Advertisement

Tarımda gen bağımsızlığı

Uluslararası şirketlerin ulusal tarım politikalarını şekillendirdiği bir dönemden geçiyoruz.

Yerel üretim modelleri, yerli bitki türleri ve hayvan ırklarının arka plana atıldığı bir süreçten bahsediyoruz.

Sadece üretim artışına odaklı bir sistem ile gıdanın güvence altında olacağı algısı dayatılmaya çalışıyor.

Sistematik olarak belki üretim artıyor ama biyoçeşitlilik bakımından her geçen gün fakirleşiyoruz.

Sadece et ve süt tarafına baktığımızda dahi dünyada belirli hayvan ırklarından bu ürünleri elde ediyoruz. Türkiye'de de durum farklı değil. Süt sığırcılığı dendiğinde akla hemen Holstein (Holştayn) ırkı geliyor. Etçi ırk dendiğinde ise Montafon, Simmental, Jersey, Angus ve Limousin ilk akla gelenler. Birçoğu Avrupa'nın farklı ülkelerinin sahip olduğu hayvan ırkları...

Peki Yerli Kara, Doğu Anadolu Kırmızısı, Boz Irk, Güney Anadolu Kırmızısı, Maraş Sığırı, Zavot Sığırı, Kırım Sığırı'nı bilen ya da hatırlayan var mı? Pek çoğumuz bu isimlere yabancı olabilir.

Şimdi diyeceksiniz ki dünyanın tercih ettiği ve Türkiye'de de kültür ırkı olarak önemli bir üretim payına sahip olan Avrupa ırkları hem süt verimi hem de et tutma oranı açısından daha verimli; bizimkilerin ise verimi çok düşük olduğu için yetiştirilmesi ekonomik değil.

Peki nasıl oluyor da ithal ırklarda verim yükselirken yerli ırklarda düşük kaldı?

Aslında cevap basit.

ABD ve Avrupa ülkeleri kendi hayvan ırklarına sahip çıktı. On yıllar boyu söz konusu ırklar üzerinde seleksiyon ve ıslah çalışmaları yaptı. Sonuç itibariyle kendi ikliminde, doğasında daha dayanıklı, verimli ve sağlıklı ırklara sahip oldu.

Biz ise yerli ırklara yeterince sahip çıkamadık. Onları ıslah etmek yerine kolaycılığa kaçarak üretimimizi ithal ırklar üzerine inşa ettik.

Kültür ırklarının üretime katkısı yadsınamaz ancak gıda güvenliğini konuştuğumuz bir ortamda yerli ırklar açısından gen güvenliği de göz ardı edilemez.

HAYVAN IRKLARININ %17'Sİ YOK OLMA RİSKİ ALTINDA

Yüzyıllardır var olduğu coğrafyaya ve iklime uyum sağlamış yerli hayvan ırklarının gen kaynağının korunamayarak soyunun yok olma tehlikesine girmesi Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) de gündeminde.

FAO'nun 2007'den sonra ilk kez geçen hafta ‘Gıda ve Tarım için Dünyada Hayvan Genetik Kaynaklarının Durumu Raporu’nu açıkladı. 604 sayfalık raporda bazı veriler var ki hiç içaçıcı değil.

Rapora göre çiftlik hayvan ırklarının yaklaşık yüzde 17’si (1,458 ırk) yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.. Yüzde 58’i ise popülasyonlarının büyüklüğü ve yapısı hakkında fazla veri bulunmadığından risk durumları bilinmiyor.

Gelelim asıl dikkat çekici rakama... 2000 ve 2014 yılları arasında yaklaşık 100 hayvan ırkı yok oldu.

FAO'nun elde ettiği ülke verileri, rastgele yapılan melezleme işlemlerinin genetik erozyona yol açan başlıca sebep olduğunu ortaya koyuyor.

Hayvan genetik çeşitliliğini tehdit eden diğer faktörlerin arasında yerel olmayan ırkların kullanılması, hayvancılık sektörünü düzenleyen zayıf-yetersiz politikalar ve kurumlar, geleneksel hayvan üretim sistemlerinin bitişi ve yeterince rekabet edemeyen ırkların değerlendirilmemesi sayılıyor.
Sayılarla ifade edildiğinde ırkların en yüksek riskle karşılaştığı bölgelerin başında Avrupa ve Kafkasya gösteriliyor. İki bölge de yüksek derecede uzmanlaşmış hayvancılık endüstrisine sahip ve üretim için çok az sayıda hayvan ırkı kullanıyor.

BİYOÇEŞİTLİLİK NEDEN ÖNEMLİ?

FAO'nun raporuna göre genetik çeşitlilik, hayvan ırklarını iyileştirmek, değişen çevre koşullarına ve taleplere uyum sağlamak açısından çiftçiler için hammadde niteliğinde bir önkoşul.
 
Genetik çeşitlilik ve bağımsızlık konusu, değişen iklim koşulları, yeni ortaya çıkan hastalıklar, toprak ve su kaynaklarının üzerindeki baskının her geçen gün artması ile daha kritik bir öneme sahip olacak.

Son dönemde kırmızı et fiyatları ile yeniden gündemde olan hayvancılık konusuna bir de bu açıdan değinmek istedik.

Bu bahsettiğimiz sadece bir örnek...

Bitkisel üretim tarafında da farklı bir durum yok. Orada da tohum kaynaklarımız ve çeşitliliğimiz hızla azalıyor.

Bunu biz değil yine FAO söylüyor.

TÜRKİYE'DE BUĞDAY ÇEŞİTLİLİĞİ HIZLA AZALIYOR

Türkiye'nin geleneksel buğday türlerini de mercek altına alan FAO'nun raporu, buğdayın doğduğu yerlerden biri olan Türkiye’de yerel buğday çeşitlerinde bir düşüş yaşandığını ortaya koyuyor.

Çok çarpıcı bir veriyi sizinle paylaşalım: Bugün, yerel ırklar Türkiye’nin toplam buğday üretiminin yüzde birinden azını oluşturuyor. Raporda yer alan arazi çalışmasının sonuçlarından biri, son 75 yılda Balıkesir’de yerel buğday ırkının 37’den 7’ye düştüğünü gösteriyor.

Çiftçiler modern buğday çeşitleri kullanmaya devam ettikçe geleneksel buğday türleri düşüşe geçiyor.

Peki çiftçiler neden modern buğday türlerini tercih ediyor? Nedenlerin başında yüksek verim, pazara girme kolaylığı, türlerin hastalıklara karşı dirençli olması var.

Ama bu durum tehlikeyi de beraberinde getiriyor. FAO'ya göre pazarın modern çeşitler tarafından domine edilmesi, iklim değişikliği ve gelecekte karşılaşılabilecek diğer olağanüstü olayların üstesinden gelmeyi kolaylaştıracak genetik çeşitliliğin kaybıyla sonuçlanabilir.

Yerel buğday türlerinin aşırı hava koşullarına uyum sağlamasının yanında çok farklı türlerde toprak çeşidinde yetişme özelliği bulunuyor. Genetik çeşitliliğin yeterli seviyelerde olmadığı durumlarda ülkeler çevresel koşulların getirdiği risklere ve aniden yayılan zararlı hücumuna ve hastalıklara karşı daha açık olabiliyor.

Ama tarımda gen güvenliği konusunda buna benzer daha birçok risk var. O da bir başka yazıya...

İrfan Donat

Bloomberg HT Editörü

idonat@bloomberght.com