Advertisement

 

Türkiye'de tarımın kronik sorunları kısır döngü halini almış ve bizler bunları tartışa dururken, diğer taraftan dünyada tarım sektörüne yönelik önemli gelişmeler yaşanıyor.

Geçtiğimiz ay Çin'in kamu şirketi ChemChina, İsviçreli kimya ve tohum devi Syngenta'yı 44 milyar dolara satın alma işlemini sessiz sedasız tamamladı.

Şubat 2016'da başlayıp Haziran 2017'de tamamlanan bu satın alma işlemi, Çin'de neredeyse tüm zamanların en büyük yabancı satın alma işlemi olarak gösteriliyor. 

Öte yandan geçtiğimiz haftalarda ise Çin devletinin desteklediği CITIC Agri Fund isimli tarım fonu, Dow Chemical'in Brezilya'daki mısır tohumu ve tarım araştırma şirketi için 1,1 milyar dolar ödeyeceğini duyurdu.

Bu haberleri okuyunca hafta sonu biraz Çin'in son yıllarda tarım ve gıda sektörüne yönelik yatırımlarına göz attık.

Son dönemde çıkan haber, makale ve araştırma raporlarından aldığımız notları sizlerle paylaşmak istedik.

Dealogic şirketinin verilerine göre Çinli firmalar son 10 yılda tarım, gıda ve biyokimya sektörünü içine alan yaklaşık 300 yabancı şirket alımı için 91 milyar dolar ödedi.

The Economist'in verilerine göre ise Çin'in son 12 yılda tarım sektörüne yönelik doğrudan yurt dışı yatırımları yüzde 36 arttı.

2005-2016 döneminde daha çok küçük ve orta ölçekli Çin şirketleri tarım ve gıda teknolojisi ağırlıklı firmalara odaklandı.

Peki söz konusu yatırımlarda en çok hangi ülkelerin kapısı çalındı dersiniz?

İlk beşte ABD, İsrail, İngiltere, Avustralya ve Hollanda yer alıyor.

Peki neden?

Uluslararası pazardan bu kadar çok sayıda tarım ve gıda şirketi satın almanın ve bu alana milyarlarca dolar harcamının arkasında yatan motivasyon ne?

Yaklaşık 1,4 milyar nüfusa sahip olan Çin, iklimi değişikliği etkilerinin her geçen gün daha çok hissedildiği, jeopolitik risklerin arttığı ve tarım sektörünün her geçen gün oligopol bir yapıya büründüğü bir ortamda sistemin bir parçası olarak kendi gıda güvenliğini sağlamayı amaçlıyor.

Buna ek olarak Çin artık eski Çin değil. Yani bir kap pirinç lapası için bir gün boyunca çalışacak bir işgücü yok artık.

Küresel ekonominin büyüme dinamiklerinin baş rolündeki Çin'de ekonomik büyüme hızına paralel olarak yaşam standartları iyileşiyor, insanların alım gücü artıyor. Haliyle de gıda talepleri yeniden şekillenmeye ve çeşitlenmeye başlıyor.

En basit örneği ile tıpkı diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Çin'de de hayvansal proteine yönelik tüketim talebi hızla artıyor.

Purdue Üniversitesi'nin araştırmasına göre sığır eti tüketiminin yılda yüzde 8 arttığı Çin, gelecek 10 yılda dünyanın en büyük sığır eti tüketicisi olabilir.

Çin, bir çok tarım ürününde kendi kendine yetebilirlikten uzak. Pek çok tarım emtiasında ithalatçı konumda. Ancak son dönemde gerek yurt dışında yapmış olduğu satın almalar, gerek yurt içinde teşvik ve desteklemelerle artan yatırımlar ile üretim hızla artırılmaya çalışılıyor.

Ama Çin'in kendi topraklarında bu iş gözüktüğü kadar kolay olmayabilir.

Bir tarafta yaşlanan tarımsal işgücü, öte yanda iklim değişikliği tarımsal üretimi tehdit ederken, buna bir de Çin'in toprak, su ve havasındaki aşırı kirliliği ekleyin.

Kaldı ki yine Çin açısından tarımda öne çıkan bir diğer sorun ülkenin önemli bir kısmında hala eski tekniklerin kullanılması sonucu verim ve kalitedeki düşüklük olarak gösteriliyor.

İşte bu tablo ışığında Çin'in son 10 yılda tarım ve gıda sektöründe gerçekleştirdiği yatırımlar, yeni bir strateji olarak yorumlanıyor.

Çünkü 1950'lerin sonunda başlayan Mao'nun “İleriye doğru büyük sıçrama” döneminde büyük bir gıda sıkıntısı yaşanan ülkede on milyonlarca insanın kıtlık döneminde açlıktan ölmesi hala hafızalardaki yerini koruyor.

Analistler, Çin'in söz konusu birleşme ve satın almalarla birlikte know-how satın aldığını belirtiyor. Benzer trendleri zaten otomotiv ve bilişim-teknoloji gibi diğer alanlarda da görmek mümkün.

Çin şunu biliyor ki bugün rahatlıkla ithal ettiği birçok ürüne ulaşım ileride, başta jeopolitik riskler ve iklim değişikliği etkisiyle çok sınırlı hale gelebilir ve/veya çok daha pahalıya mal olabilir.

Bu gerçeği sadece Çin bilmiyor tabiki...

Rusya'dan Japonya'ya, Suudi Arabistan'dan İngiltere'ye kadar pek çok ülke söz konusu riskleri bertaraf etmek adına başka ülkelerden tarım arazisi satın alırken ya da kiralarken, doğrudan yurt dışı yatırımlarında tarım ve gıda şirketlerini de radarlarına alıyor.

Ancak Çin ve diğer ülkelerin bu bakış açısı küresel gıda güvenliği açısından bir başka riski ortaya çıkarıyor: Ulusal Güvenlik.

Evet yanlış okumadınız.

Çinli Shuanghui International şirketi 2013 yılında ABD'li domuz eti üreticisi Smithfield Foods'u 4,7 milyar dolara satın aldığında konu, ülke gündemine gıda güvenliği kapsamında 'ulusal güvenlik' endişesi olarak da yansıdı. Çünkü, bu hamle ile Çin küresel domuz eti piyasasının en büyük oyuncuları arasına girdi.

Örnekleri çoğaltmak mümkün...

Analistler tarafından Çin'in kendi toprakları dışında tarım ve gıda sektörüne yönelik gerçekleştirdiği her satın almanın bundan sonraki süreçlerde endişe kaynağı olarak algılanabileceği belirtiliyor.

Artık şunu biliyoruz ki ülkeler, olası bir krizde gıda kaynaklarına erişim konusunda kaygılanıyor ve buradan yola çıkarak gelecek 30-50 yıla yönelik kendi projeksiyonlarını oluşturuyor.

Aslında Çin'in bu alanda izlediği strateji bize, tarım sektörünün geleceğine yönelik de ipuçları veriyor.

İleride küresel tarım ticaretinde ithalat ve ihracat dengeleri, gümrük tarifelerine yönelik uygulamalar ve ikili anlaşmalarda Çin ve benzer stratejileri izleyen ülkelerin agresif satın alma politikalarının yansımalarını görmek mümkün.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com