kadar daralan bir net faiz marjı ile çalışıyor ki yüzde 3,5'lerin altına indi. Biz, bütün bu unsurlara rağmen olabilecek en sürdürülebilir marjlarla ve ortaya çıkabilecek fiyat değişmelerine adapte olarak stratejilerimizi ona uydurarak götüreceğiz. Burada bir tereddüt yok" şeklinde yorum yaptı.

- "Gelişmekte olan ülkelere yönelik olumlu konjonktürün bir miktar sonuna geldik"-

Merkez Bankası'nın para politikasının iç ve dış ayağı bulunduğunu belirten Bali, dış ayağının ABD'nin değişen faiz politikaları ve global likiditenin eski bolluğunda olmayacağı, ABD'ye doğru akacak olan sermaye nedeniyle gelişmekte olan ülkelere fon akışlarının eski rahatlığında görülmeyeceği gibi öngörülere dayalı olduğunu kaydederek şöyle konuştu:

"Aslında 10-15 yıldır süren gelişmekte olan ülkelere yönelik olumlu konjonktürün bir miktar sonuna geldiğimiz anlaşılıyor. Çünkü şöyle düşününüz; zaten güvenli liman diye kabul edilen bir yer bugün faiz artışı ve büyüme hikâyesi de üzerine eklendiği zaman gelişmekte olan ülkelere göre çok daha cazip bir alan haline geliyor. Bu, birçok gelişmekte olan ülkede faiz politikalarında değişikliğe yol açtı. Brezilya, Güney Afrika… Brezilya bayağı sert, yüzde 11,75'lerden 14,25'ere çıkarttı politika faizini. Güney Afrika da aynı şekilde para politikasını sıkılaştırıcı adımlar atıyor. Türkiye de bu etkiye maruz kalıyor. Bir de Türkiye, geçmiş dönemlerin aksine iç gündemleriyle de daha fazla etkileniyor. Eskiden iç gündemlerimiz bu eğilimleri bir miktar törpülüyordu, biz daha sınırlı yaşayarak bunları idare ediyorduk."

- "Bugün (Merkez Bankası açısından) çok daha doğrudan müdahale gerektiren olaylar yaşıyoruz"-

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, geçmişte Merkez Bankası'nın politikalarının esneklik üzerine inşa edildiğini hatırlatarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bundan kastım şu; Merkez Bankası, çok amaçlı, çok araçlı politikalarla ve faiz koridoru gibi, rezerv opsiyon mekanizması gibi çok inovatif tekniklerle, kendisini bu değişken koşullara hızlı adapte edebilecek, esneklik üzerine kurabilecek bir politika seti ve araçları kullanıyordu. Fakat şimdi gerek iç sorunların, çok ciddi şekilde istikrarsızlıklar ve belirsizlikler de dahil olmak üzere, artmış olması, gerekse dış konjonktürün aleyhe doğru dönmüş olması bu esneklik yerine Merkez Bankası'nın daha basit, daha sade ve daha doğrudan yöntemleri kullanmasını gerektiriyor. Nitekim Merkez Bankası'nın da politika araçlarını ve politika setini sadeleştirici yöndeki açıklamalarının piyasa tarafından olumlu olarak karşılandığını görüyoruz. O dönemdeki politika, fonksiyonunu gayet iyi görüp hem fiyat istikrarına hem de finansal istikrara katkıda bulunan esnek bir politika setiydi… Ama bugün maalesef karşılaştığımız sorunlar daha doğrudan yöntemleri, daha sade yöntemleri geçerli kılıyor, çok daha doğrudan müdahale gerektiren olaylar yaşıyoruz. Hatta bunun özellikle uluslararası yatırımcılar, uluslararası analistler açısından bakıldığında şöyle bir boyutu da var; açık ifade edeyim kimse kimsenin özel olarak göstergelerine, çalışma biçimlerine konsantre olmuyor."

Bali, o kadar teknik, her özel vakayı kendi özellikleriyle tartacak tarzda bir emek sarf edilmediğini gördüğü birçok örnek olduğunu dile getirdi.

Bu örneklerin hem de beklemedikleri yerlerden olduğunu anlatan Bali, şunları söyledi:

"Türkiye'nin politika faizini bile doğru yorumlamayıp 2014'ün başında Merkez Bankası'nın yüzde 10'a çıkarttığı dönemde Merkez Bankası'nın bu politika değişikliğini önceki dönemin gerçek fonlama maliyetini dikkate almadan sadece politika faizi diye tanımlanan ama piyasanın esasen fonlanmasının çok küçük bir bölümünü oluşturan faizi esas alarak analize konu edenler… Ama bu neden oldu? Çünkü standart yaklaşımlarla bu kıyaslamaları yapan analistlerin ülke bazındaki bir miktar da kendilerine karmaşık gelen yapılara bakıp, onları yeterince çözümlememiş olmasından. Biz kuruluş olarak bu konuda değişik taraflara, 'bunlar doğru değil' diye uyarılarda bulunduk. Bugün de politika faizi başka seviyededir, yüzde 7,5'dir, ama buna karşılık fonlama maliyeti Türkiye'nin biraz evvel söylediğim esnek politikalar çerçevesinde daha yukarıda bir yerlerde oluşmaktadır. Benim düşüncem; daha sade bir politikaya geçilecekse, tek bir faiz oranına geçilecekse, o zaman bir hafta vadeli repo piyasasında oluşan faizler ortalama fonlama maliyetine yakınsayacak demektedir. Bu, politika faizi cinsinden ifade edilirse bir yükseliş gibi görünebilir. Gerçekte zaten geçerli olan fonlama maliyetinin sürmekte olduğunu gösterir, ama sistemi de sadeleştirmiş ve herkes tarafından daha iyi anlaşılır, daha rahat anlaşılır, yeteri kadar zaman harcamayanların da iyi anlayabileceği bir hale getirmiş olursunuz."

Gelişmelere bakıldığında daha fazla parasal sıkılaştırma alanının olduğu kanaatini de taşıdığını vurgulayan Bali, "Şu anda yaşadığımız hadiseler, daha ileri bir parasal sıkılaştırmaya ihtiyaç olduğunu gösteriyor" dedi.

