Advertisement

Tarımın ekonomik, politik ve stratejik önemi her geçen daha da artıyor.

Arz-talep tarafındaki gelişmelerin ekonomik yansımalarına şahit olurken, Rusya ile yaşanan süreç konunun politik açıdan önemine en sıcak ve somut örnek. Gıda ve su güvenliğine yönelik artan kaygılar ve soru işaretleri ise tarımı küresel anlamda stratejik bir alan olarak öne çıkarıyor.

Tarımda artık toprak, su, tohum kadar ‘veri’ye sahip olmak da her geçen gün daha kritik hale geliyor. Artık tecrübenin yanında bilgi, veri analizi, planlama, Ar-Ge, inovasyon ve teknoloji kullanımı da tarımın hammaddeleri durumunda.

Eğer tarım ve gıda alanında verim, kalite, sürdürülebilirlik ve rekabetçiliği konuşacaksak Ar-Ge'yi işin içine katmamız lazım, inovasyon işin doğal bir parçası haline gelmeli. Katma değerli ürün yaratabildiğimiz ve markalaşabildiğimiz noktada dünyada rekabetçi bir konuma gelebiliriz.

Ülkeler artık salt tarımsal üretime odaklanmak yerine bu işin teknolojisine, Ar-Ge'sine, inovasyonuna da kafa yoruyor ve yatırım yapıyor. Bütçelerinde bu alana ciddi paylar ayırıyor.

Tarımsal üretime yönelik hammadde ve işlenmiş gıdaları satarken, bu alanda geliştirdiği teknolojiyi de ihraç ediyor.

Yazılım, lisans ve know-how üretip bunları yurtdışına pazarlıyor.

Hatta kendi teknolojisi ile başka ülkelerin tarım politikasını ve ekonomisini dolaylı yoldan şekillendiriyor.

Bunun en somut örneklerini İsrail, İngiltere, Hollanda, İtalya gibi ülkelerin tarımına baktığımızda görebiliyoruz. Okyanusun öte tarafında ise akıllara ilk ABD gelirken, son dönemde Kanada bu alanda ciddi çalışmalara imza atıyor. (Kanada'nın tarıma bakış açısına yönelik gelişmeleri başka bir yazıda detaylı şekilde ele alacağız.)

Tarımda 17-18 milyar dolarlık ihracat eşiğini aşmak ve 2023 hedefi olan 40 milyar dolarlık ihracat seviyesine ulaşmak istiyorsak o zaman hammadde satmaktan öteye geçip tarımda inovasyon, teknoloji altyapısı, girişimcilik ve startup yatırımları da konuşmamız lazım.

Hatta konuşmaktan öteye geçip eyleme dönüştürecek atmosferi yaratmamız lazım.

Ancak bu şekilde katma değeri yüksek tarımsal üretim ve ardından markalaşmayı gündemimize alabiliriz.

O yüzden tarıma bakış açımızı ve yaklaşımımızı gözden geçirmemizde fayda var.

TÜKETİCİ TALEPLERİ DEĞİŞİYOR

Dünya süratle değişiyor, tarım ve gıda alanında yeni trendler ortaya çıkıyor. Tüketim talepleri ve tercihleri yeni bir evreye geçiyor.

Tarımın arz yönünü ön plana çıkaran üretici ağırlıklı yaklaşımdan, talep yönünü öne çıkaran tüketici odaklı bir yaklaşıma doğru kayış söz konusu.

Bu ne anlama geliyor?

Tüketici artık sadece tüketeceği ürünün içerik ve güvenirliğini sorgulamaktan öte, söz konusu ürünlerin üretim şartları ve bu sürecin çevresel ve sosyal etkileriyle de yakından ilgileniyor. Nicelikteki beklentiler kadar nitelik de değer kazanıyor.

Daha öz ifadeyle doğaya karşı değil doğa dostu tarım ağırlık kazanıyor.

Sonuç itibariyle sektörün değişkenleri artıyor. Eğer bu değişimi gözden kaçırır ve gerisinde kalırsak, iç ve dış talebi iyi okumakta zorlanırız. Ama bu değişimin farkına zamanında varır ve gerekli pozisyonu alabilirsek bir fırsata dönüşebilir.

Bu söylediklerimiz tüketici talepleriyle ilgili. Ama bunu gerçekleştirebilmek için üretim tarafındaki sürecin de doğru işleyebilmesi lazım.

Yüksek girdi maliyeti, arz-talep dengesizliği, fiyatlardaki oynaklık ve iklimsel değişimin etkisiyle tarım, her geçen gün çok bilinmeyenli bir denklem haline geliyor.

Tarımsal üretime yönelik artan bu riskleri doğru yönetebilmenin yolu da yukarıda saydıklarımıza ek olarak sağlıklı bir projeksiyon ile orta ve uzun vadeli tarım politikaları ortaya koymaktan geçiyor.

Bunu başaramazsak kronik sorunlarla boğuşmaya devam ederiz.

Haliyle de karşımızda daha fazla bilinmezlik, tehdit ve risk oluşması kaçınılmaz olur.

Eğer tarımın kronikleşen yapısal sorunlarını çözebilir ve ortaya gerçekçi bir strateji koyabilirsek Türkiye tarımı birçok alanda marka olabilecek potansiyele sahip.

O yüzden hep söylediğimiz şeyi bir kez daha hatırlatmakta fayda var.

Tarım sadece üreticinin ya da tüketicinin meselesi değil. Ya da sadece devletin veya özel sektörün ilgilenmesi gereken bir konu da değil. Topu yalnızca üniversitelere atmak ya da STK'lardan medet ummak da tek başına çare değil.

Konuya bütüncül açıdan ve sektörün tüm paydaşları ile yaklaşmak lazım.

Kısacası konu ‘vizyon meselesi’.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com