Advertisement

Galatasaray'ın yaşadığı yönetim krizinden sıyrılmaya çalıştığı, Fenerbahçe ve Trabzon'un şampiyonluğu kapmak için uğraştığı, Beşiktaş'ın yeni sezon için araşıylar yaptığı, Göztepe'nin 3 Yıl içinde amatör kümeden Bank Asya 1. Lige çıktığı günlerin içinden geçerken, Profesyonel Futbol Külüplerinin bir model arayışı içinde olduğu gözüme çarptı.

Kısa bir bakışla ortaya çıkan manzara şu: Göztepe 4 yıl önce Anonim Şirket yapısına döndüğü için, Futbol'un beşiği olan İngiltere'deki modele benzer bir şekilde bütçe ve organizasyonu kurmuş,  yola devam ediyor. "Belediye Spor" modelleri ise seçilmişlerin siyasi gücünü peçinlemek için kurulmuş

Eski Doğu Bloku sistemini çağrıştırıyor. Belediye Başkanlarının yada kamu yöneticilerinin Kulüp başkanı yada yöneticisi olmalarını da bu çerçevede değerlendirebiliriz. Diğer takımlar ise Dernek Statüsünde, yöneticilerinin herhangi bir sorumluluğu olmadan rahatlıkla para harcadığı, bunu da başaramazlarsa Derneğe iktisadi işletme kurdurarak spor ekonomisinden faydalanmaya çalıştığı modellerle işliyor.

İnternete girip baktığınızda Türkiye'deki futbol kulüplerinin birçoğunun "Barcelona Modeli'ni uyguluyoruz" şeklinde demeç verdiklerini ancak konunun yakınından bile geçemediklerine şahit oluyoruz. Hazır Galatasaray'da yönetim değişmişken, listenin içinde ve dışında olan kişilere de yardımcı olmak amacıyla bu modelin nasıl ve hangi şartlar altında çalıştığını anlatmakta fayda görüyorum.

Herşeyden önce Barcelona'nın 2 Milyon nüfusla, İspanya'nın Katalunya Özerk Bölgesinde yarım asırlık bir demokrasi deneyimine sahip olan ve daha futbola sıra gelmeden sosyal hizmetler alanında epeyce ileri gitmiş bir şehir olduğunu söyleyerek anlatmaya başlayalım. Avrupa'da yaşam kalitesi en yüksek kentler arasında yer almaktadır. Kayıt Dışı işsizlik % 8, kişi başına düşen gelir 25.000 Dolara yakındır. Şehrin nüfusu 2 Milyona yakın olsa da ziyaret eden turist sayısı 7 Milyondur. Turustik yatak sayısı 14 Milyondur. Yani Barcelona bir dünya şehridir. Yaşlılara evde bakım yapılır ve telefona servis sunulur. İşsizlere 3 ile 18 ay arasında işsizlik yardımı yapılırken, sosyal güvencesi olmayanlara 14 aya kadar yardımda bulunuyor. Yolda ortalama 50.000 kişi bu tip yardımlardan faydalanıyor.

Açıkçası, herhangi bir şehir kendi takımıyla ve söz konusu takımın taraftarı ile homojen bir şekilde birliktelik sağlayamamışsa, "Biz Barcelona modelini benimsedik" şeklinde yapılan açıklamalar resmin sadece bir kesitini tarif etmekten öteye geçemiyor. İstanbul'dan başlarsak, 15 milyonluk şehrin ne yatak kapasitesi ne sosyal hizmetlerdeki seviyesi ne de spora yaklaşımı amatör beklentilerden öteye geçemiyor. Spor Ekonomisinin başdöndürücü bir güce kavuşmak için sunduğu olanaklardan faydalanmak yerine sürekli olarak "ne olursa olsun şampiyon olalım" mantığı hakim. Aslında konumuz değil ama müzik piyasasında da aynı durum var. Bazı şarkıcılar "yaz boyu ne kadar düğün varsa çıkayım da cebim para dolsun" diyor, aralarından sadece 1 yada 2 tanesi büyük düşünüp dünya starı olmak için sabırlı bir model oturtmaya çalışıyor. Sonuçta bazıları dünya starı oluyor bazıları ise "düğün şarkıcısı" olarak kalıyor.

