Advertisement

Haliyle bu işe girmek isteyenlerin ve merak edenlerin sayısı da çoğalıyor. Ama herkesin aklında benzer soru işaretleri...

Bu işe nasıl başlamalıyım? Nerede, hangi ürünü yetiştirmeliyim? Organik tarım sertifikası almak için nasıl bir süreç beni bekliyor? Bu işten para kazanabilir miyim? Organik tarımın zor tarafları neler? Soruları uzatmak mümkün..

Gelin isterseniz herkesin merak ettiği bu sorulara işin birebir içinde yer alan bir isimden yanıtlar bulalım.

Türkiye'de ziraat eğitimi, ABD'de ise organik tarım eğitimi alan Ayerya Rüzgarlı Vadi Çiftliği sahibi Pelin Omuroğlu Balcıoğlu, Türkiye'de organik tarım yapmaya başlayan ilk isimler arasında yer alıyor.

İlk etapta organik zeytin üretiminin yanısıra küçükbaş hayvan çiftliği de kuran Balcıoğlu, organik tarıma hem bitkesel hem de hayvansal üretim tarafında bütünsel bir yaklaşım sergilediklerini söylüyor.

Bloomberg HT'de yayınlanan Tarım-Analiz programına konuk olan Balcıoğlu, organik tarım yapmak isteyenler için yol haritası niteliğinde tavsiyelerde bulundu.

“ÖLÇEK ÖNEMLİ”

İzmir'in Urla İlçesi'nde 1998 yılında üretime başlayan Pelin Omuroğlu Balcıoğlu, organik tarımla uğraşmak isteyenlerin izleyeceği stratejide ilk sıraya üretim ölçeğini koyuyor. Balcıoğlu, “Bu işi yapmayı planlayanların hangi ölçekte üretim yapacakları noktasında kendi sermaye ve toprak varlığıyla planlama yapmaları öncelikli sırada geliyor” diyor.

Balcıoğlu, bu noktada organik üretim yapacak kişilerin bir karar vermesi gerektiğini söylerek, “Bunu küçük bir aile işletmesi, bir butik, kendi kendini çeviren bir ekoköy-eko turizm çerçevesinde mi değerlendirecekler, yoksa çok daha fazla ürün üreterek bunları başka kanallarda mı pazarlamayı hedefleyecekler? İşçi istihdam edecekler mi yoksa kendi kendilerine yetebilecekler mi? Bence çıkış noktaları önce buradan olmalı” diyerek verecekleri kararın ileriki aşamalardaki önemine vurgu yapıyor.

Küçük ölçekli işletme olunduğunda iki türlü karar mekanizmasının ortaya çıktığını kaydeden Balcıoğlu, “Ya tam bir aile işletmesi olmanız gerekiyor. Bu durumda dışarıdan istihdam almadan kendi aile fertlerinizle birlikte ayakta kalabileceğiniz bir yapı oluşturmanız lazım. Böylece giderin de gelirin de aynı çatı altında kalabileceği işletme yapısı oluşturulabilir. Ya da daha profesyonel, kurumsal bir işletme olmanız gerekiyor” diyor.

“MİSAFİR OLUN”

Tıpkı tarım sektörünün diğer alanlarında olduğu gibi organik tarımda da bu yoldan geçmiş kişilerin tecrübeleri rehber niteliğinde. Bunu da ancak bu işi yapan işletmeleri gezerek ve araştırarak elde edebilirsiniz.

Zaten Balcıoğlu da “İllaki bu işe girmeden önce mevcut organik tarım yapan işletmelerde misafir olsunlar. İşin gerçekten içine girip organik tarım çiftliklerinde bir süre vakip geçirip kendilerine uygun bir iş olup olmadığına bakmalılar. Bu işin ne tür riskleri var? Ne tür finansal kaynak desteklerine ihtiyaç duyuyorlar? Hangi aşamalarında kendilerini yeterli hissedebilecekler ya da nereden destek alabilecekler, o noktalara nerelerde, nasıl ulaşabilecekler?” diyerek tüm bu soruların cevabının yaşanan tecrübelerde yattığını belirtiyor.

Hemen belirtelim ki Türkiye'nin farklı bölgelerinde misafir kabul eden küçük ve orta ölçekli çok sayıda organik tarım yapan işletme, çiftlik var. İsteyen 1 hafta isteyen 1 yıla kadar gönüllü ya da yardımcı olarak bu çiftliklerde çalışıp, işi tecrübe etme imkanına sahip. Buna en güzel örnek Buğday Derneği'ne bağlı TaTuTa çiftlikleri..

“BU İŞTE ROMANTİK OLMAYIN”

Balcıoğlu, şehir hayatında yoğun iş temposu ve stresten bunalanların hayallerini süsleyen küçük bir sahil kasabasında tarımla uğraşma hayaline karşı ise bir uyarıda bulunuyor.

Bu işin göründüğünden zor olduğunu ve yoğun emek istediğini hatırlatan Balcıoğlu, “Bilinmez iklim koşulları ve tabiatla uğraşacakları için bu işte romantik olmasınlar. İşin içine girmeden önce gerçeklerle yüzleşsinler” uyarısında bulunuyor.

Bu işe yatırım yapmayı, organik tarım yapmayı isteyen çok sayıda duyarlı, hevesli insan olduğunu hatırlatan Balcıoğlu, fizibilite çalışması yapılmasını öneriyor.