Bali, kredi faiz oranları öngörülerine ilişkin olarak; genel senaryolar ve 2016'ya dönük belirsizliklerin özellikle olumsuz fiyatlandığını, bunun giderilmesine bağlı olarak oluşturulabilecek bir senaryoda kredi mevduat faizlerinde çok majör bir yükseliş beklemediklerini söyledi.

Şu anda ortaya çıkan tabloların, büyük ölçüde şimdiye kadarki durumu ortaya koyduğunu ifade eden Bali, "Tabii tedbiren de söylüyor değilim, ama katastrofik düzeyde olumsuz hadiseler yaşamamız, yaşamaya devam etmemiz halinde bu ifade ettiğim şeyin rasyonel tabanı zaten kalmaz. Öyle bir durumu göreceğimizi düşünmüyor, bir vatandaş olarak da temenni etmiyorum" diye konuştu.

- "Yükselen her faiz finans kesimi için faiz marjlarını daraltır ve ona zarar verir"-

Bali, faizlerin artmasından bankacılık sektörünün daha fazla kazanç sağlayacağına yönelik kamuoyunda var olan algıya ilişkin şu görüşleri aktardı:

"Algı önemli. Algıyı eğer kabul etmiyorsanız, ben, bunu düzeltme gayreti ve sorumluluğunun da yine size düştüğünü düşünürüm. Eğer bankacılık sistemiyle ilgili toplumda yaygın bu yönde bir algı var ise sektör olarak dönüp kendimize bakmamız, bunun gerekleri üzerinde çalışmamız lazım. Bu algıyı dönüştürmek, değiştirmek için… Fakat konu bu kadar basit değil. Bankacılık sisteminin aktifleri uzun vadeli, pasifleri kısa vadeli olduğu sürece, daha da açık söylersem, 40 gün civarında ortalama mevduat vadesine sahipseniz ve o ekonomide faizler yükseldiğinde en fazla 40 gün içinde maliyetleriniz de hemen yükselecektir. Ama öbür tarafta sabit oranlı, uzun vadeli kredilerinizin ya da menkul kıymetlerinizin getirisi buna göre yükselmeyeceğinden yükselen her faiz, finans kesimi için faiz marjlarını daraltan, ona zarar veren bir faktördür. Tersi ise hemen bir ay, 1,5 ay içinde maliyetlerinizin bütün yükümlülükleriniz içindeki yüzde 60'ı oluşturan mevduatın maliyetinin 1 ay, 1,5 ay içinde düşmeye başlaması, eski faiz oranlarına göre oluşturduğunuz yüksek getirili aktiflerin, kredilerin de bu iyi getiriyi sürdürmesi anlamına geliyor. Düşen faiz ortamı bankalara çoğu kez tek defalık kazançlar yaratır. Nitekim yüzde 16'lardan aşağıya doğru hızlı, seri bir şekilde Merkez Bankası'nın politika faizlerini aşağı çektiği dönemleri hatırlayınız. Biz tek defalık kazançları, ziyadesiyle bilançolarımızda o dönemde görmüştük. Onlar sürdürülebilir karlar değildi. Bu yüzden, bizim için önemli olan faizin yükselmesi asla olamaz. Bunlar teknik konular. Bize düşen; hem otorite, hem Bankalar Birliği, hem de bankalar olarak; hane halkına, bu konulardaki bütün muhataplarımıza, yorulmadan bunu izah etmek."

- "Döviz kurunun belli işlerin fizibilitelerine etkileri olabilir, ama şu anda öyle bir emare yok"-

Döviz kurlarındaki yükselişin ekonomiye ve sektöre etkilerine ilişkin de Bali, döviz kurunun Mayıs 2013'ten bu yana sepet bazında yüzde 46, dolar bazında yüzde 60 arttığına işaret ederek, şöyle konuştu:

"Yüzde 30'a kadarlık bir kur artışı, kredi riski açısından bakıldığında tolere edilebilir. Yani bir firmaya yapmış olduğunuz kredilendirmenin dayandığı fizibiliteyi yüzde 30'a kadar varabilecek bir kur artışı bozuyorsa, aslında kredilendirme açısından da kredilendirmenin teknik isabeti açısından da problem vardır. Çünkü sizin oluşturacağınız senaryolar içinde bu kavranıyor, kapsanıyor olmalıdır. Bugün geldiğimiz nokta, referans aldığımız yere göre değişir ama dolar kuru için 1,80'leri alırsanız başka çıkar, 2,20'leri alırsanız başka çıkar. Çok ciddi seviyelere gelmiş durumda. Bunun maalesef belli işlerin fizibilitelerine ağır etkilerinin olabileceğini öngörmemiz gerekir. Henüz şu anda bu yönde çok önemli bir emare görmüş değiliz. Sektörde görmüş değiliz, biz kendi hesaplarımızda görmüş değiliz. Tabii vadeler var burada. Tahammül ne kadar edilip edilmeyeceğine dair, o döneme kadar koşulların düzelip düzelemeyeceğine dair imkanlar var. İşte bu bakımdan bunların yönetimi çok kritik."

Finansal kesimin bir açık pozisyonu olmadığını, diğer taraftan finans dışı kesime, yani reel kesime bakıldığında ise Mayıs 2015 itibarıyla 179 milyar dolar net döviz açığı görüldüğünü kaydeden Bali, fakat bunun vade yapısına bakıldığında kısa vadede 7,1 milyar dolar kapalı pozisyon olduğunu söyledi.

2013 sonunda ise 3,4 milyar dolar kısa vadeli döviz pozisyon açığı olduğunu ifade eden Bali, "Demek ki aradan geçen süre içinde bu firma grupları şu veya bu şekilde o açık pozisyonları ihtiyatlı bir tutumla kapalı pozisyona dönüştürmüşler kısa vadede" dedi.

Adnan Bali, Türkiye'de döviz kredisinin çok yaygın mikro işletmelere veya KOBİ'lerin küçüklerine yaygınlıkla kullandırılmadığını, büyük ölçüde belli büyüklükteki ticari firmalar, kurumsal ölçekteki firmalar, proje finansmanlarına ve büyük yatırımlara yönelik olarak kullandırıldığını kaydederek, "Zaten mevzuat açısından da çok daha yaygın biçimde her ölçekteki firmaya döviz kredisi kullandırma imkânı yok. İyi ki de yok" diye konuştu.

