Advertisement

Tarih boyunca spor kulüplerinin ortaya çıkış amacı, gençlerin enerjisini sportif amaçlı olarak olumlu bir yönetmek olsa da, din, dil, ırk veya siyasi düşüncelerin de etkili olduğu görüldü. Ancak para ve şöhret bazen bunların bile önüne geçti. Hele konu futbol olunca.

Kim ne derse desin İngilizlerin "Ata sporu" olarak tarif edilen futbol, en rasyonel anlamda yine İngiltere'de ele alındı. Dünya 20. Yüzyılda peş peşe iki savaşla boguşurken bile, İngiliz Kulüplerinin şirketleşme ile ilgili hamlelere başladıklarını görüyoruz. Ancak soz konusu şirketleşmenin esası o kadar düzgün ve kulüplerin kuruluş amacına o kadar yakın kurulmuş ki, bugün sadece Premier Lig takımları değil, alt liglerdeki birçok takım hem yeteri kadar taraftar hem de alt yapı için yeteri kadar genç bulabiliyor.

Şimdiki durumlarına bakıp sakın aldanmayın, sirketlesme konusunda en geç kalmış ülkeler olan İspanya ve Portekiz, bir zorunluluk olarak gördüğü bu süreci hem üyeleri hem de taraftarları menfaat tarafı yapan bir formülle yönetmeye çalışıyor. Bir kaç çeşit hisse grubu yaratarak, neredeyse herkesi genel kurul üyesi yapan bir sistem yaratılmış. Soz konusu sistemin en önemli komplikasyonu, seçimli genel kurulun neredeyse küçük bir ülkenin genel seçimi gibi kalabalık geçmesi. Yine de bu metodun dernek hüviyetini kaybetmeden "katılımcı" bir ruh ile hayata devam etmesini sağlıyor.

Eski Doğu Bloku ülkelerine göz attığımızda ise, eskiden devletin desteği ile ayakta duran spor kulüplerinin Berlin Duvarının yıkılmasından sonra şekli değişti. İlk önce petrol, dogal gaz ve ana metalleri elinde tutan "oligarkların" sponsorluğunda yola devam ettiler, bir süre sonra yine bu kişiler tarafından satın alındılar. Bunun sonucu olarak futbolda UEFA ve Şampiyonlar Lig'inde önemli noktalara geldiler. Ancak aynı başarıyı basketbolda da gerçekleştirmek isterken zorlandıklarını da ifade etmek gerekiyor.

Ancak bazı kulüpler futbolun hegemonyasında olmasa da, sadece basketbola eğilerek de yola devam edebiliyor. Turk Hava Yolları'yla yakın zamanlarında sponsorluk anlaşması yapan Atina'nın Maroussi Basketbol Kulubü, aslında 1898 yılında kurulmuş olan bir spor kulubünün basketbol departmanı olarak dünyaya gelmiş. 1980'lerde yaşadığı karanlık zamanlardan sonra İnşaatçı Aris VOVOS tarafından satin alınarak son 10 yılda müthiş başarılara imza atmış. Yani, patronu olan bir spor kulubü olarak hayat devam ediyor.

İster şirket olsun ister dernek, dünyadaki spor kulüplerinin taraftar ekonomisinden yararlanmak için iştirakler kurduğunu görmekteyiz. Şirketler bir yana dernek huviyetindeki kulüplerde iştirakler giderek sorun olmaya başladı. İştiraklerin ana hissedarı olan kulüplerin üyeleri spor ekonomisinin gereği olan bu yeni kurumların surekli olarak borçlanmasını ve yarattıkları zararı endişe ile izliyorlar. Bu borçlanma bazı kulüplerde iki koldan ilerlemekte. Ya başkanlar surekli olarak içeriye para koyarak bünyeyi borçlandırıyor ve bu sekilde kendilerinivaz geçilmez hale getiriyorlar, ya da alabildiğine bir israf ve yanlış yatırımlarla ettikleri zarar nedeniyle finansal/ticari borçlarını büyütüyorlar.

Hem borç hem de zarar hızla arttığı için ister istemez bu negatif durumun bilançolarda daha sempatik gözükmesi adına,kulüp yönetimleri tarafından büyük cabalar harcandığına şahit oluyoruz. Giderlerin bir kısmının "bunlar nakit gerektirmeyen giderler" diyerek önemi hafiflestiriliyor, iştiraklerin birbirlerine kestiği faturalar görmezden geliniyor, finansal olmayan borçlar her an silinebilirmis gibi davranılıyor. İspanya'ya transfer olan bir futbolcunun 1 yıllık alacağından vaz geçmek zorunda kalması, Türkiye'de bu tip muhasebe anlayışlarına cesaret veriyor. Bu nedenle kulüplerin üyeleri iştiraklerin genel kurullarında bir sekilde soz sahibi olmak istiyor. Eğer bu gerçekleşirse belki de kulüp yönetimleri de "ibra ederim, etmem" şeklindeki baskılardan kurtulacak.

