Advertisement

Sanırım hiç kimse ilaç kullanmaktan hoşlanmaz. Fakat bağışıklık sisteminizin zayıfladığına dair emareler başladığında önlem almanız gerekir. İmmün sisteminizi güçlendirecek adımlar atmazsanız hasta olur ve daha fazla ilaç kullanmak durumunda kalırsınız. İlk başta atmaktan imtina ettiğiniz, bağışıklığınızı güçlendirmeye yönelik adımlar bu sefer yerini hastalığa ve daha güçlü ilaç ihtiyacına bırakır. Ki çoktan hasta olmuşsunuzdur. Hastalığınızın sebebi, ister etraftaki virüsler olsun ister kendi bünyenizdeki sıkıntılar, yapmanız gereken aynıdır: ilaç almak ve tedavi olmak. Çözümden kaçtıkça da hastalığınız ilerler. Dolayısıyla en baştan bağışıklık sistemini kuvvetli tutmakta fayda vardır. Direnerek, bağışıklık sisteminizin iyi olduğuna inanmanız sizi gerçeklerden ve gerçekten hasta olmaktan ancak bir yere kadar koruyabilir.

Ekonomide bundan farklı değil. Global ve jeopolitik tarafta pek çok olumsuz/aleyhimize gelişmeler olabilir. Dolar dünyada değer kazanabilir. Global finansal koşullar sıkılaşabilir. Gelişmekte olan ülkelere ağır satışlar gelebilir. Dış politikada sizi sıkıştıran koşullar oluşabilir. Tüm bunlar olurken, yapmanız gereken, ekonominin bağışıklık sistemini güçlü tutmaktır. Bu da ancak doğru zamanda doğru iktisadi politikaları uygulayarak olur. Örneğin Türkiye’nin 2009 Global krizinin ardından, o yıl daralma olsa dahi, sonraki dönemlerde iyi performans göstermesi, 2002-2008 döneminde hem maliye politikasında atılan güçlü adımlar hem düşen enflasyon hem de güçlü bankacılık bilançosunun çıpa görevi görmesi ile gerçekleşmiştir.

Son dönemde TL’nin reel bazda neredeyse 2002 seviyelerine yaklaşmasını azımsamamalı ve doğru analiz etmeliyiz. Piyasa önceden fiyatlar. Her ne kadar TL’deki bu denli fazla değer kaybının artık makro dinamiklerle meşrulaştırılacak hali kalmamış olsa da, yani hareketler ekonomik gerçeklerden kopmuş ve çok abartılı olsa da, ciddiye almalı ve gereken önlemleri uygulamalıyız.

Yılbaşından bu yana gelişmekte olan ülke para birimleri sepeti (JPEMFX) %6 değer kaybederken TL’deki değer kaybı dolara karşı %20’ye gelmiş durumda. Bunun enflasyona yansıması en az 2.5-3 puan olacaktır. Daha önemlisi reel kesim bilançolarında kur zararı kaynaklı daha fazla bozulma muhtemel. Bu da dönüp dolaşıp, TL kredi ve döviz borcunu çevirmesi gereken reel kesimi ve bankaları baskılayacaktır. Son örnek, Mart ayı ödemeler dengesinde net gördük, döviz ödemelerinde açıkta kalınmış ve TCMB rezervlerinden karşılamışız. Döviz rezervlerimizin de uluslarası kriterlere göre rakamsal açıdan güçlü olduğunu kolay kolay söyleyemeyiz. Bu yüzden üst üste yaşanan kur şokları ekonomilere iyi gelmez. Referans faiz kabul edilen TCMB fonlama faizi sabit kalsa dahi, açık piyasa ekonomisinde faiz fiyatlanır. Bono faizi yükselir, yılbaşından bu yana 2 yıllık tahvildeki artış 400 baz puan. Mevduat faizi yükselir, artık %15’lerin üzerinde. Ve elbette ki kredi faizleri de yükselir.

Herşeyi bir kenara bırakalım, son dönemde pek çok rapor ve haberde gördüğümüz Arjantin/Türkiye benzetmeleri de algı açısından hoş değil. Arjantin gibi, Türkiye ile alakası olmayan, yıllarca piyasalardan dışlanmış bir ekonomi ile anılmak haketmediğimiz bir yaklaşım. Bu algıyı düzeltmek de yine bize düşüyor.

Bugün para politikasında en kısa vadede almanız gereken fakat imtina ettiğiniz önlemler size bir dönem sonra, maalesef, daha da yüksek enflasyon ve daha da düşük büyüme geri döner. Ekonominin hiç bir kesimi yüksek faizi tercih etmez ve istemez. Esas arzu edilen, düşük enflasyon düşük faiz güçlü maliye politikası ve sağlıklı büyüyen bir ekonomidir. Maalesef arzular da sadece sözel yönlendirmelerle gerçekleşmez. Aksiyon da gerekir. Bu sebepten de, hiç istemesek de, bazen daha büyük bir hastalığı bertaraf etmek, bağışıklık sistemimizi güçlendirmek adına o sevmediğimiz ilacı kullanmamız gerekir.