Advertisement

Elimde bir kitap var.

Vandana Shiva'nın kaleme aldığı kitabın ismi “Küresel Gıda Soygunu – Çalınmış Hasat

 

Bu yazıyı kaleme alırken kitapta bir paragraf dikkatimi çekti.

 

Hindistan'da 1991'de serbest ticaret politikaları ilk uygulamaya alındığında dönemin tarım bakanı Balram Jakhar, “Gıda güvenliği, depolardaki ürün değil cepteki dolardır” demiş. Gıda güvenliğinin 'kendi kendine yeterlilik'e (yerel tüketim için yerel olarak yetiştirilen gıdalara) değil 'kendi ayakları üzerinde durma'ya (Uluslararası pazarlardan satın almaya) bağlı olduğunu söylemiş.

 

Dönemin bakanı hâlâ aynı görüşte mi bilemeyiz ama Hindistan dahil çok sayıda ülke elde toprak, tohum ve su olmadıktan sonra cepteki doların gıda güvenliği açısından hiçbir şey ifade etmediğini uzun süre önce kavramış olmaları gerekir.

 

Bir tarafta artan nüfus... Diğer tarafta tarım arazilerinin hızla yok olması ve su kaynakları üzerindeki baskı... Küresel iklim değişikliği, artan jeopolitik riskleri de işin içine kattığınızda 'gıda güvenliği' konusu her fırsatta karşınıza çıkıyor.

 

Endüstriyel tarım oyuncuları ise bu konuda kendi açılarından sistematik şekilde ve ısrarla uzun zamandır algı oluşturmaya çalışıyor.

 

Böylece hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin diğer ülkelerdeki tarım arazilerine olan ilgisi her geçen gün artırıyor. Hatta uluslararası varlık ve emeklilik fonları da tarım arazilerindeki küresel kapışmanın oyuncuları arasına dahil olmuş durumda.

 

Peki bu yeni bir trend mi? Değil.

 

Ülkelerin ve uluslararası fonların tarım arazilerine olan ilgisi çok eskilere dayanıyor ama 2000'li yıllardan sonra bu ilgi daha da arttı. Hatta 2007-2008 yıllarında iklimin de etkisiyle ortaya çıkan gıda krizi ve fiyat artışları, tarım arazilerinin küresel kapışma sürecinde tetikleyici rol oynadı dersek yanlış olmaz.

 

Peki, yeni olan ne derseniz cevap trendlerdeki değişimler...

 

Öncelikle tarım arazilerine ilgi hızlı bir şekilde artıyor. Kiralama ve satın almalarda arazilerin daha da geniş ölçekli olması dikkat çekiyor. Bir diğer değişim kiralama sürelerinin 30 yıldan 99 yıla kadar daha da uzatılması. Bölge bazında bakıldığında ise kiralanan araziler açısından akla ilk olarak Afrika ülkeleri gelse de son dönemde Güney ve Orta Amerika ile Güney ve Güneydoğu Asya da ön plana çıkıyor.

 

Geçtiğimiz haftalarda Egeli&Co. Araştırma ve Strateji Direktörü Güldem Atabay Şanlı bu konuda bir rapor yayımladı.

 

Raporun ismi Türkiye Agro-Sanayi Sektöründe 'Ticarileşmenin' Gelişi.

 

Rapor, dünyanın yeni ilgi odağı haline gelen tarım arazilerinin finansallaşma sürecini ele alıyor.

 

Biz de hem Egeli&Co.'nun raporu hem de diğer uluslarası raporlardan yola çıkarak son dönemdeki trendlere yeniden göz atmak istedik.

 

Raporda, “Gelişmiş ülkelerde tarım arazilerinin kısıtlı kalması ve gelişmekte olan ülkelerde de ranta kurban gitmesi nüfus projeksiyonlarıyla birleştiğinde ortaya çıkan gıda ihtiyacına paralel, tarım arazilerine yönelik yatırımlar daha fazla öne çıkmaya başladı” deniliyor.

