Advertisement

Herkes aynı şeyi söylüyor: 2014’te yeniden gelişmiş ülkelere dönecek. Türkiye’de ise nüfus artış hızı yavaşlıyor. Döviz kurlarında hatırı sayılır bir yükselme yaşadık. Türk işgücü göreceli rekabet avantajını kısmen yitirmiş durumda. İş dünyasında bir kesim ise doygunluk kelimesini sıkça kullanır hale geldi. Şu anki resim, Türkiye’nin müthiş bir potansiyeli olduğu gerçeğini değiştiremez ancak bununla birlikte bu durumun Türk iş adamları için nasıl bir anlamı olabilir? Yanıt basit: Özellikle, büyümek isteyen firmaları artık yurtiçi tek başına mutlu edemeyecek.

Şartlar böyle olunca, bir yandan gelirleri arttırmak, bir yandan da risklerini azaltmak isteyen firmalarımız için yurtdışına açılmak ve faaliyet gösterilen pazarları çeşitlendirmek birincil öncelik haline geldi. Ancak bu atılımı sadece klasik ihracat sınırları içinde tanımlamak gerçekçi gözükmüyor. En azından rakamlar bunu söylüyor bize. Nitekim 2012’de 153 milyar ABD Dolarına dayanan ihracat, 2013’de yaklaşık 152 milyar olarak gerçekleşti, yani durağan bir seyir izledi. Tüm ekonomisini ihracat üzerine modellemiş ülkeler var, orada rekabet kıran kırana. Diğer yandan, artık şirketlerimiz yabancı ülkelerde yaptıkları doğrudan yatırımlar ile dikkat çekiyorlar.

Bir zamanlar Avrupa’ya misafir işçi olarak giden vatandaşlarımız küçük işletmeler kurmuşlardı. Daha sonra bunu yurtdışında ihaleler alan inşaat firmalarımız izledi. Şu anda ise bambaşka bir görüntü ile karşı karşıyayız. Artık her alanda ciddi sınır ötesi yatırımlara imza atılıyor. En gözde sektör de hazır giyim perakendeciliği. Az buz değil… 100 civarı ülkede 3.000 kadar mağazadan bahsediyoruz. Kimbilir... Belki de 38 Milyar Dolar serveti ile dünyanın en zengin beşinci kişisi olan Inditex’in sahibi Amancio Ortega’yı örnek alıyoruzdur. Bankacılık ve finans alanında daha mütevazi bir tablo söz konusu. Turizm ve gastronomi sektöründe (otel, restoran, hatta marina işletmeciliği vb.) yatırımlar son dönemde artış kazandı. Bunun dışında özellikle üretim ve hızlı tüketim malları alanlarında; faaliyet gösterdikleri sektörlerde dünyada, en azından Avrupa’da ilk ona girmiş firmalarımız var. Daha üst sıraları hedefliyorlar ve sadece organik değil, yaptıkları ses getiren satın almalar ile inorganik olarak da yabancı ülkeleri operasyonlarına katıyorlar. Devlet de, başta Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması gibi uluslararası anlaşmalar ve yurtiçinde yaptığı yasal düzenlemeler – teşvikler ile firmalarımıza destek olmaya gayret ediyor.

Eğer doğrudan yabancı sermaye hareketlerini ele alırsak, aslında genelde daha popüler olan Türkiye’ye yapılan girişler. Diğer yandan, son dönemlerde çıkışlar da epey ilgi görmeye başladı. Büyük fabrika yatırımları, açılan mağazalar, satın alınan önemli yabancı markalar, biraz da kamuoyunun gururunu okşadı dersek yalan olmaz. 2008 yılında OECD rakamlarına göre yaklaşık 18 Milyar ABD Doları olan Türkiye’nin yurtdışına doğrudan yabancı yatırım stoğu, 2012 yılı sonunda 30 milyar Dolara merdiven dayamış durumda. (2000 yılında bu rakam 4 milyar Dolar bile değildi). 2008 küresel krizinden sonra bir miktar gerileme trendine girildikten sonra, 2011’de tekrar çıkış yakalandı.


Türkiye’nin Yurtdışına Doğrudan Yabancı Yatırımları (Milyar ABD Doları)

2008    2009    2010     2011     2012    2013 (ilk 6 ay)

2.5        1.6        1.5       2.3       4.1            1.4

Ancak diğer OECD ülkeleri ile kıyaslandığında, bu gelişime rağmen halen daha alt sıralarda olduğumuzu görmekteyiz. Tabii ki daha büyük ve daha zengin ekonomiler bu tür yatırımları daha kolay finanse edebiliyorlar. Ayrıca belirli ticaret blokları içerisinde yer alanlar da bu avantajlarını kullanıyorlar. 2000 sonrası Türkiye’nin dünya ligindeki sıralamasına baktığımızda hep 40’lı basamaklardayız. Eğer gerçek anlamda küresel bir oyuncu olmak istiyorsak hem doğrudan yatırım girişlerinde, hem de çıkışlarında daha üstlere tırmanmalıyız. Nitekim Dünya Küreselleşme Endeksinde 139 ülke içerisinde 106. sıradayız. On seneden az bir sürede 10 basamak kadar ilerledik. (Depth Index of Globalization 2013 / Ghemawat). 2012 yılında yurt dışına yapılan doğrudan yatırımlar milli gelirin yüzde 10'una oranında gerçekleşti. Sermaye akımları kriterine göre göreceli olarak daha iyi bir dereceye sahip olmamız (82. sıra) sebebi; daha ziyade yabancıların Türkiye’ye olan yatırımları.

Bir de hangi ülkelere yatırım yapılacağı konusu var. DEİK’in bu konuda yaptığı güncel bir araştırmaya göre en çok yatırım yaptığımız 20 ülke, toplam yatırımların yüzde 78’ine denk geliyor. 2012’deki yatırımlarımızda ise ilk 10 ülke yüzde 90’lık bir hacmi oluşturmuş durumda. Bir yandan da portföyü zenginleştirme adına “farklı ülkelere yatırım”dan sıkça bahsediliyor. Gene de mevcut Pareto aşılır mı, kestirmek güç. Rota hangi ülkeler olursa olsun, 2014 ve sonrası için yurtdışı yatırımlar daha da ivme kazanırsa, bu kimseyi şaşırtmasın.