Türkiye'de spor kulüplerini cok uzun zamandan beri incelemekteyim. Dernek statüsünden  Futbol A.Ş.  statüsünde olanlara kadar çok farklı cephelerde çok farklı çalısmalar yaptım. Söylediklerim bazılarını kızdıracak ama Şirket olarak yönetilen kulüpler diğerlerine göre daha disiplinli davranabiliyor. Ancak camiaların dernek olarak kalmakta ısrar etmelerini de anlayışla karşılıyor ve bu halde bile kurumsallığın sağlanması için ne yapılması gerektiği konusunda hem mali hem de hukuki tarafta bazı çalısmalar yapıyorum.

İştiraklerin genel kuruluna katılabilmek için mutlaka hissedar olmak gerekiyor. Derneği ise yönetim temsil ettigi için, iştiraklerin genel kurullarına ana hissedarı temsilen sadece yönetim katılabiliyor. Dernek üyeleri en cok bundan şikayet ediyor. Şimdi bu şikayetlerin sonlanmasi ve şeffaflığın sağlanması için neler yapılabileceğini beraber tartışalım.

Eski Türk Ticaret Kanunu da, TBMM'de kabul edilen ve 2012'de uygulanmaya başlayacak yeni TTK'nin da bu konuda birçok çözüm önerdiğini söyleyebiliriz. Dernek statüsündeki futbol kulüplerinin uyelerini hangi metotla iştiraklerde soz sahibi yapmak pekala mümkün. Son 2 yılda Türkiye'de 2023 yılına kadar geçerli olabilecek bir ekonomik model uzerinde çalışırken, bundan arta kalan zamanları da spor kulüplerinin şeffaflık ve kurumsallaşması için kurduğum temaslara harcadım. Maliye ve Ticaret Hukuku alanlarında konusunda uzman kişilerle görüştüğüm gibi, şu anki bozuk düzen icinde boğuşan yada boğurmuş kulüp yöneticileriyle görüştüm.

Bu görüşmelerin sonucunda elde ettigim notlardan net bir sonuca ulaştım: sembolik miktarda da olsa iştiraklere ait hisse senetlerini sadece üyelere yapılacak bir halka arz ile dağıtmanın mümkün olabileceği anlaşılıyor. Böylece dernek üyeleri iştiraklerin genel kurullarına katılması sağlanacak, şeffaflık ile ilgili sıkıntılar ortadan kalkabilecektir. Bunun için iştiraklerin karar alması ve uygulaması yeterlidir. Belki de dernek tüzüğünde "üyelerin hakları" bölümüne bir ekleme yapılabilir.

Eğer yukarıdaki metod fazla karışık geliyorsa daha basit bir yol da denenebilir. İştiraklerin yönetim kurullarına, dernek genel kurulları tarafından "non-executive" üyeler atanabilir. Her mali genel kurulda yeni üye atanması "icranın sürekliliği" açısından problem yaratabilir. Dolayısıyla seçimli genel kurullar esnasında baskan adayları listesinden değil, üyeler tarafından onerilecek adaylar icinden seçilebilir. Non-executive üyeler, gorev süreleri boyunca mali ve idari şeffaflık konusunda kulüp üyelerini tatmin edecek bir performans gösteriyorsa, göreve devam ederler. Herhangi bir sebepten dolayı gorevi bırakmaları gündeme gelirse, en çok oyu alan diğer adaylar içinden sıraya göre non-executive üye atanabilir. Böylece "bunlar nasıl iştirak, hiçbir sekilde iştirak  edemiyoruz" şeklindeki serzenişlerin azaldığını görebiliriz.

Aslında en dogrusu yukarıdaki iki metodun sentezini oluşturarak, hem üyeleri hisse senedi sahibi yaparken, aralarından seçtikleri bir kisiyi de iştiraklerin kanuni temsilcisi olarak atamaları da pek ala mümkün. Özetle, bir kulüp eğer isterse pek ala her santimetrekaresine kadar şeffaf ve hesap verebilir bir yapı oluşturabilir, karar süreçlerini son derece katılımcı bir hale getirebilir. Eğer yoneticilerin niyeti bozuk degilse, zaman içinde bu yapıyı rahatlıkla oluşturabilirler.

Önümüzdeki dönemde vaktimin önemli bir kısmını bu ise adayacağımı söyleyebilirim.