Advertisement

Aslında bu yazıyı geçtiğimiz hafta yayımlayacaktık ancak gündemdeki yoğunluk nedeniyle bugüne kısmet oldu.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) her yıl 1945’te kurulduğu tarih olan 16 Ekim’i Dünya Gıda Günü olarak kutluyor.

Amaç, açlıktan etkilenen kesimler ile herkesin gıda güvenliğine ve besleyici gıdaya ulaşma ihtiyacı hakkında farkındalık yaratıp eyleme geçilmesini teşvik etmek.

Değişen iklim şartları, hızla yok olan tarım arazileri ve başta su olmak üzere tahrip olan yeraltı kaynakları 'Dünya Gıda Günü'nü her geçen yıl daha da önemli hale getiriyor.

Değişen iklim koşulları 'gıda güvenliği' konusunda ciddi riskler yaratıyor. FAO'nun şu tespiti önemli: “Gıda güvenliği olmadan sosyal ve ekonomik kalkınma da mümkün değil.”

O yüzden bitkisel üretim, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık ve su ürünleri gibi tarımsal sektörler bu karmaşık zorluğun aşılmasında kilit rol oynayabilir.

İşte 'aile çiftçiliği' bu noktada kritik önemde. Çünkü küçük ölçekli çiftçiler, yerel şartlara uyarlanmış sürdürülebilir tarım uygulamalarını benimseyerek üretkenlik ve gelir açısından önemli kazanımlar elde edebilecek potansiyele sahip.

Küresel su kullanımının yaklaşık yüzde 70’ini tarım ve gıda sektörü oluşturuyor. FAO'ya göre, ekosistem sağlığını ve doğal kaynak yönetimini geliştiren sürdürülebilir tarımsal uygulamalar, doğal kaynakların aşırı kullanımını ve ekosistemdeki bozulmayı durdurabilir, hatta tersine çevirebilir.

Tarımsal sektörler küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 20-25’ini oluşturuyor.

FAO'nun raporuna göre sürdürülebilir tarımsal uygulamalar, üretkenlik ve dayanıklılığı artırabilir, sera gazı emisyon yoğunluğunu düşürebilir, ormanların yok olmasına sebep olan baskıları azaltabilir. Ve bunların tümü, karbon tutulumu sağlayan toprakları, kırsalı ve de ormanları daha sağlıklı hale getirebilir. Bu azaltıcı etkiler, tüm tarımsal gelişimi engellemeden ve neredeyse sıfır maliyetle elde edilebilir.

Gelelim konunun tehdit eden boyutlarına...

Yakın gelecekte insanlığı ciddi riskler bekliyor.

İklim değişikliğinin başlıca gıda kategorilerindeki verimi azaltması öngörülüyor.

FAO'nun verilerine göre iklim değişikliği ile mücadele etmeye yönelik acil ve ortak bir tutum belirlenmezse, tahminlere göre 2100 yılı itibarıyla mısırda verim yüzde 20-45, buğdayda yüzde 5-50, pirinçte yüzde 20-30, soyada ise yüzde 30-60 arasında düşüş yaşanabilir.

Değişen bir iklimde artmakta olan bir nüfusu doyurmak için dünyanın daha verimli, dayanıklı ve sürdürülebilir tarımsal kalkınma türlerine geçiş yapması şart.

FAO, 'iklim duyarlı tarım' yaklaşımı ile üç ana hedefe ulaşılabileceğini savunuyor:

1- Tarımsal üretkenliğin ve gelirlerin sürdürülebilir şekilde artırılması,

2- İklim değişikliğine uyum ve dayanıklılık yaklaşımının oluşturulması,

3- Mümkün yerlerde sera gazı emisyonlarının azaltılması/sonlandırılması.

Gelelim konunun hayvancılık boyutuna...

FAO'nun verilerinden ve notlarından devam ediyoruz.

Hayvancılık sektörü insanlardan kaynaklanan ve iklim değişikliğine sebep olan sera gazı emisyonunun yaklaşık yüzde 14,5’inden sorumlu olmakla birlike sığır eti ve sığır sütü üretimi, bu emisyonların büyük bir kısmını oluşturuyor (sırasıyla %41 ve %20).

