Advertisement

Tarımda üretime odaklanmış durumdayız.

İyi, tamam üretelim de ya sonrası?

Tarımsal desteklemeler dahi arz odaklı şekilleniyor. Sonrasında ürünün işlenmesi, katma değer yaratılması ya da değerini bulması noktasında bir altyapı yok.

Bu konuda ciddi bir çalışma ya da hazırlık da görmüyoruz. Ürettiğimiz ürüne talep ya da alternatif pazar oluşturamadığımız noktada haliyle desteklemeler de hakettiği etkiyi yaratamıyor.

Bundan da ne üretici ne de desteklemeleri sağlayan devlet memnun oluyor. 

Tarımsal üretimin zaten maliyetli ve meşakkatli olduğu Türkiye'de, sonrası yeteri kadar planlanmadığı için üretici tarafında hüsran, ihracatçı tarafında rekabet edememe kaynaklı memnuniyetsizlik, tüketici tarafında ise fiyat istikrarsızlığı temelli bir hoşnutsuzluk doğuyor.

Bizim artık gerçekten tarımın geneline bakış açımızı değiştirme zamanı geldi de geçiyor bile.

Üretimde kalite, verimlilik ve düşük girdi maliyeti kadar lojistik, katma değerli ürün geliştirme, daha rekabetçi pazarlama stratejileri ve alternatif ihracat pazarları noktasına odaklanarak, bu konulara daha fazla kafa yormak gerekmiyor mu?

Mesela...

Süt sığırcılığına sadece çiğ süt üretimi olarak bakmaktan vazgeçmediğimiz sürece üretici bu sektörde mağdur olmaya mahkum. Sadece üretimi yapıp gerisini aracı ya da sanayicilere bıraktığımız zaman ortaya çıkan tabloya hepimiz şahidiz.

Üretici, çiğ sütün sonraki aşamalarına, yani peynir, tereyağı, ayran, yoğurt ve benzeri üretime adapte edilmeli.

Sonrası için katma değer, markalaşma adına Ar-Ge, inovasyon, pazarlama çalışmaları devreye girmeli.

Tire Süt Kooperatifi'nin izlediği strateji buna en güzel örnekler arasında gösterilebilir.

Yani, en az üretim kadar sonraki süreçlere dair alternatifler üzerinde de kafa yorulmalı.

Süt ve süt ürünleri sadece bir örnek..

Diğer hayvansal ve bitkisel ürünlerde de durum farklı değil..

Ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi üzerine yapılacak yatırımlara da üretici müdahil olmalı.

3-5 hayvanı olan, 5-10 dönüm tarlası, bahçesi olan çiftçinin eti ne budu ne ki bunları yapabilsin?" dediginizi duyar gibiyim.. Haklısınız..

İşte o yüzden Türkiye'de kooperatifleşmenin önemi ortaya çıkıyor. Sözde, herkes kooperatifleşmenin öneminin farkında ama özde bunu uygulayan üretici sayısı çok çok az.

Bunun için de üreticinin biraraya gelmesi, gerçek anlamda işlevsel bir yapıda kooperatifleşmesi şart oğlu şart.

Tarım ürünlerinin pazarlanması için organize sanayilerin kurulması artık gündemimize girebilmeli. Üreticinin ürününü işleyebileceği küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin oluşturulması şart. Böylece olası pazar daralmalarında çiftçi kendi ürününe sahip çıkabilir ve kendini risklerden koruyabilir. Bu oluşum ve altyapı, fiyatlardaki kırılganlıklara ve aşırı dalgalanmalara karşı tampon görevi görebilir.

Artık Ege'de incir üreticilerinin binbir emekle yetiştirdikleri incirleri, incir kurutma ya da işleme tesisi kurarak daha iyi bir fiyata satma vakti gelmedi mi? Bunun için gerçek anlamda birlik olmaları gerekmez mi? Yoksa eski düzende yani üreticinin incirini tüccara verdiği tüccarın sanayiciye götürdüğü ve sanayicinin işlemesine ve satabilmesine bağlı olarak fiyatın belirlendiği bir sistem sürmeli mi?

Karadeniz'de fındık üreticilerinin lisanslı depoda ürününü saklama ve ürün Borsa ile fiyatı makul seviyeye geldiğinde satma imkanı olsa fena mı olur? Dökme ihracat yerine işlenmiş ürünle toplam fındık ihracatını ikiye, üçe katlamak hayal mi?

Ya da dünyanın üçüncü büyük elma üreticisi konumundaki Türkiye'de yılda 625 milyon dolarlık elmamız zayi olurken, kalite ve uygun saklama koşullarında üretim gerçekleştirerek Türkiye'de 1 dolara satılan bu ürünleri Avrupa ve ABD'de 3-4 dolara satmak rüya mı?

Elmanın tazesi kadar kurusunu, cipsini, püresini, pekmezini, pestilini, şarabını, pektinini de kaliteli şekilde üretip pazarlayabilirsek bu ürün üretici açısından hakettiği değere alıcı bulamaz mı?

Zeytin ve zeytinyağının üretimden sonraki aşamasına fasoncu olarak değil markalı olarak müdahil olsak...

Bugün dünyada portakalın, limonun kendisi kadar kabuğu da para ediyor. Zaman zaman portakalın kabuğunu, içinden daha pahalıya satıyoruz. Vişnenin, kirazın sapı da çekirdeği de önemli ihracat kalemleri arasında. Kirazın çekirdeğinden İsveç'te yastık yapılıyor, ortopedik ürün olarak satılıyor. Kirazın sapı zayıflamak isteyenlere çay olarak sunuluyor. Bu fırsatları neden dövize çeviremiyoruz?

 

Bu konuyla ilgili bir başka örneği de Uludağ Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Murat Bayizit veriyor: “Zaman zaman haberlere yansıyor.. Domates para etmiyor, tarlada kalıyor. Ama bugün Türk domates salçası dünyada çok kaliteli domates salçalarının başında gösteriliyor. Peki dünyaca bilinen bir markamız var mı? Yok. Bugün ürettiğimiz 120 bin ton domates salçasına karşın karşın ABD'de tek bir firma 1 milyon ton domates salçası üretiyor. Haliyle ABD'nin ketçap markaları da tüm dünyaya hakim durumda.”

 

Örnekleri çoğaltmak mümkün..

Kısacası tarıma sadece üretim odaklı bakış açısından sıyrılıp hakettiği şekilde bakarsak üreticisinden tüketicisine, ihracatçısından sanayicisine herkes kârlı çıkacaktır. Tarım sektörünün kendi ayaklarının üzerinde durmasının yolu bizce buradan geçiyor.

Tarımda verimlilik ve rekabetçiligi sağlamanın yolu küçük üreticilerin birlik olması, bilinçlendirilmesi ve salt üretim sonrası safhalara da katılmasından geçiyor.

Hızla genişleyen dış pazarlarda nüfus ve alım gücü arttıkça tüketim talebi de artıyor, ihracat pazarları yeniden şekilleniyor.

 

Yaşanan bu sürece adapte olabilmenin yolu önce bakış açısını değiştirmekten geçiyor.

 

Üretimden aşamasından başlayarak planlama yapmaktan ve strateji oluşturmaktan geçiyor.

 

İrfan Donat

 

Bloomberg HT Tarım Editörü

 

idonat@bloomberght.com