Advertisement

Her ne kadar son dönemde gündemde olsa da Türkiye'de tarım, çevre ve iklim gibi konular oldukça sınırlı şekilde kamuoyunun dikkatini çekiyor.

Bazı ürünlerde rekolte kaybı ve buna bağlı olarak fiyat artışı ve gıda enflasyonu riski varsa tarım gündeme geliyor ve konuşup tartışıyoruz. Tarımı gündeme bazen iklim koşulları, bazen de jeopolitik risklerin yansımaları taşıyor.

Onun dışında tarım, kamuoyu nezdinde çok fazla gündemde kendisine yer bulamıyor.

Ne üretim politikasını oturup tartışıyoruz, ne de kalkınma modelinin içinde tarıma daha fazla yer açmaya çalışıyoruz.

Kısa vadeli bakış açısından kurtulup orta ve uzun vadede tarıma bakamıyoruz.

O yüzden de tarımın içinde barınan kronik sorunları yıllardır olduğu yerde sayıyor; hatta her geçen zaman daha da büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

TEMA Vakfı Genel Müdürü Doç. Dr. Barış Karapınar, bu konuda farklı bir bakış açısı sergiliyor.

Boğaziçi Üniversitesi’nde iklim değişikliği, tarımsal kalkınma ve uluslararası ticaret konularında dersler veren Doç. Dr. Karapınar, sürüdürlebilir kalkınma açısından doğa, çevre ve tarımı siyasetin merkezinde tartışılan konular haline getirmeye çalıştıklarını söylüyor.

Doç. Dr. Barış Karapınar ile Bloomberg HT'te yayınlanan Tarım-Analiz programındaki sohbetimizde öne çıkan sorular ve verdiği cevapları paylaşıyoruz:

Raporlarda, 2030-2050'lerdeki göçlerde artık iklimin etkisinin daha çok olacağı, ülkeler ve kıtalararası göçlerin daha yoğun yaşanacağı belirtiliyor. Bu öngörülere katılıyor musunuz?

Doç. Dr. Barış Karapınar: Suriye savaşı, mülteci sorunu, gıda fiyatları tarımla bağlantılı olarak yoğun olarak konuştuğumuz alanlar. Bu sorunlarda doğayı, çevreyle bağlantısını görebiliyoruz. Örneğin Suriye'deki mülteci sorununun, 2006-2007 yılında ülkede yaşanan kuraklık merkezli bir sorun olduğunun altını çiziyoruz çünkü Suriye'de ciddi kuraklıklar yaşandı, iklim değişikliği kaynaklı kuraklıklardı bunlar. 1.5 milyondan fazla insan tarımı terketti, kırsal kesimlerden şehirlere göç etti ve bu çok ciddi bir siyasi gerginlik yarattı. Bu alanda yapılan akademik çalışmalar da var ki bunların gösterdiği şey, Suriye'deki iç savaşın tetikleyici nedenlerinden biri olarak iklim değişikliğini ortaya koyuyor. Haliyle doğayı, çevreyi siyasette konuştuğumuz konuların dışında tutmak mümkün değil. Uzun vadede 2030'lara 2050'lere uzandıkça bu sorunun daha da derinleşeceğini ve hepimizin hayatını etkileyen sorunlar haline geleceğinin altını çiziyoruz.

TEMA'nın Eko-Siyaset Belgesi'ndeki başlıklardan yola çıkarsak Türkiye'nin toprak politikası ile ilgili karnesi nasıl?

Doç. Dr. Barış Karapınar: Rakamlara baktığımızda çok parlak olmadığını görüyoruz. Türkiye, her yıl 2.4 milyon hektar civarında tarımsal araziyi kaybediyor. Bunun değişik nedenleri var. Bizim altını çizmeye çalıştığımız en önemli nedenlerden biri tabiki erozyon. TEMA'nın varlık nedenlerinden biri bu. Onun dışında toprağın tarım amacının dışında kullanılmasıyla ilgili kayıplar var. Özellikle şehirleşme, sanayileşme alanında seçimlerin bu alanda etkisini görüyoruz. Tabi bunu iklim değişikliği, ekonomik kalkınma ve nüfus artışına paralel olarak gıda fiyatlarının artışı gibi temel sorunlarla bağdaştırdığımız zaman sorunun boyutu da büyüyor. Daha fazla tarımsal araziye, üretime ihtiyacımızın olduğu bir ortamda biz tarım arazilerini kaybediyoruz. Bir taraftan da su boyutu var. İki taraftan sıkışan bir gıda sorunuyla karşı karşıyayız. Tabi çok insan merkezci de yaklaşmamak lazım. Toprak dediğimiz şey yaşamın kaynağı. Binlerce, milyonlarca hayatın, canlının hayat kaynağı. Bu alanda Türkiye'nin karnesi çok parlak değil ne yazık ki. Ama dünyada olduğu gibi Türkiye'de de paydaşların bu anlamdaki bilinç seviyesi artıyor.

Yaşanan toprak kaybı ile birlikte tarımsal araziler daha değerli hale geliyor. Bazı ülkeler, yatırım şirketleri ya da uluslararası fonlar farklı ülkelerde toprak satın almayı sürdürüyor. Bu trendi nasıl görüyorsunuz?

Doç. Dr. Barış Karapınar: Bu trend özellikle 2007'den sonra çok önemli bir gündem maddesi haline geldi. Piyasa tabiriyle özellikle Afrika ya da az gelişmiş ülkelerde yapılması planlanan toprak yatırımları ön plana çıktı. Bunun siyasi boyutları ön plana çıktı. Örneğin Madagaskar gibi bazı ülkelerde bu konuda ciddi siyasi kırılganlıklar ortaya çıktı ve insanlar sokaklara döküldü. Öbür taraftan da tarım aslında bildiğiniz gibi 1980'lerden sonra önemli anlamda yatırım çekemeyen bir sektör haline gelmişti. Pozitif tarafından baktığınız zaman da bunu bir yatırım olarak değerlendiren ülkeler, firmalar ortaya çıktı. Ama biz tabi ki insan etkisine bakıyoruz, sosyal alandaki etkilere bakıyoruz. Yereldeki insanları bu tip yatırımların nasıl etkilediğine bakıyoruz. Üretilen ürünlerin ne olduğuna ve bunun nasıl kullanılacağına bakıyoruz. Tabi ki bu yatırımlar daha çok yatırımcı ülkelerin çıkarlarına yönelik yatırımlardı. Örneğin Güney Kore... Madagaskar'da çok büyük bir yatırım yapılacak, burada ürettiği ürünü tekrar Güney Kore'ye ihraç edecek. Madagaskar'ın bu işten çıkarı ne, faydası ne? Bu konuda çok önemli sorunlar vardı. Özellikle oradaki yerli halk ve bu yatırımların doğaya olan etkisi anlamında çok büyük potansiyel sorunlar vardı. Bu alanda çok tabi dikkatli olup bu ülkelerin sivil toplum örgütleriyle birlikte bu etkileri önceden öngörüp ona göre bu yatırımları birebir değerlendirmeleri gerekir diye düşünüyorum.

Gelecekte toprak ve su üzerindeki baskılardan dolayı, gıda güvenliğinden dolayı gıda savaşları ya da gıdayla ilgili krizleri belki de ülkeler arasında daha fazla konuşmaya başlar mıyız?

Doç. Dr. Barış Karapınar: Evet, bu sorunları aslında halihazırda yaşıyoruz. 2007 yılında yaşanan gıda krizi de bunun en kötü örneğini bize gösterdi. 1990'larda 2000'lerde gıda fiyatları durağan seyrediyordu. 2007'de birden yüzde 200 artışlar yaşadık. Bunun da en fazla yoksul insanları etkilediğini o dönemde gördük. 45 milyondan fazla insan yoksulluk sınırının altına indi çünkü yoksulların harcamalarının en temel kalemini gıda ürünleri oluşturuyor. Afrika'da bu yüzde 70'e varıyor. Türkiye'de yüzde 30 civarında. Gıda fiyatlarındaki artışın ciddi anlamda yoksullaştırıcı etkisi var. O dönemde ülkeler arası ilişkilere baktığımız zaman da ciddi farklılaşmalar ve daha önce yaşamadığımız şeyleri gördük. Örneğin uluslararası ticaretle bağlantılı ihracat yasakları gibi... Rusya, Hindistan gibi önemli ihracatçı ülkeler, tarımsal ürünlerde ihracata sınırlamalar hatta yasaklamalar getirdiler. Bu, özellikle ithalat bağımlısı ya da ticaret bağımlısı ülkelerde ciddi anlamda kırılganlıklar yarattı ve riskleri çok yükseltti. O dönemde gıda herkesin ulaşmaya çalıştığı, elinde olanın da elinde tutmaya çalıştığı bir stratejik önem arz etti. Gıdaya erişim ciddi anlamda rekabet unsuru olmaya başladı. İklim değişimi ile birlikte bunun daha da artarak devam edeceğini öngörüyoruz.

Su, toprak kadar stratejik önemde. Türkiye su zengini bir ülke değil ve su üzerindeki stres artıyor. Türkiye'nin su politikalarına yönelik karnesi nasıl?

