Advertisement

Trump’ın Hillary Clinton ile seçim yarışına girdiği dönemde ve öncesinde Rusya üzerinden seçimlere müdahale edildiği iddiaları, tüm dünyada en çok tartışılan konulardan biri. 

Geçen hafta Facebook ve Twitter’dan gelen açıklamalar ile öğrendik ki, Rusya destekli kurumlar, Facebook’ta sahte hesaplar açmış. Bu hesaplarla Clinton kampanyasını “trollemiş”.

Verdikleri reklamlarla ulaştıkları ABD vatandaşı sayısı 126 milyona ulaşmış. ABD nüfusunun yaklaşık %40’ına erişmişler.

Twitter üzerinden de 2.700 hesap açıp, bunları da reklamlarla öne çıkarıp benzer şekilde hareket etmişler.

Trump’ın seçilmesine çalışmışlar. Şimdi soru, bundan Trump kampanyasının haberi olup olmadığı.

Benzer tartışma, Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Macron üzerine de yaşanmıştı.

“Bize ne” diyebilirsiniz.

Demeyin.

Ben bu haberleri okurken, Türkiye ve Yüksek Seçim Kurulu geldi aklıma.

“Sosyal medyaya gelene kadar ohooo” diyenleri duyar gibiyim.

Trafoya kedi girmesinden, mühür belirsizliğine, Kurul’un aldığı ve almadığı kararlar hep tartışmalı. (Yeri gelmişken, Türkiye’de kurumların itibarını da tartışalım mı bir yazıda?)

Şimdi bunlara bir yenisinin eklenip eklenmeyeceğini tartışalım.

Diyelim ki, hükümetin savunduğu görüşe yakınsınız ve Türkiye’nin yurtdışından yoğun baskı gördüğünü düşünüyorsunuz.

Seçim aşamasına gelindiğinde, yurtdışından benzer şekilde Türkiye’deki seçimlere müdahale edilmesi mümkün olamaz mı?

Acaba Yüksek Seçim Kurulu’nun bu tür müdahaleleri seçim aşamasında takip edebilecek, tespit edebilecek ya da engelleyebilecek bir mekanizması veya mevzuatı var mı?

Ya da muhalifsiniz.

Hükümetin algıyı kontrol altına almak üzere içerden-dışardan bu yolla destek gördüğünü düşünüyorsunuz.

Sonuç ya da özne değişir mi?

Sığınabileceğiniz kontrol mekanizması yine YSK değil mi?

Yüksek Seçim Kurulu’nun bu durumu nasıl takip ettiğine ya da edebileceğine dair bir bilgi var mı?

Benim Ankara’daki kaynaklarla konuştuğum kadarıyla yok. YSK’nın referandum ile başlayan tartışmalardan kurtulmasının yollarından biri, bu alanları düzenlemeye çalışmak olabilir.

Obama’nın en başarılı seçim kampanyasını yöneten David Plouffe, Facebook ve Twitter üzerinden yaptığı kampanya ile seçimin kaderini değiştiren isimlerden biri olmuştu. Türkiye’ye geldiğinde kendisiyle sohbet etme şansı bulmuştum.

Şöyle demişti:

“Herhangi bir siyasi parti seçmen sayısının yaklaşık %10 kadarını sosyal medya üzerinden kendi adına harekete geçirebildiğinde (eğer gerçekten kampanya için çalışmaya aktif olarak başladılarsa), toplumun geri kalanını ikna etmeyi başarıyor.

We Are Social ve Hootsuite işbirliğiyle hazırlanan rapora göre, Türkiye’de 48 milyon aktif sosyal medya kullanıcısı var. 42 milyonu aktif mobil sosyal medya kullanıyor. Telefonla sosyal medya kullananların yıllık büyüme hızı %17.

Dolayısıyla insanların duygularını harekete geçirmede, sosyal medyanın tetikleyici özelliğini yadsımak mümkün değil.
Elbette yapı açısından Türkiye ile ABD arasına kalın çizgiler çekmek gerekiyor.

Türkiye’de her siyasi görüşün kendi savunucuları, trol hesapları, tetik çekenleri, sevmediğini linç edenleri var. Dünyada da böyle, ama bizdeki kutuplaşmanın yoğunluğu, orayı daha büyük bir mücadele alanına çeviriyor.

Yani YSK çıkıp “Ben hangisiyle mücadele edeceğim? Sadece kendi sistemimi güvenli tutmaya odaklanabilirim” derse, haklı olabilir.
Ama iki turlu olacak bir seçimde sosyal medya üzerinden yaratılacak kanaat değişiklikleri, sonuçlar üzerinde hiç beklemediğimiz etkiler üretebilir. 58 milyon seçmenin oy kullanacağı bir seçimde, %1 580 bin oy demek. Bunun çok üzerinde sosyal medya takipçisine sahip bir sürü hesap var çevremizde.

Eğer gerçekten de isteğimiz demokrasi terazisinin hassas tartmasını sağlamaksa, burada dış etkenlerin dengeyi bozmasına müsaade etmemek gerekiyor.

Türkiye’de her kurumun kapsamlı bir takip ve bilişim altyapısına ihtiyacı var. Ama en çok Yüksek Seçim Kurulu’nun var. Bilgisayar sistemlerinin kırılamayacağına, dışarıdan müdahaleye (hackerlar) tam anlamıyla kapalı olduğuna emin olabilmeliyiz. Aynı şekilde seçim süreçlerinin dış müdahale ile yönlendirilemeyeceğine dair kanaat de, istisnasız, toplumun her bireyinde hasıl olabilmeli ki, demokrasinin tecelli ediş şekli artık sorgulanmasın.

Sandıktan çıkan sonucun, kendi seçtiğimiz sonuç olduğundan emin olalım.