Geçmişte aynı riskin hane halkı açısından da olduğunu, şu anda öyle bir risk bulunmamasının avantaj yarattığını kaydeden Bali, "Ben bu avantajın şu ana kadar bizi korumakta olduğunu görüyorum" yorumunu yaptı.

- "Beklentileri iyi yöneterek spekülatif talebin oluşmasına engel olunmalı"-

Aslında döviz kurlarında bütün meselenin spekülatif talebi uyarmamak olduğunun altını çizen Bali, "Spekülatif talebi uyardığınızda bana göre aşılmayacak seviye yoktur. Bu, hiç doğru bir şey değildir. Rezerv politikaları da spekülatif talebe yetmez. Ben bunu şöyle ifade ederim sıklıkla; keskin ihtiyaç olduğunda hiçbir rezerv yeterli değildir. Fed'den boru döşetseniz bile… O, kazanma saikine inanarak fiktif bir talebi ortaya koyuyor. Karşılamanız mümkün değil. Onun için beklentileri doğru yöneterek, güveni tesis ederek, istikrarı kazanmak suretiyle spekülatif talebin oluşmasına engel olmak lazım. Bir ülkede işlem ve ihtiyaç saikiyle oluşan talep, hangi mal için oluşursa oluşsun yönetilebilir fakat spekülatif talep öyle değil" şeklinde konuştu.

Adnan Bali, içinde bulunulan şartlarda bir döviz kuru tahmini yapmanın ise bir rasyonalite sorunu olacağını sözlerine ekledi.

Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, "İş Bankası, Atatürk'ün koyduğu vizyonla, bu kadar uzun yıldır omurgasını, kendi kültürel değerlerini, ekonomik misyonunu, iş yapma tarzını, istikrarlı iş anlayışını koruyarak buraya kadar geldi. 91. yılın bence süre olarak uzunluğundan ziyade içeriği önemli" dedi.

Bankanın 91. kuruluş yıl dönümü kapsamında AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Bali, İş Bankası'nın çok kısıtlı bir sermaye ile savaş yıllarından çıkmış ve o günkü en güzel ifadeyle fakr-u zaruret içindeki ülkede hem doğrudan hem de finansman yoluyla kalkınmayı belli bir seviyeye getirmek, refahı yaymak için bir misyon yüklendiğini, bunun gerçekten çok büyük bir başarı hikayesi olduğunu vurguladı.

Bugüne kadar bu sürdürülebilirliği sağlamanın büyük önem taşıdığının altını çizen Bali, İş Bankası'nın bilinen modellerde olduğu gibi bir sermayedarı bulunmadığını hatırlatarak, "Bizim sermayedarımız çalışanlarımız ve emeklilerimizden oluşan kendi sandığımız… Dolayısıyla kolektif bir sermaye modelinin, bu kadar uzun süre teknolojiden siyasete, ekonomiye, hatta siyasi rejimdeki birçok kesintiye, teknolojideki faz atlamalarına rağmen kendini koruyarak yeni döneme adapte olması ve bir yandan da öncülük yapmak suretiyle, iştirakçilikten bankacılığa kadar sorumluluk yüklenmesi son derece kıymetli…" şeklinde konuştu.

Bali, İş Bankası'nın Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk'ün koyduğu vizyonla, bu kadar uzun yıldır omurgasını, kendi kültürel değerlerini, ekonomik misyonunu, iş yapma tarzını, istikrarlı iş anlayışını koruyarak buraya kadar geldiğini, 91. yılın süre olarak uzunluğundan ziyade içeriğinin önemli olduğunu vurguladı.

- "İlk yarıda bütün kalemlerde belirlediğimiz hedefleri gerçekleştirdik"-

Bankanın 91. yılda elde ettiği finansal sonuçları değerlendiren Bali, ülke açısından "çok enteresan" bir yıl yaşandığını, 2015 iş programını hazırlarken mevcut konjonktür ile bugünkü konjonktürün son derece farklılaştığını söyledi.

Buna rağmen, dinamik bir politika izleyerek iş programlarında özel bir revizyona gitmeksizin temel bütün kalemlerde, büyüme, karlılık, aktif kalitesinin korunması ve sermaye yönetimi açısından belirlemiş oldukları hedeflerle tutarlı sonuçlar elde ettiklerini belirten Bali, şöyle devam etti:

"Yani karlılık, aktif kalitesi ve sermaye yönetimi bence bu dönemin en önemli kilidi… Büyüme, eski dönemlerde olduğu kadar öncelikli bir parametre değil. Ben 2012'den bu yana Türkiye ekonomisinin ılımlı bir büyüme dönemine girdiğine dikkat çekerek ekonominin kabaca yüzde 3-4 arasında büyüdüğü bu dönemde kurum içindeki stratejilerimizi tartışırken de hep şunu ifade ederdim; 'önümüzdeki dönem hızlı büyümenin değil, aktif kalitesini kimin daha iyi muhafaza ettiğinin ayrıştırıcı olacağı bir dönem olacak. Dolayısıyla biz stratejimizi bu çerçevede yürüttük. Bunun sonucunda hem karlılık hem aktif kalitesinin muhafazası, dolayısıyla özsermayenin güçlendirilmesi anlamındaki stratejilerimizin belirlediği bir büyüme oranı öngördük. Gördüğümüz de şu; bütün bu politikaların sonucunda, rakiplerimize 10 yılı aşkın süreden bu yana nakit sermaye konulmasına rağmen, İş Bankası, bu politikalarıyla kendi emeğiyle, kendi alın teriyle dışardan böyle bir nakit sermaye enjeksiyonu olmaksızın Türkiye'nin en büyük özkaynağına sahip kuruluşu olmaya devam etti. Bu, bence önemli… Özellikle 91. yıl bakımından da son derece kayda değerdir."

- "Kredi desteğinde nakış gibi işleyerek, ince eleyip sık dokuyarak çok önemli noktaya geldik"-

İlk yarıda sektörde toplam kredilerin yüzde 12,8 büyüdüğünü anımsatan Bali, İş Bankası'nın kredilerdeki lider konumunu koruduğunu ve 175 milyar lira düzeyinde nakdi kredi büyüklüğüne ulaştığını, bunun 128 milyar TL'lik kısmının, yani yüzde 73'ünden fazlasının, nakdi ticari kredilerden oluştuğunu belirtti.