 

Tarımsal arazilerin kiralanması veya söz konusu arazilerden elde edilecek üründen gelir paylaşımı üzerine kurulu ortaklıkların yatırım teması haline geldiğine dikkat çekilen raporda tarım arazileri ve çiftçiliğin çok başka sektörlerden gelenler için ilgi çekici hale gelmeye başladığına vurgu yapılıyor.

 

Yüksek sermaye kazancı, portföy çeşitliliği ve enflasyona karşı koruma avantajları sayesinde dünyada tarım arazilerine artan ilgiye dikkat çekilirken, kurumsal yatırımcılar arasında özellikle emeklilik fonları ve ülke varlık fonlarının öne çıktığı belirtiliyor.

 

Bu konuda her ne kadar çok sağlıklı ve net veriler bulunmasa da diğer uluslararası raporlardan da birkaç bilgiyi paylaşmakta yarar var.

 

2014 yılında Enviromental Research Letters adlı kurumun yaptığı çalışmaya göre dünyada 126 ülke küresel tarım arazilerinin satılması ve kiralanmasına yönelik ticaret içerisinde.

 

Dünyada tarım arazilerinin yüzde 2'ye yakını yabancı yatırımcı ve ülkeler arasında ticarete konu. Bu da Almanya ve Fransa'nın toplam yüzölçümünü aşıyor. Her yıl yaklaşık 30 milyar dolar hacminde tarım arazilerinin satışı gerçekleşiyor.

 

Dünya Bankası raporuna göre ülke ve yatırım şirketlerinin satın aldığı arazilerin yüzde 37'si gıda bitkilerinin yetiştirilmesi için kullanılırken, yüzde 21'i ihracata yönelik ürün yetiştirmek üzere işleniyor. Arazilerin yüzde 21'i ise biyoyakıt elde etmeye yönelik bitkisel üretime ayrılmış durumda. Geri alan kısımda ise başta hayvan yemi materyali olmak üzere çeşitli üretimler yapılıyor.

 

Oxfam'a göre 2000 yılından bu yana dünyada 227 milyon hektarı aşkın arazi, ülkeler ve şirketler tarafından ya satın alınmış ya da kiralanmış durumda.

 

Peki en çok hangi ülkeler tarım arazilerini satın alıyor ya da kiralıyor?

 

En büyük alıcılar arasında ABD, Çin, İngiltere, Almanya, Hindistan, Suudi Arabistan, Singapur, Hollanda, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Malezya, Güney Afrika ve Ürdün gibi ülkeler başı çekiyor.

 

Peki en çok arazi satılan ya da kiralanan ülkeler hangisi?

 

Hedef seçilen bölgeler genelde Afrika, Güney Amerika ve Asya tarafında. Etiyopya, Filipinler, Brezilya, Sudan, Madagaskar, Mozambik, Tanzanya, Gabon, Kenya, Kongo Cumhuriyeti, Kamboçya, Endonezya ve Nijerya öne çıkıyor.

 

Bu konu tüm dünyada oldukça tartışmalı ve pek çok boyuta sahip.

 

Mesela bu trend ne kadar sağlıklı? Ekosistemde kırılganlık riski yaratıyor mu?

Arazileri diğer ülkeler tarafından kiralanan ya da satılan ülkelerde kamuoyu bu durumu nasıl karşılıyor? Şirket kaygıları ile insanlığın kaygıları ortak mı?

 

Uluslararası tohum şirketleri neden 'gıda güvenliği' konusuna ısrarla vurgu yapıyor?

 

Endüstriyel tarım 'fırsat' olarak gösterilirken kendi içinde riskler barındırıyor mu?

 

Tüm bu sorulara da başka bir yazıda gıda politikalarındaki paradokslara değinerek cevap arayacağız.

 

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü