Advertisement

Türkiye, birçok açıdan dışa bağımlı bir ekonomiye sahip. Bunun bir nedeni kader ise diğer nedeni de geçmişte yapılan stratejik hatalardır. Dışa bağımlılık, Türkiye ekonomisini kırılgan kılarken uzun vadede kendine özgü bir başarı hikayesi oluşturmasını da ne yazık ki zorlaştırıyor.

Bu döngüden çıkabilmek için orta ve uzun vadeli bir yapısal dönüşüm ve değişime ihtiyaç duyulduğu aşikar. Ama, konuya bugüne kadar olduğu üzere sadece makro ekonomik çerçeveden bakılmaması gerekiyor. Dışa bağımlılığın ardındaki nedenleri bulmak için büyük resme odaklanılması, sosyolojik olgulardan başlayarak eğitim ve kurumsal yönetişim unsurlarına varan geniş çerçevede incelenmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Bu haftaki yazımda konuyu derinlemesine inceleme gibi bir iddiam olmadığı gibi orta ve uzun vadeli bir strateji listesi de çıkarmayı amaçlamıyorum. Farklı bir bakış açısıyla Türkiye’nin dışa bağımlılığının nedenlerine başka bir pencereden bakmayı deneyip farklı bir çözüm önerisi yumağına ışık tutmayı deneyeceğim.

Yazımın ana kısmına geçmeden önce bir tespitte bulunmak istiyorum. Dışa bağımlılık hususuna daha spesifik bir açıdan baktığımız zaman ekonomimizin en önemli açmazı olan cari işlemler açığı sorunu ile karşılaşıyoruz. Hammadde ve ara madde olarak dışa bağımlı bir ekonomi olan Türkiye, büyüme dönemlerinde yüksek tutarda açık veriyor. Ancak, konu sadece hammadde ve ara madde ile sınırlı değil zira giyimden gıdaya, otomobilden beyaz eşyaya varan geniş yelpazede açık veren bir ülkeyiz.

Mikro bazda lüks tüketim sevdamız suçlanabilir. Makro bazda değerli döviz kurumuz ya da bankacılık sektörü kredi hacmindeki genişlememiz hedef gösterilebilir. Sermaye birikimine sahip olmamamıza işaret edilebilir. Şüphesiz bunlar önemli etkenler arasında yer alıyorlar ancak tamamını kapsadığını söyleyemeyiz. Ne demek istediğimi ilerleyen paragraflarda vurgulamaya çalışacağım ve bunu yaparken de popüler ilgi alanımız olan futboldan faydalanacağım.

A milli futbol takımı geçen hafta içinde Dünya Kupası grup elemelerinde Avusturya’yı 2-0’lık skorla mağlup etti. Hepimizi mutlu eden bu sonuçta emeği geçen futbolcuların ilginç bir özelliği vardı. Maça başlayan ilk 11’in 5’i Almanya doğumlu idi. Yedek kulübesinde oturan 7 oyuncudan 2’si de aynı statüdeydi. Yani, Türkiye’yi temsil eden en üst düzey takımda oynayan oyuncuların neredeyse yarısı yurt dışı doğumlu olup altyapı eğitimlerini de doğdukları ülkede tamamlamışlardı (pek şık bir tabir olmasa da gurbetçi olarak nitelendiriliyorlar).

Konuyu, A milli futbol takımı boyutundan çıkarıp Süper Lige taşıdığımız zaman da benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz. Mesela, Kayserispor’un hafta sonu yaptığı karşılaşmada oyuncu listesinde yer alan Türk statüsündeki 14 oyuncunun 9’u gurbetçi idi. Bu yıl ligin diğer flaş takımlarından olan Gaziantepspor’un ise hafta sonunda yaptığı karşılaşmada oyuncu listesinde Türk statüsünde olan 10 oyuncunun 5’i gurbetçi idi.

Öte yandan, Süper Lig’de şu an forma giyen yabancı oyuncu sayısı ise Futbol Federasyonu’na sunulan listedeki isimlerin yaklaşık %28’i. Bu istatistiğin gurbetçi ya da Türk vatandaşlığına geçmiş oyuncuları kapsamadığını eklemeliyiz. Uzun yıllar boyunca futbolcu yetiştirme alanı olarak kabul edilen alt ligler ve amatör takımlarda da artık yabancı oyuncuya izin veriliyor.

İstatistikleri uluslararası boyuta taşıdığımız zaman doğdukları ve yetiştikleri ülkelerin milli futbol takımlarında forma giyen birçok gurbetçi oyuncu görüyoruz. Mesela, Türkiye son Dünya Futbol Şampiyonası’na katılmamış olsa da 5 gurbetçi futbolcu turnuvada mücadele etmişti. Daha yakın bir tarihten örnek verirsek, geçen hafta Türkiye ile karşılaşan Avusturya takımında üç gurbetçi oyuncu yer almıştı.


Bu istatistikleri neden mi verdim? Çünkü, dışa bağımlılık sorunu Türkiye’de sadece ekonomi için geçerli değil. Rakamlar, futbolumuzun da açık bir şekilde dışa bağımlı olduğunu gösteriyor. Teorik olarak 73 milyon kişiden seçilen A milli futbol takımımızın ilk 11’inin neredeyse yarısını yaklaşık 2 milyon nüfusa sahip olan Almanya’daki Türkler teşkil ediyor.

Demek ki, dışa bağımlılık sorununu tek başına Türk Lirası’nın aşırı değerli oluşu, verimliliğin düşük oluşu ya da bankacılık sektörünün kredi genişlemesi gibi makro ekonomik nedenlerle açıklamak doğru olmayacak. Çünkü, futboldan verdiğimiz istatistikler gösteriyor ki, döviz kuru ya da bankacılık sektörü ile hiçbir alakası olmayan bir sektörde dahi aşırı bir şekilde dışarı bağımlılık var.

Sorunu Türk insanının yapısal zafiyeti olarak göstermenin de doğru olmadığını ispatlıyoruz zira yabancı bir topluluk içerisinde yetişmiş Türklerin birçok iş dalında başarılı oldukları, yaşadıkları ülkelerin futbol takımlarında liderlik rolü üstlendikleri yukarıdaki istatistiklerden izlenebiliyor.

Sözün özü, Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığını hafifletmek adına daha derinlere inmemiz, tarihi, sosyolojik, pedagojik ve biraz da felsefi analizler yapmamız gerekiyor. Yapısal reformlar ve kurumsal yönetişimi kuvvetlendiren önlemler almadığımız müddetçe anlamlı bir aşama kaydetmemiz pek mümkün olmayacak gibi görünüyor. Böylece kısır döngüler yaşayacak ve yanlış adreslere fatura çıkarmış olacağız ki, bu öngörülenin aksine dönüşüm ve değişim sürecimizi daha da sekteye uğratacaktır.