Doç. Dr. Barış Karapınar: Su tarafında zaten kronik anlamda bir sorunumuzun olduğunu söyleyebiliriz. Su üzerinde ciddi baskılar var. Bir taraftan yüzde 70 civarında taze suyu kullanan tarım, öbür taraftan şehirleşme, insanların kendi kullanımları artıyor. Ekonomik kalkınmayla bunun daha da artacağını öngörüyoruz. Öbür taraftan da sanayinin ihtiyacı, her kullandığımız üründe bilgisayar, televizyon dahil ciddi anlamda bir su girdisi var. Bu da talebi artırıyor. Su üzerinde bir rekabet var. Öbür taraftan su arzına baktığımız zaman burada ciddi engeller olduğunu, kısıtlamalar olduğunu ve bu kısıtlamaların giderek artacağını görüyoruz. 2050-2100'lere doğru baktığımızda yağışların daha da azalacağını görüyoruz ki özellikle İç Anadolu, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu gibi bölgelerimiz bundan ciddi anlamda etkilenecek. Bu ne demek oluyor? Bir taraftan su arzıyla ilgili ciddi sıkıntılar yaşıyoruz, öbür taraftan da su talebine olan artıştan bahsediyoruz. Su, Türkiye için en önemli, en kritik varlıklardan biri ve bu alanda çok ciddi çalışmalar yapmaya başlamamız gerekiyor.

Tarımın genel sorunlarını konuşurken meralar karşımıza çıkıyor. Mera yönetiminde başarılı mıyız? Nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız?

Doç. Dr. Barış Karapınar: 1920'lerde yüzde 56 civarında olan mera alanımız yüzde 19'lara inmiş. Bu çok çarpıcı bir rakam. Türkiye'nin tarım alanlarını kaybetmesiyle meraların kaybını yanyana koyduğunuz zaman çok ciddi bir sorun ortaya koyuyor. Hayvancılık tarafı tabi ki çok önemli özellikle küçük çaplı aile üreticileri, aile hayvancılığı anlamında meralar kritik önemde. Özellikle Doğu Anadolu gibi bölgelerimiz için sürdürülebilir yaşam adına meralar çok kritik önem arz eden bir varlık. Bu alanda ciddi kayıplar yaşandı. Şimdi bir de tabi ki işin biyoçeşitlilik, doğa tarafı var. Biz merayı topraktan ayırmıyoruz ya da su, toprak, mera, ormanlaşma bunların hepsini entegre alanlar olarak düşünüyoruz. Bir taraftan kamu spotlarıyla bu alanları korumaya çalışırken öbür taraftan geçirdiğimiz yönetmeliklerle korumaya çalışıyor gibi göründüğümüz varlığın altını oyuyoruz. Bu alanda bütünsel yaklaşımlara ihtiyaç var. Biz, Toprak Koruma Kanunu ile birlikte meraların da korunmasını istiyoruz ve destekliyoruz. Bu konuda ciddi anlamda politik çalışmalar ve gerekli noktada hukuksal mücadeleler de yapıyoruz.

 Tarımda aile çiftçiliğinin yerini ve rolünü nasıl görüyorsunuz? Kırsaldan kente doğru göç yaşanırken, aile çiftçiliğinin geleceği açısından risk görüyor musunuz?

 Doç. Dr. Barış Karapınar: Bu alanda hem Türkiye'de hem dünya genelinde ciddi riskler ve kırılganlıklar görüyoruz. Aile çiftçilerinin özellikle iklim değişikliği alanında adaptasyon kapasiteleri düşük çünkü eğitim formasyonları biraz daha zayıf oluyor, sermaye formasyonları daha düşük oluyor. Aile çiftçilerinin teknolojiye, bilgiye erişim anlamında desteklenmeye ihtiyaçları var. O anlamda kapasitelerinin de düşük olduğunu biliyoruz. Son zamanlarda yayımlanan raporlarda aslında gıda güvenliği sorununun sadece şehir alanlarında bir sorun olmadığı, aynı zamanda kırsal alanda yaşayan insanların, bir yandan çiftçilik yapan aileler için de önemli bir sorun haline geldiği ortaya çıktı. Çünkü bu insanlar sadece üretmiyor aynı zamanda tüketiyor. Buğday üretiyor ama pirinç tüketiyor; pirinç üretiyor ama arpa tüketiyor. Bu insanlar için de gıda fiyatlarındaki artış aslında bir olanak değil onların da gıda güvenliği alanında kırılganlıklarını artıran bir durum olduğu ortaya çıktı. Kırsal alandaki küçük çaplı üreticilerin şehirlere göç etmesi, çiftçilikten çıkması hem üretim anlamında bir risk teşkil ediyor, hem de bu insanların şehre göçtükten sonra yaşadıkları kırılganlıklar anlamında da bir sorun yaratıyor. Çünkü şehre geldikleri zaman kırılganlıkları artıyor, toprakla bağları kopuyor, gıda güvenliği anlamında çok ciddi sorun yaşıyorlar. Özellikle yoksul haneler gelirlerinin çok büyük bir bölümünü gıdaya harcıyor. Şehirde yaşamanın maliyeti giderek arttığı için kırılganlıklar artıyor. Suriye'de yaşanan olay da buna en güzel örnekti. Küçük çaplı aile üreticileri tarımdan çıkmak zorunda kaldılar, şehirlere taşındılar, şehirlerde sosyal dayanışma ağları çok zayıf olduğu için büyük etkilere maruz kaldılar. O bir siyasi gerginlik yarattı, siyasi tarafın da altını çizmek lazım. Hem üretim anlamında, hem kırsal hayat, kırsal kalkınma anlamında, hem de şehir hayatı anlamında önemli bir sorun bu.