Bali, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bu, öteden beri bizim bilançomuzdaki ticari kimliğimize, ticari hüviyetimize, İş Bankası'nın vizyonuna, misyonuna paralel bir anlayışın sonucu… Bu yaklaşım, asla hane halkının finansman ihtiyacını ihmal eden bir yaklaşım değil. Nitekim 2015 yılında ilk 6 ayda sektör ortalamasının üzerinde pazar payımızı artırarak bireysel kredilerde büyüdük ve 46 milyar TL'lik bireysel kredi bakiyesine ulaştık. Ticari tarafta esnafa, mikro işletmelere, KOBİ'lere, ticari ve kurumsal büyük ölçekli firmalara, büyük ölçekli yatırımlara kadar her türlü ticaret erbabına destek verdik. Adeta bir nakış gibi işleyerek yaygın mahiyette, ince eleyip sık dokuyarak çok önemli noktaya geldik. Biz çok kısa bir süre önce '3 basamaklı toplam kredi büyüklüğüne ulaşalım' diyorduk. Şimdi 175 milyar liralık büyüklük, 128 milyar lira seviyesindeki nakdi ticari kredilerimiz, 43 milyar liranın üzerindeki KOBİ kredilerimiz ile bu alandaki misyonumuzu sağlıklı bir şekilde yürüttüğümüzü görüyoruz."

Adnan Bali, mevduat tarafına bakıldığında sektörde yüzde 11'in üzerinde bir büyüme görüldüğünü, TL mevduatta ise bir değişimin söz konusu olmadığını kaydederek, "Bankamızın mevduat hacmi, sektörün üzerinde yüzde 14 civarında büyümeyle yaklaşık 152 milyar liraya ulaştı. Bu büyüklük ile özel bankalar arasındaki uzun zamandır sürdürdüğümüz liderliğimizi devam ettiriyoruz" dedi.

Bu yılın ilk 6 ayında Türkiye'de, sektörde ve İş Bankası'nda sektöre paralel olarak kredi mevduat rasyolarının ciddi oranda yükselmiş olması nedeniyle 2015 yılında bu alanda biraz daha farklı bir strateji izleme gereği hissettiklerinin altını çizen Bali, "Bunun sonucu olarak mevduatta kredilerin üzerinde bir artış oranımız var. Bu da bizim kredi mevduat oranımızı, rasyomuzu bir miktar iyileştirdi. Bu,tahvil ihraçlarıyla birlikte düşünülmeli, özellikle TL tahvil ihraçlarıyla… Bu oranı iyileştirecek bir şekilde gidiyoruz. Bir taraftan da mevduat dışı kaynaklara ağırlık vererek, yurt içi, yurt dışı tahvil ihraçları, sendikasyonlar, ikili anlaşmalar suretiyle elde ettiğimiz fonlar gibi fonlama tarafında bu şekilde bir çeşitlendirmeyle gittik" şeklinde konuştu.

- "Takipteki kredi rasyosu, özellikle zor konjonktürlerde çok önemli gösterge"-

Kur etkisinden arındırılmış olarak bakıldığında bankanın büyüme performanslarının hedefleri içinde olduğunu ifade eden Bali, 2015 yılının ilk yarısını karlılık anlamında da başarılı bir şekilde tamamladıklarını, aktif karlılığının yüzde 1,5 düzeyinde, özkaynak karlılığının ise yüzde 12,8 olduğu bilgisini verdi.

Bu büyümelerin en önemli vasfının aktif kalitesi olduğunu belirten Bali, kredilerin takibe dönüşüm hızının, ekonomideki yavaşlamaya bağlı olarak sektörde bir miktar artmaya başladığını, ancak bunun sınırlı bir artış olduğunu kaydetti.

Sınırlı artışa rağmen tahsilatta süregelen iyileşmeden dolayı İş Bankası'nın bu alandaki performansını koruduğunu vurgulayan Bali, sektörde yüzde 2,8 civarında olan takipteki krediler oranının İş Bankası'nda yüzde 1,6 olmasının önem taşıdığını söyledi.

Adnan Bali, "Türkiye'nin en büyük kreditörünün takipteki kredilerle, aktif kalitesi bakımından bu kadar olumlu ayrışması çok önemli. Bu sadece kendisi için önemli değil, bütün toplum, kredi kullandırdığı taraflar açısından da önemli. Bunu da iş yapma anlayışı ile birleştirdiğiniz zaman çok önemli ve çok taraflı kıymetinin olduğunu düşünüyorum" dedi.

KOBİ kredilerinde takipteki oranın sektörde yüzde 3,3, İş Bankası'nda ise yüzde 2,1 olduğunu belirten Bali, şöyle devam etti:

"Ekonominin en yaygın can damarı diyebileceğimiz KOBİ'ler; irili ufaklı, istihdama büyük katkı sağlayan, yani hane halkının refahıyla doğrudan ilişkili olan segmenttir. Burada bu performansı göstermemizin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Ben bunu bir ekonomik olgu olarak da görmüyorum. Takipteki kredi oranını da öyle görmem. Yani siz baktığınız zaman 2 - 2,5 gibi bir şey görürsünüz, o bir rakamdır. Bunun arkasında dağılan aileler, dramlar, sosyal boyutlar söz konusudur. Ben bu oranların düşürülmüş olmasını, bu tür faciaların engellenmesi anlamında değerlendiriyorum. Böyle düşünüldüğünde bu, bizim için bir finansal gösterge değil. O nedenle bu oran, bankacılığın özellikle zor konjonktürlerde çok önemli bir göstergesidir."

