Advertisement

Tarım sektörü mevcut haliyle bir çok riski ve fırsatı içinde barındırıyor.

Bir önceki yazımızda sektörün 2016 karnesine göz atmıştık.

Bugün de 2017'de tarım ve gıda sektörüne yönelik olası riskleri ve fırsatları değerlendireceğiz.

1- Kur belirsizliği sürüyor

Tarımda ithalata bağımlı durumda olmak kur riskini de beraberinde getiriyor. Türk Lirası yıl başından bu yana dolar karşısında yaklaşık yüzde 17'yi aşan değer kaybını gördü. Kurdaki yüksek volatilite ve olası yükseliş 2017 riskleri arasında yer almaya devam ediyor. Jeopolitik riskler ve iç politik gelişmeler kurdaki dalgalanmada önemli bir etkiye sahip. Haliyle, kur riski maliyetler ve fiyatlar konusunda belirsizliği artırıyor. Bazı kurumlar bugünlerde 3,50'nin üzerinde seyreden Dolar/TL paritesi için 2017 sonunda 3,85 seviyelerini öngörüyor. Bu da başta yem ve gübre olmak üzere girdilerde maliyetlerin daha da artma riskini beraberinde getiriyor. Pahalı üretim, iç piyasada pahalı tüketim ve dolayısıyla gıda enflasyonu anlamına gelirken, ihracat pazarından da bizi rekabetçilikten uzaklaştırıyor.

2- İklimsel riskler devam ediyor

Her ne kadar son günlerde yurdun önemli bir kesiminde kar yağışları olsa da Eylül-Kasım döneminde yağışlar mevsim normallerinin altında seyretti. Söz konusu kurak dönemin tam de ekim dönemine denk gelmesi sonucu özellikle buğday rekoltesinde kayıplar yaşanabilir. FAO'nun öngörüleri de bu yönde. Bu arada olumsuz iklim koşulları denilince akıllara sadece kuraklık gelmesin. Meteoroloji uzmanları bu yılın oldukça sert geçeceği konusunda uyarılarda bulunuyor. Bu da nisan sonuna kadar don, dolu ve aşırı yağış riskini de beraberinde getiriyor. Bu da verimden kaliteye, maliyetten fiyata kadar her şeyi olumsuz etkiliyor. Geçtiğimiz yıllarda buna şahit olduk.

3- Kimyasal gübrenin geleceği belirsiz

Bakanlar Kurulu’nun 26 Haziran 2016 tarihinde aldığı karar ile terör örgütleri tarafından bomba yapımında kullanıldığı gerekçesiyle nitratlı gübrelerin dağıtımı ve kullanılması halen yasaklı durumda. Başbakan Yıldırım'ın, “Yavaş yavaş bu kimyasal gübre işinden çıkacağız. Biyolojik gübreye yöneliyoruz” açıklamasına Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Azotlu gübre ile topraklarımızı mahvettik” diyerek destek verdi ve doğal gübreye dönmek durumunda olduklarını dile getirdi. Ama bu konuda nasıl bir strateji izleneceğine yönelik net bir yol haritası çizilmedi. Hem çiftçi, hem de sektör açısından 2016'nın ilk yarısında ortaya çıkan belirsizlik 2017'ye girerken de sürüyor.

4- İhracat pazarında sorunlar var

Rusya pazarında yaralar sarılıyor ama başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğu pazarında sıkıntılar sürüyor. Karşımızda risk olarak duran bu gerçek, pazarların çeşitlendirilmesi ve ürün portföyünün genişletilmesi ile fırsata dönüşecek bir potansiyele sahip. Ancak söz konusu çeşitlendirme bugünden yarına olabilecek kadar kolay değil. An itibariyle tarım ve gıda sektörü açısından önemli ihracat pazarlarımızda belirsizlik hakim. 2017'ye girerken üreteceği ürün konusunda tedirginlik yaşayan üretici, söz konusu ürünü nereye satacağı konusunda da en az ihracatçı kadar alternatifsizlikten dolayı kaygılı.

5- Gıda sektöründe iflaslar ve konsolidasyonlar yaşanabilir

Söz konusu öngörü, kredi sigortalama şirketi Euler Hermes'in Türkiye CEO'su Özlem Özüner'e ait. Nakit akımı ve yüksek borçluluğun Türk şirketlerinin en önemli sorunu olduğunu kaydeden Özüner, 2017 yılında ekonomik büyümede görülen yavaşlamaya bağlı olarak şirketlerin bahsedilen problemlerinin süreceğini düşünüyor. Borçlu şirketlerin yaşamını sürdürmek için borçluluklarını azaltmak ve boyutlarını küçültmek durumunda olduğunu savunan Özüner, gıda sektöründe konsolidasyonların yaşanabileceğini belirtiyor. Özüner, Türkiye'de 2016 yılında şirket iflaslarının 17 bin düzeyindeki tahminleri aşabileceğini belirtirken, iflas ertelemeyle ilgili düzenleme nedeniyle 2017 yılında iflas sayısının 2016 yılına göre gerileyebileceğini belirtiyor.

6- Daha fazla anaç hayvan kesime gidebilir

Her geçen yıl kar topu etkisiyle büyüyen bir diğer risk ise süt sığırcılığı tarafında. Bir önceki yazıda yaklaşık 30 aydır değişmeyen çiğ süt fiyatları yüzünden çok sayıda köylünün, çiftçinin bu işten zarar ettikleri için anaç hayvanlarını kesime gönderdiğini yazmıştık. Ulusal Süt Konseyi, 26 Aralık'ta gerçekleşen toplantı sonucu halen 1 lira 15 kuruş seviyesinde olan çiğ süt referans fiyatını Ocak 2017'den itibaren 6 kuruş artırarak 1 lira 21 kuruş olarak belirledi. Ancak üreticiler, son 2 ayda sadece yem fiyatlarına gelen zammın yüzde 10 civarında olduğunu kaydediyor. Dolayısıyla bir tarafta söz konusu referans fiyata uyulup uyulmayacağı soru işareti barındırırken, öte yanda söz konusu 6 kuruşluk artırım kararının çiftçinin cebine girmeyeceği şimdiden anlaşıldı. Söz konusu gelişme ile birlikte yeni yılda süt sanayicisi ve marketler 6 kuruşluk zammı bahane ederek raflardaki süt ve süt ürünlerine de zam yapabilir. Bu da gıda enflasyonu tarafında baskıyı artırır. Ama uzun vadede asıl sorun, bunun kırmızı et fiyatlarına yansıması yönünde. Eğer çiğ süt tarafında çiftçi zarar etmeye devam eder ve bu işten para kazanamadığı için anaç hayvanlarını kesime göndermeyi sürdürürse 2008-2010 dönemine benzer bir süreç yaşanabilir. Yani, kırmızı et fiyatları üzerinde uzun vadeli daha fazla baskı yaratabilir.

7- Atalık tohumun geleceği belirsiz, biyoçeşitlilik risk altında

Her ne kadar 2017 yılına yönelik risk ve fırsatları değerlendiriyor olsak da 2016 yılında alınan bir karar, hem 2017 hem de sonrası için riskleri ve belirsizliği de beraberinde getiriyor. Hükümet, 2018’den itibaren sertifikasız tohum kullanan çiftçiye destek verilmeyeceğini açıkladı. Bu da yıllardır kendi atalık/yerel tohumuyla ekim yapan, yetiştirdiği ürünün bir kısmını tohumluk olarak ayıran çiftçi açısından kötü bir haber. Zaten hali hazırda yerel/atalık tohumlarının satışının yasaklandığı, kullanımının ve dağıtımının kısıtlandığı bir ortamda bir de desteklemeden çıkarılacak olması biyoçeşitliliğini korumaya çalışan Anadolu toprakları açısından 2017 ve sonrasının belki de en büyük riski. İklim değişiyor, üretimi olumsuz etkileyebilecek söz konusu risklere karşın en büyük sigorta ise bu topraklara adaptasyon özelliği en yüksek konumda olan yerel/atalık tohumlar. Binlerce yıldır kendi tohumunu üreten köylünün elinden bu zengin biyolojik çeşitliliği almak tarımın geleceğine de sekte vurabilir. Monokültür tehdidine daha fazla kapı aralar. Söz konusu karar ile uluslararası tarım şirketlerinin oligopol yapısına daha fazla kapı aralanmış olacak.

8- Daha fazla tarım arazisi rant kurbanı olabilir

Türkiye'de son 26 yılda tarım alanları 28 milyon hektardan 24 milyon hektara geriledi. Tarım alanlarında yaşadığımız kayıp yüzde 15 seviyesinde. Kaybın ana sebepleri arasında ise başta imarlaşma olmak üzere tarım alanlarının amaç dışı kullanımı geliyor. Şimdilerde Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından görüşe açılan 'Üretim Reform Paketi Kanun Tasarı Taslağı' ile amaç dışı kullanılan tarım alanlarına metrekare başına 8 lira ödenmesi halinde af gelebilir. Bu da zaten hızla daralan ve baskı altındaki tarım alanlarının 2017 ve sonrasına yönelik süreçte daha da küçülmesi riskini yaratıyor. Benzer riskler zeytincliliğin geleceğini tehdit eden ve daha önce Meclis'e 7 kez getirilen Zeytincilik Yasası için de geçerli.

Şimdi yazının başlığında “Tarımda 2017 riskleri ve fırsatlar” dediğimiz için “E riskleri yazdın, peki fırsatlar nerede?” diye sorabilirsiniz.

Cevabımız şu: Söz konusu risklerin bertaraf edilmesi ve yanlış uygulamalardan dönülmesi, sektör açısından fırsatları da beraberinde getirecektir.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com

NOT:Tarım sektörünün 2016 bilançosu” yazısını bu linkten okuyabilirsiniz:

http://www.bloomberght.com/yorum/irfan-donat/1965455-tarim-sektorunun-2016-bilancosu