Advertisement

30’LARIN LANETİ

ABD’de başlayıp ardından dünyaya yayılan 29 Buhranı’na aranan ve bulunan çözümlerden biri rekabetçi şekilde kurunu değersiz hale getirmekti. Aslına bakılırsa, rekabetçiliği yeniden kazanmanın ya da mukayeseli olarak üstüne hale gelmenin iki tane basit yolu var. Ya içeride develüasyon yapmak ya da dışarıda. İçeride yapmanın yolu olarak enflasyonu görmek mümkün. Dışarıda ise döviz çaprazları üstünden kuru zayıflatmak. Yurt içinde enflasyon yaratmak gerek sosyal sonuçları olan gerekse de sonu daha az kestirilebilen bir yöntem. Krizden çıkarken uygulnana politikaların temelinde bu basit bilgiler yatıyor. Neden bu yolların tercih edildiğine gelirsek, o yıllarda bunun akla pek parlak bir fikir olarak gelmiş olabileceği ile başlamak herhalde makul olacak. Devamında ise, büyümeyen ekonomiler ve zayıf talep koşullarının bunu dayattığı görülüyor. Teknolojik ilerleme de bugünden yarına elde edilemeyecek bir kavram olduğu için ülkeler ‘kur savaşları’na girdiler. İşte bu sebeplerle krizden çıkmak için ülkeler kollektif bilinç yerine –ülkeler ölçeğinde- bireyselliği tercih ettiler. Birleşik Krallık’ın altın sisteminden çıkmasıyla tetiklenen hızlı sterlin kayıpları ateşin fitilini yakmış ve devamında çatışmalar başlamıştı. 10 yıl boyunca toparlayamayan global ekonominin sonu 2. Dünya Savaşı olmuştu.

 

SITH’İN DÖNÜŞÜ

Kur savaşlarının dönüşü ise 2010 yılında yaşandı. Global faizler düşerken para Gelişen Ülkeler’e (GÜ) akıyordu ve özellikle ihrcatla ayakta kalan bu ülkeler de kurlarında yaşanan aşırı değerlenmeye karşı çaresiz kalıyorlardı. Tobin vergisinden sermaye kontrollerine, sermaye kazançlarından alınan vergilerin yükseltilmesine, yabancı payına sınır gelmesinden kura doğrudan müdahaleye kadar her yol denendi. İşte tüm bunların başında Brezilya Maliye Bakanı tüm dünyayı uyarıyor ve ‘kur savaşları’nın geri döndüğünü ilan ediyordu. Tüm bunlar yaşanırken global sorunlar yeniden gün yüzüne çıktı ve risk iştahı tersine döndü. 3 ay önce yabancı sermayeyi kovan GÜ bu kez onu çekmeye çalışıyordu çünkü risk iştahındaki dönüş yetmezmiş gibi kurlar üzerinden enflasyon da yüzünü gösteriyordu. Zayıf kurlar geçişkenlik etkisi yaratıyor ve ekonomiler duraklarken enflasyon gereksiz yüksek seyrediyordu. Bunu sonucunda da ekonomik döngüyle uyumsuz faiz oranları oluşuyor, hatta kredi notları tehlikeye giriyordu. Global ekonomiler ve finansal piyasalar aşırı oynaklığa şahit oluyor ve özellikle GÜ zorlanıyordu. Ta ki Dolar değer kazanana kadar…

 

İMPARATORLUK YENİDEN SALDIRIYOR

Doların değer kazanması tüm oyuncuları sakinleştiriken kur politikaları üzerinden rekabetçi olmak savaşı gündemden aslında hiç düşmese de Yunanistan’ın Euro’dan çıkması vs. gibi uç riskler elenince, Çin’in ekonomik olarak ‘stop etmesi’ olasılığı şimdilik ortadan kalkınca ve ABD’de konut sektörü yeniden toparlayınca politika yapıcılar yeniden gerçek dünyaya döndüler. 1700’lerin Merkantilist politikalarına dönmek istemeyen para otoriteleri ellerindeki en önemli değer ölçme aracı olan kağıt paranın ve onu temsilen bonolarınn yeniden saygı kazanmasını istediler. Ne var ki, saygı kazanmak ve değer kazanmak aynı şey olmamalı diye de düşünüyorlar bir yandan. Örnek olarak Euro’ya olan güven arttıkça kur para birimi değerleniyor. Oysa ki, birçok çalışmaya göre Avrupa’da Almanya hariç tüm ülkeler 1.30 üsündeki pariteye dayanacak durumda değiller. Ya çok zor olan ‘kontrollü kriz’ temasını işlemleri ve para birimlerini zayıf tutmaları gerekiyor ya da kurun yükselip gitmesine seyirci kalmaları. İşte bu ortamda ‘kur savaşları’ da yeniden alevleniyor.

Asya’da birçok ülke kurunu rekabetçi tutmaya çalışırken bunlardan bir tanesi ortaya çıkıyor ve politik iradeyle kendi kurunu zayıflatmaya çalışıyordu. İmparatorluk dönüp yeniden vuruyordu; Japonya… Yeni Başbakan Abe ve belirlediği politikaların tek amacı var,  o da kuru zayıflatarak ülkenin deflas yon sarmalından çıkıp yeniden sürdürülebilir büyümeye dönmesi. Bunun için de %2 büyüme hedefi koyan ülkenin en etkili aracı kuru zayıflatmak. Böylece dış ülkelerin Japon Yeni cinsinden satın alma güçleri artacak ve Japon malları göreceli olarak ucuzlayacak. Tabii ki, bunu yaparken savaş naraları atarak ellerinde balta ile kur savaşına koşmuyorlar. Ancak bono alımı yaparak, trilyonlarca yenlik kredi vererek ve ekstra bütçe önlemleri ile kısmen genişlemeci maliye politikası izleyerek bunu sağlamaya çalışıyorlar. Bu yazı bir Japonya yazısı olmadığı için (daha önce yaklaşmakta olan Japon modasından bahseden bir yazı için bkz.2013'ün yıldızı Japonya ) daha fazla detaya inmeye gerek yok ancak bu haftasonu sonuçlanacak olan G20 öncesinde G7’nin bir bildiri yayınlayacağını ve döviz kurlarının piyasada belirlenmesi gerektiğini vurgulayacağını biliyoruz. Kur savaşları ısınıyor ve liderler şimdiden çözüm aramaya başladılar bile. Aşağıdaki grafikte bugünlere gelirken medyada ‘kur savaşları’ temasını görmek mümkün.

 

Türkiye, Brezilya, Hindistan ve Çin gibi ülkelerin de üyesi olduğu G20 grubu normalde kurların seviyeleri hakkında görüş belirtmez. Ne var ki, rekabetçiliği suni olarak kazanmaya başlayan ülkelerin olduğu bir ortamda bizim gibi görece zayıf döviz rezervine sahip ülkelerin sesini en azından makul derecede çıkarması gerekebilir. Bu işin sonunda yükselen tek şey enflasyon ve kağıt paranın panzehiri altın gibi değerli metaller olacaktır. 2007’den bu yana krizle boğuşan dünyanın ikinci bir bozulmaya ihtiyacı olduğundan pek de emin değilim.

 

Bakalım politika yapıcılar gücün karanlık tarafına mı geçecekler yoksa Jedi akıl oyunları bir kez daha galip mi gelecek…