Hayvancılıktan elde edilen ürünlere olan talebin, gelir ve nüfus arttıkça önümüzdeki yıllarda artacağı herkesin malumu. Bu durum hayvancılık üretim süreçlerindeki emisyonların azaltılmasının önemini ortaya koyuyor.

Bu noktada besinleri koruyan ve geri dönüştüren gübre yönetim uygulamalarının da sürece önemli katkı sağlayabileceği ve birçok durumda bu tür uygulamaların verimliliği ve geliri de artıracağına dikkat çekiliyor.

Aslında bugün kriz olarak karşımıza çıkan atık yönetiminde 'doğru tarım uygulamaları' ile sağlanacak başarı, bize fırsat olarak geri dönebilir.

Bu kapsamda konuşulması gereken bir diğer nokta ise sınırlı kaynakların sanki sınırsızcasınaymış gibi kullanımı sonucu yaşanan gıda kaybı ve israfı.

Dünyada üretilen gıdanın üçte birinden fazlası her yıl üretimden tüketime kadar geçen süreçte ya kayboluyor ya da israf ediliyor. Gıda atıklarının küresel maliyeti, yıllık yaklaşık 2,6 trilyon dolar.

Yıllık 1,3 milyar ton gıdaya denk gelen bu miktar dünyadaki 800 milyon aç insanın doyurulması için yeterli bir miktar.

Bu kayıp ve israfın bir de yan etkileri var.

Kaybedilen veya atık haline gelen gıdaların üretimi, işlenmesi ve dağıtım süreçleri küresel sera gazı emisyonunun önemli bir kısmını oluşturuyor. Çöplüklerde çürüyen ve karbondioksitten yaklaşık 25 kat daha zararlı bir gaz olan metan gazını salan gıdalar ekstra sera gazı emisyonu anlamına geliyor.

Gelişmekte olan ülkelerde gıdaların önemli bir kısmı raflara, tüketicilere ulaşmadan önce bozuluyor. İşte bu noktada işleme ve depolama (özellikle soğuk depolama) tesisleri ile gelişmiş nakliye ağlarına yapılacak yatırımlar gıda kayıplarını ve israfını önemli ölçüde azaltabilir. Çünkü küresel gıda kayıp ve israfı aynı zamanda yıllık toplam sera gazı emisyonunun yüzde 8’ini oluşturuyor.

Bu da konunun gıda sistemleri boyutunu gündeme getiriyor.

İklim değişikliğinin gıda üretimini zayıflatırken, mevcut tarımsal uygulamalar ve tarımsal kalkınma planlarının tarımın ihtiyaç duyduğu doğal kaynakları tehdit etiğine dikkat çeken FAO, üretim, dağıtım ve tüketim düzenlerinin bu karmaşık zorluklarla mücadeleyi mümkün kılacak şekilde değişmesi gerektiğini savunuyor.

İşin acı tarafı gelişmiş ülkelerde gıda atıkları genellikle, estetik açıdan çekici olmayan ve tüketime uygun olmasına rağmen son kullanım tarihi geçmiş olan gıdalardan kaynaklanıyor.

FAO, tüketici davranışlarının değiştirilmesi ve teknolojik yeniliklerin desteklenmesinin bu alanda önemli bir katkı sağlayabileceği görüşünde.

Özetle iklim değişikliği, gıda ve su güvenliği üzerinde ciddi riskler yaratıyor. Ekolojik sistem üzerinde ciddi bir tehdit oluşturuyor. Dünyada 2 milyar hektarlık bir alan küresel ısınma, iklim değişikliği, çölleşme ve kuraklık tehdidi ile karşı karşıya bulunuyor.

Bunun en acı ve somut örneği son 100 yılda tarımsal ürünlerdeki genetik çeşitliliğimizin yüzde 75'ini kaybetmemiz değil mi?

'Sürdürülebilir' kavramı tarım açısından her geçen gün daha çok önem kazanıyor.

Artık tarıma bakış açımızı değiştirerek bütüncül bir yaklaşım sergilemek zorundayız. Sadece insan odaklı bir tarım sürdürülemez. Ekolojik sistemi bir puzzle olarak düşünürsek insanoğlu onun sadece bir parçası.

O yüzden doğaya savaş açmak ve tahrip etmek yerine doğayla dost ve onarıcı bir tarımsal model artık gerçek gündemimiz olmalı.

 

İrfan Donat

 

Bloomberg HT Tarım Editörü

 

idonat@bloomberght.com