İş Bankası Genel Müdürü Bali, Haziran 2015 itibarıyla tüketici kredilerinde yüzde 2,8 olan takipteki kredi oranının İş Bankası'nda yüzde 1,5 olduğuna işaret ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bu da çok yaygın, yine hane halkının finansmanını ifade ediyor. Gecikmeli kredilerin portföy içindeki paylarını da izliyoruz. Çünkü gecikmeye uğraması demek, yavaş yavaş intikal süreçlerine doğru gidebilecek bir potansiyel ifade etmesi anlamına geliyor. Öyle baktığımızda yine benzer bir tablo görüyoruz. Gecikmeli ihtiyaç kredileri bakiyesinin portföyler içindeki payı sektörde Mayıs 2015'te yüzde 10,9'muş, bizde yüzde 5,9… Yani biz şu anda çalışma çerçevemiz, risk yönetimi tekniklerini kullanma düzeyimiz itibarıyla bakıldığında, bu süreci genel ekonomik konjonktüre bağlı olarak en iyi şekilde yönetmeye çalışıyoruz. Tabii ki bir miktar bizde de bozulma, sınırlı artışlar olması muhtemeldir. Sektörde de sınırlı artışlar olmasını umut ederiz ve öyle de beklemekteyiz. Hatta şunu söyleyeyim; bu ekonomi 2012'den beri yüzde 3-4 bandında büyüyorsa ve bankacılık sektörünün takipteki kredileri halen ortalamada sektörde yüzde 2,8 oluyorsa, en büyük kreditörün de yüzde 1,6 seviyesinde oluyorsa, bu bence iyi bir gösterge, çok önemli, olumlu bir test… İyi tekniklerle, doğru zamanda, doğru kişiye, doğru miktarda kredilendirme yapmayı toplamda başarabildiğimizi, en büyük kreditörün de bunu çok daha büyük bir isabetle yapmış olduğunu ifade ediyor. Bunlar çok önemli."

-"İş Bankası'nın değeri, zorlaşan koşullarda daha iyi anlaşılır"-

Bali, şube ve personel politikalarına ilişkin ise, bu konuda kısa dönemli konjonktürel değişikliklere bakarak değerlendirme yapmadıklarının altını çizdi ve şu görüşleri aktardı:

"Yolumuza devam ederiz. Çünkü biz, bunları, bu ülkeye yönelik uzun vadeli taahhütlerimizin karşılığı olarak görüyoruz. 2008'in son çeyreğinde global kriz her yeri vururken, çok ciddi şekilde istihdamı azaltma politikaları, biraz da sert yöntemlerle uygulanırken 1.000'inci şubemizi açıyorduk ve yılda 2.000 - 2.500 kişi civarında istihdam sağlamaya devam ediyorduk. Bu bizim uzun vadeli bakışımızın bir sonucu… Aslında bu rakamları belki kolay bir şekilde ifade ediyoruz, ama bunun hangi konjonktürde, nasıl elde edildiği bence çok kıymetli, kolay elde edilebilir değil."

İş Bankası'nın değerinin özellikle içinde bulunulan durum gibi, biraz zorlaşan koşullarda daha iyi anlaşıldığını vurgulayan Bali, kendi fonksiyonlarının daha önemli, daha değerli hale geldiğini söyledi.

Çünkü kolay konjonktürlerde, olumlu dönemlerde herkesin eşitlendiğini, herkesin olumlu olduğunu ifade eden Bali, ama önemli olanın işlerin zora girdiği, yokuşa doğru, dalgaya doğru gideceği zaman kimin dalgakıran gibi hareket edeceği olduğuna dikkati çekti.

Bali, şöyle devam etti:

"Bizim kurumumuzun genetiği böyledir. Aramızda çok uzun tartışmalar yapmadan, bir refleks halinde böyle durumlarda hep ülke ekonomisinin istikrarı neyi gerektiriyorsa, kısa dönemli ticari kazançlar ya da fırsatçılıklar hiç gündemimize gelmeden, gereğini yaparız. Bugün de aynı fonksiyonu görebileceğimizi düşünüyorum. Önemli olan şu; kısa dönemli taktik stratejiler değil, uzun dönemli itibar ve değer oluşturmak… Bu anlayışla çalışmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum ama bence çok daha önemli bir durum; İş Bankası'nın böyle sonuçlar alıp, hem likit, hem güçlü, mali yapı ve aktif kalitesi itibarıyla sağlam bir bilançoya sahip olması, bu iş anlayışına sahip olması, sadece kendisi için avantaj değil, böyle zor dönemlerde bu ülke için de önemli, bu ülkeye dair de bence çok kıymetli bir anlam ifade ediyor. Dolayısıyla biz aynı anlayışı sürdürerek, bu yılın ilk yarısında olduğu gibi, sonuçları bu felsefeye dayalı olarak çalışmaya devam ediyoruz, edeceğiz."

Artan terör olaylarının bankanın bölgedeki faaliyetlerini nasıl etkilediğine dair soru üzerine, kurum olarak hep söyleyegeldikleri "uzun dönemli taahhüt" ifadesi ile aslında zor dönemlerde taahhüdün ne kadar korunabildiğine işaret ettiklerini dile getiren Bali, memleketin herhangi bir parçasında taahhütlerini hiçbir suretle geri çekmediklerini ve olağan politikalarını, hedeflerini yürüttüklerini söyledi.

Adnan Bali, "Aynı şey, bu bölge (Güneydoğu Anadolu) için de geçerlidir. İçinde bulunduğumuz koşullar, güvenlik sorunları bu anlayışımızın kısa dönemde karşılığını bulmasına izin vermeyebilir, ama biz hedefimizi korumaya ve mümkün olduğu ilk andan itibaren kaldığımız yerden ne gerekiyorsa onu yapmaya devam ederiz. Bu, bir duraksama anlamına da gelmez" ifadelerini kullandı.

- "2015 sonu itibarıyla hedeflerimize erişebileceğimizi düşünüyorum"-

Ekonominin büyüme hızında bir yavaşlama olduğunu, hatta bunun 2012'den bu yana devam ettiğini hatırlatan Bali, global anlamda da bakıldığında buna paralel veya bunu olumsuz etkileyen bazı faktörler bulunduğunu belirtti.

Bali, örneğin ABD'nin değişen para politikasının giderek netleşme eğiliminde olmakla birlikte, bunun bir faiz artırımına işaret etmesi nedeniyle gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarını olumsuz etkileme riski ve Çin'deki yavaşlama gibi dış etkenlerin söz konusu olduğunu anlattı.

