Advertisement

Pazar günü Türkiye Nüfusunun önemli bir kısmı televizyon başındaydı. Karabük ve Sivas'taki mücadelelere kilitlenmiş durumda olan Türk Halkı, hiç olmaması gereken bir olaya şahit oldu. Ancak, şampiyonluğun getirdiği geleneksel kaos ortamında bu olay ya unutuldu ya da göz ardı edildi. 

İsterseniz olayı anlatmadan önce ülkemizde rekabet ile ilgili anlayışların çarpıklığından bahsedeyim. Türk İnsanı genellikle hakkının yendiğinden bahsediyor ama başkasının hakkının yenmesi karşısında fazla sesini çıkarmıyor. Ben buna "Fair Play eksikliği" ismini koyuyorum. Tam ne demek istediğimi anlatmak için Fair Play'in üç unsurunu aktarayım:

1- Kişinin rakibi ile eşit şartlarda bulunması için samimi arzusu.

2- Kişinin rakibinin kötü durumundan istifade etmeyi reddetmesi.

3- Yenmek için aşırı titiz olma fikri.

Kısaca FAIR PLAY galibiyet ve ödülün reddi ile kararlı ve dirençli olarak yalnız yazılı kurallara değil, yazılı olmayanlara da uymak demektir. Örnek verelim:

1969 yılında Madrid BERNABEU' da 80.000 kişilik bir seyirci önünde Real Madrid ve Sabadell, İspanya Futbol ligi şampiyonluğu için oynuyor. 50. dakikaya kadar skor 0-0 giderken, Sabadell ‘in golcüsü Pedro ZABALLA topla ilerleyerek rakip kaleye şut atmaya hazırlanıyor. Aynı anda Real Madrid kalecisi ile diğer takımdan bir futbolcu çarpışıyor ve her ikisi de kötü bir şekilde düşüyor. ZABALLA yüzde yüz gol ile sonuçlanabilecek pozisyonda olmasına rağmen topu eliyle dokunarak oyunun durmasını sağlıyor. Real Madrid maçı 1-0 kazanıyor. Real Madrid taraftarları ZABALLA' yı ayakta alkışlıyor. Sabadell Yöneticileri ise ZABALLA' yı ilk önce cezalandırmak istiyor. Buna rağmen sağduyu baskın çıkıyor ve kendisine bir kupa veriliyor.*

Pazar akşamı ise, Türkiye’de başka bir olay yaşanıyor. Heykelinin dikileceği açıklanan Alex De SOUZA, rakip takımdan bir futbolcunun ceza sahası dışında hareketsiz yatmasına aldırmadan yanından topu sürerek geçiyor ve bereket versin golü tamaıyor. Eğer o golü atsa 1907 yılından beri Türk Sporuna katkıda bulunmuş olan Fenerbahçe Kulübünün tarihine leke sürecek. Atamıyor ve kendi namına leke sürmekle kalıyor. Lefter, Can Bartu, Cemil Turan, Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman gibi oyuncuların yanında bu hareketi yapabilen bir kişinin heykelini dikmek ne kadar doğrudur bilemem.

Napolyon’un şu sözünü unutmayalım: “Her zaman son yaptığın güzel olmalı”. Alex De SOUZA bu son davranışıyla, sadece “iyi bir futbolcu” olarak anılacaktır. İyi bir sporcu olarak değil.

İlginçtir, penaltı noktasını kramponuyla kazıyan veya yerde yatan futbolcunun yanından top sürerek gol atmaya çalışan hep yabancı futbolcular. Buna rağmen en çok sarı ve kırmızı kart alan futbolcular neredeyse hep Türk futbolcular. Liste şöyle**:

Buradan hareketle listede bulunan futbolcuların önemli bir kısmının kendini “dokunulmaz” olarak nitelendiren İstanbul takımlarının mevcut yada eski oyuncuları olduğu anlaşılıyor. Yabancıların yorumunu size bırakıyorum. Demek ki gelen yabancıların Türk Gençlerine Fair Play açısından katkısı hiç yok. Kulüp Başkanları ve teknik adamlar hırçın, geçimsiz ve sürekli ceza alan futbolcuların arkasında duruyor.

Peki neden bundan bahsediyorum? Nedeni aslında son derece ekonomik.

UEFA’nın bu yılki fair-play sıralamasında Norveç ilk sırada yer aldı. Centilmenlik sıralamasında ilk 3’e giren Norveç, İngiltere ve İsveç’e gelecek sezon UEFA Avrupa Ligi’ne fazladan birer takım gönderme hakkı verilecek. Acaba yerde yatan futbolcunun yanından geçerek gol atmaya çalışan Brezilya’lı, Türk İnsanı kendisini bağrına basarken, bu gerçeğin farkında mı? Ya da umudunda mı diye sormak lazım.  

UEFA’dan gelen açıklamaya göre, Norveç, İngiltere ve İsveç liglerindeki fair-play sıralamasında ilk sırada yer alan takımlar, Avrupa kupalarına katılma hakkı elde edememeleri durumunda bu ek kontenjandan UEFA Avrupa Ligi’ne katılacaklar. Ligdeki takımların zaten Avrupa kupalarına katılma hakkı elde etmesi durumunda ise bu hakkı fair-play sıralamasında bir sonraki sırada yer alan takım kullanacak.

Puanlamadaki kriterler arasında, rakibe ve hakeme gösterilen saygı, taraftar ve takım yetkililerin davranışları ile sarı ve kırmızı kartlar alınıyor. 4’üncülüğü Danimarka ve İzlanda’nın paylaştığı sıralamada, Türkiye 47 takım arasında 42. durumda bulunuyor. Düştüğümüz duruma bakın ve siz karar verin.

Atatürk’ün her sözü önemli bir gerçeği ifade eder:

“Ben sporcunun zeki, çevik aynı zamanda ahlaklısını severim”.

Ne kadar geniş bir bakış açısıyla söylenmiş bir söz değil mi? Ulu Önder’in hangi takımın taraftarı olduğu konusunda tartışma yapmak yerine, “bugün olsa hangi takımı tutardı” diye sormak daha doğru bir yaklaşım olur.


* Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları Yayın No: 29

**Yeni çağ Gazetesi, 28 mart 2011 Arif Cevizci’nin haberi