Advertisement

NE YAZACAĞIM Kİ?

Farkındaysanız uzun zamandır yazı yazmıyorum. Çünkü yazacak fazla bir şey yoktu. Uzun zamandan beri gazetelerde köşe yazısı da yazmıyorum. Sebebi de şu: Yazacak bir şey bulamayıp da atom fiziğinden komplo teorilerine kadar uzanan konularda sığ yazı yazanlardan olmak istemiyorum.

Gözüme çarpan en önemli gelişmelerden biri İngiltere’de muazzam transferler yaparak Manchester United'ı paramparça ederek derbiyi kazanan Manchester CITY'nin Premier League'in tepesine oturmasıydı. Peki, kazanmak tek başına marka değerini artıran bir gelişme midir? Sanmam.

1992 yılında ismi Premier League olarak değiştiği zamandan beri İngiltere Ligi'nde MU 12 defa şampiyon olmuş. M CITY'nin ise bir tane bile Premier Leage başarısı olmadığı gibi, tarihinde İngiltere Liginde sadece 2 defa şampiyon olmuş. MU ise 19 şampiyonlukla uzak ara önde. Marka değerinde de elbette çok üst basamaklarda. İşin özeti, sadece para harcamakla marka değerini artırmak ya da istikrarlı başarıyı elde etmek mümkün değil.

İspanya Ligi'ne döndüğümüzde ise bayram münasebeti sebebiyle neredeyse her maçı seyrettiğimi söyleyebilirim. Barcelona ve Real Madrid haricindeki diğer takımların kalitesi o kadar düşük ki, seyir zevki veren tek şey sürekli hata yapmalarından dolayı ortaya çıkan pozisyon zenginliği. Son örnek ARDA TURAN‘ın da oynadığı Getafe-Atletico Madrid maçıydı, birbirinden hatalı defansların yedirdiği goller ve evlere şenlik bir penaltı (Arda TURAN‘ın mı hakemin mi hediyesi bilemedik) ile biten bir maç. Tam 5 gol var ama keçiboynuzu gibi futbol. Diğer taraftan özellikle Barcelona’nın Real haricinde oynadığı maçlarda en büyük eğlence artık "beraberlik olur mu" diye iddiaya girmek. Aksi taktirde açık fark bekliyoruz.

Türkiye’ye geldiğimizde paraların nasıl çar çur edildiği net olarak gözüküyor. Milyonlarca Euro harcayan yönetimlerin atladıkları nokta şu: Kendi şirketlerinde yatırımları emanet ettikleri insanlar işlerinin ehli insanlar. Kulüplerde ise bu büyüklükte yatırımları emanet ettikleri insanlar doğru insanlar değil. Organizasyon yanlış, bazı kulüp yöneticileri de her şeye karışmak istediği için işler sürekli karışıyor. Verim alınamıyor. Bir de çalışmak için değil de sadece Yönetim Kurulu üyesi olmayı basari saydığı için seçilenlerden iş çıkmıyor. Diğer taraftan kulüp aşkı için göreve seçilenlerin de Spor Ekonomisinin büyüklüğü ve karmaşıklığı karşısında bilgi/tecrübe eksikliği bulunuyor.

Kısacası para harcayarak başarı sağlama imkânı olmadığı gibi, dünyanın büyük takımları ile diğer takımlar arasındaki kalite ve mali güç farkı giderek açılmaya başladı. Kabiliyetinden daha fazla para alan BECKHAM gibi oyuncular yerine, artık atletik yetenekli muazzam yeni sporcuları bulma yarışı başladı. Sanal mecradan, akla hayale gelmemiş istihbarat ağları kullanarak başlatılan küresel sporcu avında, yine mali gücü yüksek ve yöneticileri kabiliyetli yöneticileri olanlar önde gidiyor. Türkiye’deki kulüpler bir sure sonra Avrupa'da işi bitmiş yada oradaki hayat nedeniyle raydan çıkmış genç futbolcuların sığınağı haline gelecek.

Böyle bir durumda, Türk Gencine örnek olacak sporcuyu Türkiye’de bulmak zorlaşacağından dolayı, Mesut OZİL gibi acı veren birçok hadise daha yaşayacağız. Son Milli Maç bize bu durumu gayet net şekilde göstermektedir.