Bölgede yoğunlaşan ve siyasi anlamda da çok önemli boyutları olan jeopolitik sorunlara dikkat çeken Bali, şöyle devam etti:

"İçinde bulunduğumuz, kahrolduğumuz terör sorunu… Bunları düşündüğümüz zaman aslında hiç bu derecede sert olacağını ummadığımız bir son çeyreğe doğru gidiyoruz. Biz ekonomi için yüzde 3 civarında bir büyüme öngörüyorduk. Kendi büyüklüklerimizi de bu çerçevede belirlemeye çalıştık. Şu anda gördüğümüz bazı öncü göstergeler, açıklanan bazı veriler çerçevesinde, özellikle sanayi üretimi gibi, yüzde 3'e yakın bir büyümenin yine de gerçekleşeceğini düşünüyoruz. Biz kendi büyümemiz açısından 2015 başında açıkladığımız, yatırımcılarla paylaştığımız hedeflerimizde bir revizyon yapmadık. 2015 sonu itibarıyla bunlara erişebileceğimizi düşünüyorum."

- "Radarımızda potansiyel ifade eden, gelecek vaat eden ülkeler var"-

Bankanın yurt dışı faaliyetlerine ilişkin de bilgi veren Adnan Bali, Türkiye'nin ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerinin yoğunlaştığı ülke ve bölgelerde faaliyet içinde olduklarına değinerek, son dönemlerde bu konuda atak bir strateji izlediklerini belirtti.

Bugün 14 ülkede faaliyet gösterdiklerini hatırlatan Bali, İşbank Rusya'nın 10, İşbank Gürcistan'ın 2 şubeyle faaliyet gösterdiğini, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki şubelerle birlikte 17 şubesiyle İşbank AG'nin hizmet verdiğini aktardı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde 16 şubeyle en fazla şubesi olan özel banka konumunda bulunduklarını vurgulayan Bali, İş Bankası'nın Londra, Bahreyn, Kosova ve Irak'ta şubeleri bulunduğunu, Mısır ve Çin'de temsilcilikler ile de oldukça yaygın bir ağa sahip olduklarını söyledi.

Bali, bu konudaki iş planlarına dair de şunları kaydetti:

"Radarımızda da potansiyel ifade eden, gelecek vaat eden ülkeler var. Türk iş adamının gerek ticaret gerek üretim yoluyla daha derin ilişkiler tesis ettiği piyasalarda müşterilerimize hizmet etmek, o piyasaların ihtiyaçlarını karşılamak, müşterilerimizi izlemek ve müşterilerimize öncülük etmek istiyoruz. Azerbaycan çok uzun süredir radarımızda, oradaki çalışmalarımız sürüyor. Bunlar çok kısa dönemli çalışmalar olmak durumunda değil. Giriş bariyeri anlamında çok özel engelleri olmayan, biraz evvel saydığım kriterler çerçevesindeki piyasalar ilgi alanımızda. Çok esnek politikalarımız var ve bu esnek politikalar, o piyasanın da mevzuat dahil ticari gereklilikleri dikkate alınarak şube açılmasını gerektiriyorsa şube, bir satın alma fırsatı varsa banka satın alma şeklinde, hatta lisans başvurusunda bulunarak bu şekilde bir banka oluşturma, kurma şeklinde de olabiliyor. Ama şunu da ifade etmeliyim ki; içinde bulunduğumuz konjonktür, bu konuda maalesef arzuladığımız kadar atak bir politika yürütmeyi gerçekçi olmaktan çıkardı."

Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, "Performansımızın geçmiş dönemlerimizdeki krizlerle kıyaslandığında ciddi bir makroekonomik sağlamlığa ve finansal sistemdeki güce dayanarak korunduğunu görüyorum. Ancak bu ilanihaye sürebilecek, riske de edilecek bir şey değildir" dedi.

Bankanın 91. kuruluş yıl dönümü kapsamında AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Bali, Türkiye'de bir seçim olgusunun bulunduğuna işaret ederek, iç ve dış siyasi konjonktürün olağanüstü bir belirsizliğe girdiğini söyledi.

Güvenlik sorunlarından jeopolitik sorunlara kadar birçok unsurun bir arada bulunduğuna dikkati çeken Bali, "Biz böyle bir ortamda tabii ki ön çalışmalarımızı başlatmış durumdayız, rutin takvimlerimiz var. İşimize gücümüze bakmaya devam ediyoruz. Ama bu faktörlerin yaratabileceği sapmaları ve bu belirsizlikleri de hesaba katmadan bir program öngörüsünde bulunmak, bir program öngörüsü geliştirmek hem mümkün değil, hem de yapmaya kalkarsanız gerçekçi değil" şeklinde konuştu.

Şu anda farklı senaryolar üzerinden çalışmalarını sürdürdüklerini belirten Bali, şöyle devam etti:

"Bunun içinde bugünkü senaryolar var, olumluya doğru olan senaryolar var. Bugünkü olumsuz koşullara rağmen belirli sonuçların elde edilmesi, gerçekten çok önemli dayanıklılıklara ve finansal sistemin gücüne dair önemli işaretler veriyor diye düşünüyorum. O yüzden bu senaryolara bakarak hareket edeceğiz. Çok da olumsuz ve karamsar düşünmemek lazım. Neden? Bunu ben temenni olsun diye söylüyor değilim. Bu ülke, bu tür problemleri hiç yaşamamış değil. Ciddi, derin de bir siyasi tecrübesi var, ekonomik olarak da maalesef ciddi bir kriz tecrübesi var. Global kriz sırasında Avrupa ülkeleri veya diğer ülkelerdeki yönetim performansı açısından yalpalamaları gördük. Türkiye, öyle bir ülke değil. Türkiye, profesyonel yönetim anlamında kamu dahil, özel sektör kuruluşları dahil çok önemli bir kaliteye sahip."

