Advertisement

Gelişmekte olan ülkelere musallat olmuş bir hastalık, Orta Gelir Tuzağı.. En basit tanımıyla bir ülkenin kişi başına düşen milli gelir seviyesinde yükselme trendinin sonlanıp daha yatay bir seviyede seyretmesi... Tabii bu bir sonuç. Sebeplere dönüp bakarsak en başta rekabetçiliğin kaybedilmesi yatıyor. Tarım toplumundan sanayii toplumuna geçerken verimlilik de artıyor ve bu ilk etapta gelire hızla yansıyor.  Ancak öyle bir noktaya geliniyor ki, hem katma değeri düşük ürünlerde daha ucuz iş gücü sunan ülkeler ile; hem de teknoloji ve yenilikçiliğe dayalı ürünlerde daha başarılı ülkeler ile yarışmak gittikçe güçleşiyor.

Dünya Bankası kişi başına düşen milli gelir istatistiklerini baz alarak; sizin için ufak bir karşılaştırma yaptım. Tam krizden bir önceki seneden itibaren bizimle bazı açılardan aynı “lig”de yer alan ve başlangıç değerleri birbirlerininkine yakın 5 ülkeyi, Türkiye ile birlikte inceleyelim...

Bin USD    2007     2008       2009     2010       2011      2012      Ortalama
Türkiye     9.312    10.397    8.626    10.135    10.605    10.666    9.957
Brezilya    7.194    8.623      8.373    10.978    12.576    11.340    9.847
Rusya      9.146    11.700    8.616    10.710     13.284   14.037    11.249
Meksika   9.191    9.560      7.691    8.885        9.717     9.749    9.132
Şili         10.383    10.672  10.120    12.685    14.513    15.452    12.304
Malezya    7.218    8.460     7.278    8.754      10.058    10.432    8.700

Bu rakamları değerlendirirken, doğal kaynaklar açısından daha şanslı olan ülkelerin bu avantajlarını da tabii ki unutmamak lazım. Performans açısından ise Şili sanki tuzaktan çıkışı bulmuş gibi gözüküyor.

Türkiye şu anda bu tuzağa yakalandı mı diye merak ediyorsak, en azından şu göstergeleri (anlıktan ziyade yıllar bazında trend olarak) incelemeliyiz: Sanayi üretimindeki değişim yüzdesi, işgücüne katılım ve işsizlik oranları, cari açık, ülkeye para giriş çıkışları, tasarruflar ve yatırımlar.  “Mili Gelir Artışı / İhracat Artışı” oranı da epey fikir verecektir.

Peki tek tuzak Orta Gelir Tuzağı mı? Hayır. Zaten herşeyi daha da ilginç kılan zaten bu. Şimdi diğer tuzakları tanıyalım:

-Yoksulluk Tuzağı (Poverty Trap)

Yoksulluk tuzağı, ulusal seviyede yoksulluğun nesilden nesile adeta bir genetik miras gibi aktarıldığı durumlar için kullanılan bir tabir. Eğer bu döngüyü kırabilecek hamleler yapılamıyorsa işte o zaman orta gelirli ülkeler veya gelişmekte olan piyasalar ligine yükselemiyorsunuz. Haliyle herşeyin başlangıcı sermaye. Sermaye bulunursa, çıkış yolu da bulunabiliyor. Ancak yoksulluk tuzağından çıkış için reçete sadece ekonomide yapılacak reformlar değil. BM İnsani Gelişmişlik Endeksinde temel belirleyici olan bazı sosyal alanlarda da atılım yapmak şart: Eğitim, sağlık, altyapı, çevre diye başlayıp listeyi uzatabiliriz. Bazı ekonomistler, gelişmiş ülkelerden gelecek yardımların yeterli düzeyde olması durumunda sermaye başta olmak üzere yukarıdaki alanlarda gelişim sağlanabileceğini savunuyorlar. Ancak yardımın tutarı, yöntemi (nakdi – ayni) ne olacak, nasıl kullanılacak, ne kadar sürekliliği olacak gibi birçok kritik belirleyici de söz konusu. Kısa vadeli enjeksiyonlar değil, uzun vadeli yapısal reformlarla sürdürülebilir başarı sağlanabilir.


-Refah Tuzağı (Welfare Trap)

Tüm tuzaklar arasında benim açık ara favorim “Refah Tuzağı”. Yoksullukla mücadele ve toplumun genel refah seviyesinin yükseltilmesi batılı ülkelerin uzun süredir önemli mesafeler katettikleri bir alan. Ama son dönemlerin çok tartışılan konusu şu: Acaba biraz fazla mı ileri gittiler? Bu ülkelerde sosyal güvenlik sistemi ile hayatlarını sürdüren çok sayıda insan var. İşsizlik fonu ile geçinmek, hele hele küresel ekonomideki uzatmalı türbülans ikliminde ilk bakışta gayet anlaşılır bir durum. Peki ya öyle bir noktaya gelinir de, bu insanlar iş bulabilecek olsalar bile işsiz kalıp fon ile yaşamayı sürdürmeyi tercih ederlerse? Eldeki sosyal faydalara veda etmek anlamına gelir kaygısıyla buldukları işleri dahi geri çeviriyorlarsa? Üstelik sağlanan imkanları sadece doğrudan nakit ile sınırlı düşünmemek gerekiyor. Örneğin tıbbi yardımlar gibi birçok farklı destek de sunuluyor. Haliyle vergi de vermiyorlar. Böyle olunca da gönüllü işsizler diye, işvereni de sosyal devlet olan bir topluluk ortaya çıkıyor. Burada bir sayı vermek çok kolay değil, ama bazı istatistiklere de dayanan ortak kanı; problemin bu tarz bir tercihe yönelenlerdeki sayının artışı olduğu için önem arz ettiği. Canla başla çalışan, vergisini veren bireylerin gözüyle resme baktığınızda toplumsal bir gerilime çanak tutabilecek potansiyele sahip bir durum.

İşte bu sebeple, Refah Tuzağı şimdiden batılı parlamentolarda siyasi tartışmalar arasında öncelikli konular arasına girdi. Amerika, İngiltere ve birçok Avrupa ülkesi bunu konuşuyor. Çözümü de öyle kolay değil. Çünkü geçmişte epey çetrefilli modeller kurmuşlar. Geriye dönük düzenlemeler yapmak sadece bu modelin karmaşılığından değil, siyasi aritmetiğin zorlu patikalarından da geçiyor.

Sonuç:

Bizden fakir ülkelere bakıyorum: Yoksulluk Tuzağı çok daha ürkütücü geliyor. Bizden zengin ülkelere bakıyorum, Refah Tuzağı gibi absürd denilebilecek bir durumun içine düşmüşler. Biz de kendi tuzağımızı çok güzel bulmuşuz: Orta Gelir Tuzağı.  Gene de insan diğerleri ile mukayese edince, “İlla ki bir tuzak varsa, bari Refah Tuzağı olsun” diyor. Çünkü tuzak parantezine de alsak önemli olan başına gelen o ilk kelime, daha net bir tanımla: Yoksul – Orta Halli – Zengin.

Tüm bu tartışılanlar beni çok uzun yıllar öncesine, okul yıllarına kadar götürdü. Biraz Keynescilik gibi olacak ama eskiden oturup likidite tuzağını konuşurduk. Şimdi ekonomideki tuzaklar bile değişti. Bakalım yarın hangi tuzakları önümüze serecek…