Barcelona gibi son derece iyi organize olmuş ve sürekli gelecek ile ilgili
planlar yapan bir şehrin takımı da sürekli olarak sahip olduğu modeli
yeniliyor. Bu da son derce doğru bir hareket. En iyi fikir bile buzdolabına
konmuş bir muz gibi sonunda kararıyor. Dolayısıya model aynı gibi gözükse de
sürekli yenileniyor. Başkaları "Barcelona Modelini getirdik" dediği anda,
Barcelona Kulübü çoktan kuralları değiştirmiş oluyor. Daha önceki
yazılarımda Başkan, Yönetim, Sportif Direktör ve Teknik Direktör ilişkisini
anlatmıştım. Bu nedenle bu konuda daha fazla detaya gerek yok. Ancak
Galatasaray gibi yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyan Kulüplerin "yeni
seçilmişleri" için daha işin başında uyarılarda bulunmak gerekiyor.

Barcelona Modelinde, Sportif Direktör kesinlikle daha önce Takımda oynamış bir futbolcudur. Bugünkü Direktör Zubizarreta'dır. Eski yöneticileri Lisan biliyor ya da "futbolu biliyor", daha da ilerisi birkaç yabancı teknik direktör ile "iyi muhabbeti" var diye Sportif Direktör yapmıyorlar. Çünkü Profesyonel Futbolcu olmayan hiçkimse Futbol'daki gelişmeleri gerektiği gibi inceleyemez. Fenerbahçe'nin Aykut KOCAMAN ile bazı mecburiyetlerden dolayı da denediği model tutarlı bir modele dönüştü diyebiliriz. Eski bir futbolcu olarak spordaki gelişmeleri yakından takip eden KOCAMAN, sadece teknik kapasitesi olan futbolcuları değil aynı zamanda fizik gücü olan futbolcuları da seçerek 90 dakika ayakta kalan bir takım hazırladı. Galatasaray ise ayakta kalabilme gücü az, stratejik bakışı zayıf ama teknik kabiliyeti yüksek futbolcularla yola devam etmek istedi. Her iki takım arasındaki sonuç ortada. Taraftarlar belki de konuya sadece sportif başarı olarak bakıyorlar ama yöneticiler için doğru bakış açısı "ne kadar harcadım, karşılığında ne aldım" sorusudur. Barcelona, A Takımı büyük çoğunlukla gençler ve aralarına serpiştiridiği yabancı yetenekler ile kurdu.

Aslında 100 yılı devirmiş olan Kulübün kurulduğu günden beri amacı Katalan gençlerinin atletik kabiliyetlerini yükseltmektir. Real Madrid ise kurulduğu günden beri sürekli yıldız transferi yaptığı için artık daha düşük maliyet ile daha büyük işler yapmak istiyor.  Bu nedenle kontratındaki bir madde sebebiyle maliyeti düşen Nuri ŞAHİN ile 6 yıllık bir sözleşme yaptı.

Türkiye'de ise benzer bir mantık var ama maliyeti düşürmek için fazla çaba yok. Fatih TERİM yada Eric GERETS ile çalışmayı düşünen Başkan Ünal AYSAL, belki de özlenen başarıları çabucak sağlamak için Galatasaray Kulübünü iyi tanıyan bir teknik direktörle çalışmak istiyor. Ancak "çabucak başarmak" parolasıyla yola çıkıldığında eskisinden daha modern bir model yaratmak mümkün olacak mı? Seçim günü Galatasaray Lisesinde bana söz verdiği röpartajı gerçekleştiridiğimizde kendisine bu soruyu soracağım.