- "Sistemin dayanıklılığı finansal sistemin gücünden geliyor"-

Bali, Türkiye'nin 2001 krizinde siyasal sorunları yaşarken, aynı zamanda çok daha ağır olumsuz makroekonomik göstergelere sahip olduğunu hatırlatarak, şu değerlendirmeyi yaptı:

"Mesela borçlanma oranımız açısından Maastricht kriteri yüzde 60, bizimki yüzde 30'a yakınsıyor. Bütçe açığının GSYH'ye oranı yüzde 1,5'in altında bulunuyor. Bu da yine son derece olumlu… Geçmişte kamu borçlanmasının çevrilmesiyle ilgili meşhur tartışmalarımız vardı. Ortalama vadesi 3 ay, 4 aylara inmiş ve her Hazine ihalesinde, 'Hazine borçlanabilecek mi borçlanamayacak mı' tartışmalarının olduğu bir dönem söz konusuydu. Bankacılık sistemi, özkaynağının üzerinde açık pozisyon taşıyordu. Bugün baktığınızda bankacılık sisteminin özkaynağı 100 milyar dolar seviyesinde, buna karşılık finansal kesimin bir açık pozisyonu yok.

O yıllarda ise aşağı yukarı 10 milyar dolar civarındaki bir özkaynakla gayriresmi birtakım verilerle de birlikte, finansal sistemin 30 milyar doların üzerinde açık pozisyona sahip olduğu düşünülüyordu. Yani yüzde 30 devalüasyon olsa, sistemin bütün özkaynağı gidiyor demek bu. Şimdi oldu. Yani sistemin bu refleksleri verebiliyor olması, finansal sistemin gücünden geliyor. Mayıs 2013'ten bu yana sepet bazında devalüasyon yüzde 46 civarında, 50'ye yakın, dolarda yüzde 60… Bu çok önemli. Bunun henüz bütünüyle hasarsız olup olmadığını, şu anda belirli bünyelere ne oranda hasar verip vermediğini bilmiyoruz. Bu noktaya gelinceye kadarki performansımızın geçmiş dönemlerimizdeki krizlerle kıyaslandığında ciddi bir makroekonomik sağlamlığa ve finansal sistemdeki güce dayanarak korunduğunu görüyorum. Ancak bu ilanihaye sürebilecek, riske edilecek bir şey de değildir. Öyle bir lüksümüz yok. Biz buralara kolay gelmedik."

- "Reytingi korumak, çok önemli ulusal bir stratejidir"-

Türkiye'nin 20 yıl civarında süreyle yeniden "yatırım yapılabilir ülke" notu edinmeye çalıştığını anımsatan Bali, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Geçmişte bunu kaybettikten sonraki dönemde memur maaşlarını dahi ödeyip ödeyemeyeceği tartışılan bir Hazine vardı. Böyle bir tablodan bugüne çok önemli iyileşmeler sağladık ki ancak 20 yıla yakın sürede tekrar 'yatırım yapılabilir ülke' notunu alabildik. Bir iki yıl içinde bunun tartışılır hale geldiğini görüyorum. Üzülmemek mümkün değil. Ben bunu niye çok önemsiyorum? Bunu sıklıkla ifade ettim; 'bu ülkenin reytingi çeyizidir, sandıklarda saklanmalıdır' dedim. Niye? Çünkü bu ülkenin devletinden kamu kuruluşlarına, özel sektör kuruluşlarına, hane halkına kadar borçlanma maliyetidir bu… Bu ülkenin sermayesi kıt, tasarruf oranları kıt… Ne yapacaksınız? Dış kaynak kullanarak bu ülkenin dinamik ihtiyaçlarını karşılayacaksınız, genç nüfusu işli kılacaksınız. Bunu yapabilmek için dış kaynak kullanmanızın maliyeti sizin doğrudan reytinginiz… Onun için bence reytingi korumak, çok önemli bir ulusal stratejidir, milli bir stratejidir ve buna göre hareket etmek gerekir. Genel mahiyette bakıldığında ben bütün bunları, bu makroekonomik göstergeleri daha fazla riske etmeden yönetmek için hepimizin gayret sarf etmesi gerektiğini düşünüyorum."

- "Rekabetten güç alırız, korkmayız, ürkmeyiz"-

Bazı yabancı bankaların Türkiye'den çıkışı, buna karşın bazılarının gelişine ilişkin de görüşlerini aktaran Bali, Türkiye'nin genç ve dinamik nüfusuyla birçok alanda penetrasyon oranları bakımından halen potansiyel barındırdığını, bundan dolayı farklı ülkelerden farklı sektörlere ilgi olduğunu söyledi.

Adnan Bali, sektördeki yabancı çıkışına ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:

"Türkiye piyasası, özellikle finans açısından bakıldığında birçok doymuş piyasaya göre, Avrupa Birliği'ndeki ülkelerden, Uzak Doğu'dan, daha cazip getiriler sunuyor iken bunlara erişebilmek için stratejik bir pozisyon alınmış, ancak yeteri kadar realize edilememiş olabilir. Ben açıklıkla ve gururla söyleyebilirim ki Türk finansal piyasasının yerli aktörleri hiç kolay değildir. Rekabetten güç alırız, korkmayız, ürkmeyiz. Ama Türk finansal sisteminin bugünkü insan gücü sermayesi, bugünkü teknolojik altyapısı, hatta fanteziye kadar kaçan finansal hizmet uygulamalarındaki çeşitliliği, şube ağı, şube dışı dijital kanallar üzerindeki olağanüstü konsantrasyonu, kamusu, özeli dahil… O bakımdan bakıldığında evet burada bir potansiyel var. Ama bu potansiyeli, hangi rekabette kimin alacağı ayrı bir konudur. O konuda da yerel oyuncularımız hiç kolay değildir."

- "Piyasalar açısından en olumsuz senaryo belirsizlik ve öngörülemezlik"-

Türkiye ve uluslararası piyasalardaki dalgalanmalara dair değerlendirmeler yapan Bali, piyasalar açısından en olumsuz senaryonun belirsizlik ve öngörülemezlik olduğuna dikkati çekerek, "Ondan daha kötü bir senaryo yok" dedi.

Uluslararası konjonktür bakımından ise ABD dolarının değer kazandığı bir türbülansın söz konusu olduğunun altını çizen Bali, 2015 sonbaharından itibaren bir faiz artışının tedrici de olsa başlaması durumunda dış konjonktürün belirli bir hal alacağını ifade etti.