“ORGANİK TARIMI ETİK DEĞERLERLE YAPMAK GEREK”

Organik tarım yapacakların aklında her ne kadar para kazanmak olsa da bu alana yönelecek olanlara şu çağrıda bulunuyor Balcıoğlu, “Organik tarımın etik değerleri içerisinde kesinlikle bir felsefesi var, bunu tamamen içinize sindirmeniz gerekiyor. Bu işi yapmayı düşünenler, organik tarımı gerçekten kendi etik değerleri içinde üretim ve tüketim ayağını birlikte yapabilmeli. Ancak o zaman bu işten para kazanabilir ve bu işi sürdürülebilir kılabilirler.”

“GİRDİ MALİYETLERİNE DİKKAT EDİN”

Balcıoğlu, organik tarımın en büyük girdi maliyetleri arasında işçiliği gösteriyor. Çoğu zaman elle hasat yapıldığını ve makine kullanımının organik tarımda çok yaygın olmadığını ifade eden Balcıoğlu, “Organik tarımda hedef, konvansiyonel tarımda ürün elde etmek gibi birim alandan maksimum verim almak yerine üretimi bütünsel bir yaklaşımla optimize etmek. Toprağı zayıflatmadan ve yeteri kadar ürün almak temel. Doğada herkesin beslenmeye hakkı var, kurda, kuşa, aşa yem vereceksiniz” diyor.

Çok küçük ölçekli işletmeler için organik tarım yapma maliyetinin bazen yüksek olabileceği uyarısında bulunan Balcıoğlu, “Eğer bölgede birkaç işletme biraraya gelip ortak bir maliyet çıkarabilirse bu daha uygun olabiliyor. Ya da sözleşmeli üretim yapmak üzere daha büyük bir üretim yapan kişiye müracaat edilip onlar adına sertifika düzenletilmesi istenebilir” tavsiyesinde bulunuyor.

SERTİFİKASYON SÜRECİ KRİTİK

Organik tarım yapmak isteyenlerin en çok merak ettiği konulardan biri de sertifikasyon süreci. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın sertifikalsyon kuruluşuna verdiği yetki çerçevesinde sürekli bir denetim altında olan organik tarımda üretimin başlangıcından sonuna kadar toprak, yaprak, su ve ürün analizleri yapılıyor.

Eğer konvansiyonel tarım yapan komşularınız varsa bazı tampon bölgeler oluşturma zorunluluğu olduğunu hatırlatan Balcıoğlu, “Bir ticari anlaşma sonrasında sertifikasyon şirketi organik tarım yapacağınız bölgeye bir kontrolör gönderiyor. Bu arada ciddi bir dökümantasyon süreci oluyor. Başvurduğunuz tarihten iki üç yıl öncesine kadar her türlü bilgi soruluyor, araştırılıyor ve toprak sahibinin bunları bilmesi bekleniyor. Daha sonra iş toprak analizine geliyor, kimyasal, pestisit kalıntı olup olmadığı araştırılıyor. Eğer bir yeraltı su kaynağı varsa ve ürünleri bu kaynaktan sulayacaksanız ağır metallere karşı su analizi isteniyor” diyor.

İŞİN ZORLUKLARINI GÖZ ARDI ETMEYİN

Her işin olduğu gibi organik tarımın da zor yanları var. Her şey gözüktüğü gibi toz pembe değil.

İşte Balcıoğlu'nun bu noktadaki uyarıları: “Attığınız gübrenin dekar başına azot miktarını hesaplamak, analizini yapmak zorundasınız. Sulamanın, bitkinin istediği kadar değil bazen su kaynağınızın gidişatına göre tespit edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla bitki bir stres yaşıyor ve bu stres yüzünden verim kaybı yaşanıyor. Bunları tolere edilebilecek misiniz? Bir de kağıt üzerinde, fizibilite çalışmalarında ortaya çıkmayan iklim faktörü söz konusu. İklimsel değişimin organik tarım üzerindeki etkilerini de düşünerek hareket edilmeli.”

PAZARLAMA VE MARKALAŞMA SÜRECİNE DİKKAT

Tabii organik ürünü ürettikten sonra asıl önemli konu binbir emekle yetiştirilen bu ürünlerin hak ettiği değerde alıcı bulması.

Bu noktada pazarın önemine dikkat çeken Balcıoğlu, “Pazarlama, bu işin en önemli kısmı diyebilirim. Ürünü artık herkes bir şekilde üretebiliyor ama pazar bulmak üretmekten daha kritik bir öneme sahip. Şimdi artık üreticiler pazar açısından çok daha şanslı ama fizibilite çalışması yaparken bu riskleri de göz önüne almaları doğru olur” diyor.

Pazarlamada bir diğer kritik aşama olarak da katma değer yaratmak ve markalaşmayı gösteren Balcıoğlu, bir süre sonra markalaşma sürecinin oluşmasının zorunlu hale geldiğini söylüyor.

Ayerya Rüzgarlı Vadi Çiftliği sahibi Pelin Omuroğlu Balcıoğlu'nun organik tarıma yönelik edindiği deneyim ve tavsiyeleri elden geldiğince sizinle paylaşmaya çalıştık. Artık bundan sonrasında karar sizin...