Advertisement

Avrupa Merkez Bankası Euro bölgesindeki borç krizinin bir felakete dönüşmesini engellemek için “ne gerekiyorsa yapılacak” diyeli iki yıldan fazla bir süre geçti. 2015’e çeyrek kala baktığımızda ortak para birliğini büyük bir felaketin eşiğinden döndürmeyi başardıklarını söyleyebiliriz.

Uygulanan kurtarma politikaları ve tarihi düşük faiz seviyeleri Avrupa’yı yeni bir mücadeleyle başbaşa bıraktı. Yavaşlayan büyüme ve deflasyonist baskılarla mücadele etmek  için son üç ayda iki kere zaten tarihi düşük seviyede olan faizlerin daha da indirilmesi, TLTRO programıyla da beraber piyasaları belirgin bir şekilde oynatarak Euro’yu son iki yılın en düşük seviyesine çekti. Bu seviye ihracatı arttırarak deflasyonist baskıyı hafifletme adına zamanla olumlu bir etki yapabilir. Ancak 0.3 seviyesine kadar düşen tüketici fiyatları artış hızının herşeyi yapacağına söz vermiş olan Merkez Bankasına ihracat rakamlarını bekleme lüksü sağlayacağını düşünmek deflasyonist baskıyı, ve Japonya tecrübesinin dünyaya öğrettiklerini, fazla hafife almak olur.



Temmuz 2012’de, AMB nin üzerindeki baskı şimdikinden çok daha fazla değildi. Bilien gerçek, merkez bankasının amacının tüm kaynaklarını borç batağındaki hükümetleri piyasanın baskısından kurtarmakta kullanıp tekrar suların durulmasını sağlamak olduğuydu. Geçen süre içerisinde hükümetlerin borçlanma malityetleri rekor seviyelere düştü, güç durumdaki İtalya, İspanya gibi ülkelere terkrar sermaye akışı sağlandı ve hatta Yunanistan bile yatırımcıları şaşırtacak kadar düşük getirilerle yeni tahviller satmaya başladı. Son iki çeyrekte de Euro, şüphesiz FED tarafındanki gelişmelerin de etkisiyle, dolar karşısında %8.47 değer kaybetti.

Draghi’nin bundan sonra tutması gereken sözü iste Avrupa ekonomisinde durma noktasına gelen büyümeyi sürdürülebilir şekilde canlandırmak ve deflasyona izin vermemek.

Bunun için neler yapabileceği konusunda da bir süredir piyasaya ipuçları veriyor. En son iki hafta önce AMB’nin tıpkı Amerikan Merkez Bankası FED’in ve İngiltere Merkez Bankası’nın tahvil alım programları gibi alışılmışın dışında politika araçlarını kullanabileceğini bir kere daha hatırlattı. FED ve BoE’nin bu politikalarıyla kıyasladığımızda AMB’nin şu ana kadar yaptığı faiz indirimi ve gayrimenkule dayallı finansal varlık alımına ilişkin açıkladığı planlarının küçük bir başlangıç adımı olduğunu söyleyebiliriz.

Piyasadaki hakim düşünce şu; eğer AMB bu adımlarının başarıya ulaşmasını istiyorsa kısa bir süre içerisinde çok daha fazlasını yapmak zorunda. Çünkü 2014’ün son çeyreğine girilirken hala ne büyümede, ne piyasadaki güvende, ne de enflasyonda şu ana kadarki politikaların yeterli olacağını gösteren bir işaret alamadık.

Eğer AMB kapsamlı bir varlık alım programıyla bilançosunu FED ve BoE örneklerinde olduğu gibi genişletmeye gitmesse Avrupa ekonomisinin değeri düşen eurodan beklediği kadar fayda sağlaması  pek olası görünmüyor. Hatta eğer bu yönde piyasayı tatmin edecek bir açıklama gelmesse euronun 1.26’lardan tekrar yukarıya çıkacağını görebiliriz. Ve tabiki piyasayı memnun edecek bir varlık alım programı açıklansa dahi, hatta enflasyon ve büyüme kısa ve orta vadede toparlansa bile, yaşlı kıtanın uzun dönemdeki ekonomik performansını tek başına kurtaracağını beklemek yanlış olur. Sürdürülebilir ve sağlam bir ekonomik toparlanma için uzun vadede para politikası hükümet reformları ve mali politikalarla mutlaka desteklenmek zorunda, tıpkı Draghi’nin bu ay Milano’da Euro bölgesi maliye bakanlarına söylediği gibi.

Ancak jeopolitik ve ekonomik risklerin oldukça tehditkar olmaya devam ettiği bu sofistike coğrafyada bu kalıcı toparlanmanın sinyallerini yakın bir gelecekte almamız hiç de olası görünmüyor.