 Bir ülkenin kalkınmasında tarımın rolünü nasıl görüyorsunuz?

 Doç. Dr. Barış Karapınar: Tarımın rolü, tarihsel anlamda kalkınmada en merkezde olan rollerden biri. Bunun değişik boyutları var. Bir tarafta üretim, diğer tarafta tüketim boyutu var. Bir tarafta ticaret boyutu var, öte tarafta diğer sektörlerle bağının güçlü olma noktasında diğer sektörleri destekleyici rolü var. Bu rollerin hepsi aslında günümüzde önemi artan bir şekilde devam ediyor. O yüzden de tarım, çok önemli bir sektör haline geldi. 2007 gıda krizi, tarımın aslında ne kadar önemli bir sektör olduğunu, kalkınmada ne kadar önemli bir rolü olduğunun tekrar altını çizdi. Hem Türkiye'de hem de dünyanın diğer değişik yerlerinde 2007 sonrasında tarıma olan yatırımların yavaş yavaş arttığını görüyoruz. Bu alanda bir yeniden canlanmanın olmasını bekliyoruz ve önemsiyoruz. Ancak bu yatırımların nerede olduğu, yatırım önceliklerinin ne olduğu ve nasıl bir tarım yapmamız gerektiği konusunda önceliklerin çok iyi belirlenip, gelecek projeksiyonların da ona göre yapılması lazım. Bizim için TEMA adına bu örnek tarımın en belirleyici faktörleri sürdürülebilir tarım. Bunun bir tarafında organik tarım var, bir tarafında iyi tarım var ama merkezde doğayla dost tarım olmalı. ABD, AB gibi bizim önemli ihracat pazarlarımızda talep tarafına baktığımız zaman iyi tarıma, organik tarıma, sürdürülebilir tarıma olan ihtiyaç ve talep giderek artıyor. Türkiye, biraz önce bahsettiğimiz küçük çaplı tarım üzerinden de bu alanda çok önemli bir avantajı elinde bulunduruyor. Bu tip tarım, “niş tarım” dediğimiz biraz daha spesifik sektörlerde yapabileceğiniz tarım yatırımları özellikle küçük çaplı tarım alanında önem kazanıyor. Bu alanda Türkiye çok büyük potansiyeller sunuyor. Ancak önceliklerimizin, bu anlamda uzun vadeli önceliklerimizin iyi belirlenip ortaya konulması lazım ve doğayı tarımın merkezine koymak istiyoruz.

Türkiye tarımsal kalkınmada nasıl bir model izlemeli? Tarımda öncelikli olarak yapılması gereken yapısal reformlar neler?

Doç. Dr. Barış Karapınar: Bizce en temel yapısal reform, tarım desteklemeleriyle ilgili. Çünkü Türkiye aslında tarıma ciddi kaynaklar ayıran, bu alanda politika önceliklerini uzun yıllardır bu kaynakları ayırma yönünde de belirlemiş bir ülke. Bu kaynaklar arttırılabilir de ama varolan kaynakları arttırmadan da bu destekleme kaynaklarının önceliklerinin değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle TEMA olarak doğa merkezli tarımın, sürdürülebilir tarımın Türkiye'de desteklenmesini istiyoruz ki biraz önce bahsettiğim model de aslında bu şekilde oluşturulacak. Modern tarım tanımı da değişiyor, daha fazla traktör kullanmak, daha fazla gübre, ilaç kullanmak artık modern tarımın tanımından çıktı. Daha sürdürülebilir tarım, daha spesifik tarım, teknoloji girdilerini, iletişim teknolojilerini çok daha iyi, etkin kullanan tarım ve aile çiftçiliğini eğiten, modern anlamda destekleyen bir modelden bahsediyoruz. Bu anlamda stratejik ve yapısal seçimlerin de bu yönde geleceğin tarımı niteliğindeki sürdürülebilir tarım yönünde yapılmasını istiyoruz.