Bali, "Dolayısıyla gerek dış konjonktür ve gerekse seçim sonuçlarının alınacak olmasına bağlı olarak iç konjonktür bakımından 2016'yı daha belirli bir yıl olarak görüyorum. Bunlar, şu anda belirsiz olan konuların hem içerde hem dışarda belirli bir hale geleceği döneme işaret ediyor. Her birimizin farklı görüşleri olabilir, ama belirli hale gelmiş senaryoda işlerimizi yapabilir olacağız. Bu da örneğin yüzde 4 civarında bir büyümeye Türkiye'de 2016 yılında ulaşmaya çok uygun bir senaryo anlamına gelebilir" şeklinde konuştu.

Bali, Türkiye'de haziran seçimleri nedeniyle yılın ilk yarısında ciddi bir şekilde ertelenmiş talep bulunduğunu, ekonomik ve siyasi konjonktür açısından belirsizlikler ortadan kalktığında ertelenmiş talebin aktive olacağını belirterek, şöyle devam etti:

"Bu, geçmiş dönemlerde sağlanamamış bir potansiyeli, talebi açığa çıkarmak suretiyle onu bir anlamda ikame edici bir büyüme, bir çeyreklik, iki çeyreklik büyüme ivmesi kazanılması sonucunu doğurabilir. Biz bunu 2008 son çeyreğinden sonra gördük. Görmediğimiz bir şey değil, çünkü Türkiye'nin esnek bir ekonomisi var. Önemli olan belirsizlik faktörlerinden arınacağımız bir döneme giriyor olmamız. Bu dönem kendi içinde ciddi zorluklar barındıracak. Meslek erbaplığı da burada. Oturup çalışacağız, bakacağız, yöneteceğiz."

- "Finans sektörünün cazibesinin düşürülmesi, karlılık sorunu olarak görülmemeli"-

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, sektöre yönelik makroekonomik tedbirlere ilişkin ise ülkelerin enerji, savunma, finans gibi stratejik sektörleri bulunduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti:

"Finans niye stratejiktir? Hatırlayınız, 2007-2008'e doğru giden dönemde finans kesimine çok ciddi bir yabancı sermaye geldiği sırada, bu ülkenin bütün aktörleri olarak 'acaba bu bir risk doğurur mu, ekonomik açıdan sıkıntılı bir döneme girildiğinde aşırı artan yabancı payı finans sektöründe ülke açısından orta ve uzun vadeli riskler yaratır mı?' diye tartışmıştık. Finans, bu bakımdan stratejiktir, önemlidir. Makro ihtiyati tedbirlerin dozunun kaçması suretiyle, düzenlemelerle, başka nedenlerle veya cezalarla finans sektörünün cazibesinin düşürülmesi, o sektörde faaliyet gösteren kuruluşların karlılık sorunu olarak görülmemeli. Çünkü daha az kar edip etmemek ya da daha çok kar edip etmemek sorunu olarak değil, finansın stratejik bir sektör olarak fonksiyonunu görüp göremeyeceğine göre bakmamız lazım."

Bu konuda belli, basit aritmetikler bulunduğuna işaret eden Bali, finans sisteminin, elde ettiği karları ortaklarına resmi otoritenin de belirlemiş olduğu kurallar ve politikalar çerçevesinde sınırlı düzeyde dağıttıktan sonra kalan kısmı özsermayesine ekleyip ilave iş yapma kapasitesi yarattığını vurguladı.

Bunu ülkenin hane halkının finansmanından, küçük orta boy işletmelerinden en büyük işletmelerine kurumsal firmalarına ve çok büyük ölçekli yatırımlarına, proje finansmanlarına ayırdığını kaydeden Bali, "Bu sektör elde ettiği karları buharlaştırıyor değil ki… Makro ihtiyati tedbirlerin banka karlılıkları üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi bir anonim şirketin karlılık performansıyla sınırlı olamaz. Öyle bir lüks yok. Karları listelerken özkaynakları neden listelemiyoruz? İş Bankası'nın bugün 30 milyar liraya yakın özkaynağı var. Biz bugün bu şubeleri kapatsak, bu Bankamatikleri iptal etsek, İşCep, mobil bankacılıktır hepsini bıraktık, 25 bin insanın istihdamından da vazgeçtik, rantiye olmaya karar verdik. Yüzde 10'dan 3 milyar lira eder kazancımız" diye konuştu.

- "Bankacılık da kredi de popülizme gelecek iş değil"-

Bankaların karlarını açıkladıktan sonra özkaynaklarla mütenasip olarak kıyaslanmaksızın, elde edilen karları mutlak büyüklük olarak sıraya dizip yine 'karlar şöyle elde ediliyor, böyle elde ediliyor' dendiğini ifade eden Bali, "Ben bu konuda geçmişte biraz da ironik olarak 'bu albüm satar, bunun alıcısı hazır, alıcısı hazır olduğu sürece de bu albümü sürekli olarak piyasaya sürebilirsiniz' demiştim. Ama konu bu değil. Bence bankacılık da kredi de popülizme gelecek iş değil. Biz bu sektörün önemini, özellikle zor koşullarda aldığı fonksiyonları, onları da doğru almasını gözetebiliyor olmalıyız. Buralarda sadece ortaya konulan mevzuat, çerçeve değil, onun dışında olağanüstü öngörülemeyen, sürekli gider yaratan durumlarla yaşıyoruz ve bu bizim mevcut işimizi yapmamızı engelleyecek bir doza ulaşmış durumda" dedi.

Adnan Bali, bugün mevcut yasal çerçeve ile mevzuatın gereklerinin aksine karar alma durumunda olan tüketici hakem heyetleri sorununun çözülemediğine dikkati çekerek, sözlerini şöyle tamamladı:

"Sektör olağanüstü şekilde esasen doğru olmayan tazminler yapmak durumuyla karşı karşıya bırakıldı. Yabancı yatırımcılar da bankacılık sektörünün geleceğine dair piyasa değeri bakımından bu unsurları dikkate almış durumdalar. Bugün borsa endeksindeki genel performanstan çok daha fazla değer kaybetti bankacılık endeksi… Neden oluyor bu? Çünkü yatırımcı açısından artık pek cazip bulunmuyor. Bu, sektör açısından da bu ülke açısından da iyi bir şey değil. Bizim kendimize çeki düzen vermemiz gereken yerlerin olmadığını da kimse söyleyemez. O tedbirleri alma noktasında bugün oyuncuların hiçbirinin farklı bir iradesi olduğu kanaatinde de değilim."

AA