Advertisement

Gündem yoğun. İçeride " faiz, siyaset çekişmesi" dışarıda ise "ABD Doları'nın önlenemez yükselişi ve yarattığı artçı dalgalar" herkesin yoğunlaştığı mevzular. Bu konjonktürde biz de BloombergHT'de her iki konuyu da bütün tarafları ile işlemeye çalışıyoruz.

Bu yazıda ise biraz kafamızı kaldırıp bizim de ülke olarak içinde bulunduğumuz " Emerging Markets/ Gelişmekte olan ülkeler" cephesine bakıp, "bir devrin sonu mu geliyor? " sorusuna odaklanalım istiyorum.

Hatırlayacaksınız 90'ların sonu 2000'lerin başında BRIC (Brezilya, Hindistan, Rusya, Çin) fenomeni başlamıştı. Birbirianden binlerce kilometre uzaklıkta olan, ne ticari ne de stratejik olarak çok da bir benzerliği olmayan bu 4 ülke bir anda küresel sermyea piyasalarında "Best Seller" oldu. Dönemin Goldman Sachs stratejisti Jim O'Neil'in isim babalığını yapmış olduğu BRIC konsepti bir anda bütün yatırım bankalarının ilgi odağı oldu. Yüksek büyüme, tüketime aç insanlar, düşük varlık fiyatları bu 4 ülkenin milyarca dolarlık yatırım fonlarını kendisine çekmesine sebep oldu. Hatta BRIC fonları sayesinse aynı anda 4 ülkenin sermaye piyasalarına yatırım yapabilir hale gelindi. Bu ülkeler bu fonlar sayesinde çok ciddi sermaye çektiler. Öyle ki bir noktada biraz da IMF'e tepki olsun diye 100 milyar dolarlık sermaye ile BRICS (G. Afrika'da eklendi) bankası bile kurdular.
2000'li yılların başlarında piyasalar "emerging market" yatırımlarından çok memnundu. Öyle ki yatırım bankaları, BRIC ülkerinin sermaye piyasaları açtığı gibi MINST  (Malezya, Endonezya, G. Afrika ve Türkiye)  gibi ülkelerden oluşan yeni oluşumları da devreye soktu. 
Sonuçta bahsettiğimiz yıllar 2000- 2013 arası likiditenin bol olduğu ve özellikle de son 5-6 yılda fonlama kuru olarak kullanılan ABD Doları'nın değersiz olduğu dönemlerdi.

2013 Aralık ayında FED'in tahvil alım programını (tapering) sonlandırmaya başladığından bugüne yaklaşık 15 ay geçti. Bu süre içinde FED, aylık 85 milyar dolarlık tahvil alımını bitirdi ve piyasaları 2015'in ikinci yarısı gelebilecek bir faiz artırımına hazırladı. Bu süre içinde ABD Doları major kurlara göre ortalama yüzde 20'ye yakın değer kazandı. Dolar endeksi son 12 yılın zirvesine çıktı. Ancak tahvil faizlerinde şu ana kadar benzer bir yükseliş olmadı. Kısa vadeli tahvil faizleri bir miktar yükselmiş olsa da genel olarak ABD tahvil getiri eğrisi 2013 seviyelerine yakın.

Dolar faizleri henüz artmamış da olsa da  yatırımcı "emerging market" pozisyonlarından rahatsız

Şöyle bir geriye baktığımızda bir dönemlerin göz bebeği olan Rusya, Brezilya, Meksika, Türkiye gibi ülkelede para birimleri ABD Dolarına karşı tüm zamanların en düşüğünde.

Diğer yandan yine bir dönemlerin yatırımcılar için "portföyde olmazsa olmaz diyecekleri şirket tahvillerinin faizleri hızla iki haneli seviyelere yükseldi. Brezilya'nın en büyük enerji şirketi Petrobras'ın notu yakın zamanda 'çöp bono' seviyesine indirildi. Rusya'nın enerji devi Rosneft 21 milyar dolarlık kurtarma paketi için Rus hükümeti ile görüşüyor. Meksika'nın en büyüğü Panex ise 2 haneli borçlanma faizi ile boğuşuyor.

Yatırımcılar gelişmekte olan ülkelerin kısa vadeli borç yükünü gördüler.

Kamu tarafında işler yolunda gözükse de gelişmekte olan ülkelerin şirketleri özellikle son 5-6 yılda çok ciddi borçlanma içine girdiler.

Son 6 yılda Çin'in kısa vadeli borcu 100 milyar dolardan 850 milyar dolara çıktı. Brezilya'nın kısa vadeli borcu 50 milyar dolardan 112 milyar dolara çıkarken, Türkiye'nin borcu da 55 milyar dolardan nerede ise 2 katına, 95 milyar dolara yükseldi.

İyi haber şu ana kadar gelişen ülkeleden ciddi bir para çıkışı olmamasıydı. Bir ülkeden çıkıp diğerine gidiyor. Kötü haber ise yeni para girişinin son derece sınırlı olması.

Sonuç olarak...

FED'in faiz artışı ABD'yi yeniden " yüksek faiz - yüksek büyüme" trendine sokuyor. Bu trend de yavaş yavaş yatırımcılarım emerging market aşkının sönmesine neden oluyor.

Bir "emerging market krizi" bizi bekliyor demek içim erken ama "
balayı bitti"  demek için elimizde çok veri var.