Advertisement

'Vira bismillah' diyerek 1 Eylül'de denizlerde av sezonu başladı. 

Geçen sezonun çok bereketli geçtiğini söylemek zor. 

Zira TÜİK verilerine göre su ürünleri üretimi 2016'da bir önceki yıla göre yüzde 12,4 azaldı. 

Öte yandan son yıllarda avcılık yoluyla elde edilen balık miktarı hızla düşerken, kültür balıkçılığı olarak bilinen yetiştiriciliğin oranı artıyor. 

Türkiye'de 2000'li yıllarda toplam üretimde avcılığın payı yüzde 87, yetiştiricilik ise yüzde 13 seviyelerindeyken 2016'da avcılık yüzde 57, yetiştiricilik de yüzde 43 paya sahip durumda. 

Yıldan yıla değişmekle birlikte yetiştiriciliğin toplam üretimdeki payı denizlerdeki ürünlerin azalmasıyla birlikte neredeyse yarı yarıya. 

Gelin fotoğrafa daha geniş bir açıdan bakalım. 

Son 15 yılda yetiştiricilikten elde edilen balık miktarı yüzde 277 artmış ama aynı dönemde avcılıkla elde edilen balık miktarı yüzde 31 azalmış. 

Yani su ürünleri tarafında arz-talep dengesi nasıl sağlanıyor derseniz cevabı aslında kültür balıkçılığında gizli. 

Biz konunun ekonomik boyutundan çok ekolojik boyutuna dikkat çekmek istiyoruz. 

Tıpkı toprakta olduğu gibi suda da sürdürülebilir üretimin yolu ekosistemdeki dengelerin korunması ve kollanmasına bağlı. 

Zira balık stoklarındaki azalma kadar balık türlerinin nesli de tehlike altında. Yani 'genetik daralma' riski ile karşı karşıyayız. 

Bunun tek bir nedeni yok. 

Aşırı ve bilinçsiz avlanma, yüksek balıkçılık kapasitesi, ileri teknoloji gibi nedenlerin yanında küresel iklim değişikliğideniz kirliliği ve istilacı türlerin Türkiye sularına giriş yapması gibi faktörlerin birleşimi sonucu balık türleri ve sayısında ciddi azalmalar söz konusu. 

Eko-sistemde kaybolan bir tür, bununla beslenen diğer türlerin yaşamını da olumsuz yönde etkiliyor ve ortaya domino etkisi yaratan bir hasar tablosu çıkıyor.

İşte bu yüzden bilim insanları mutlaka eko-sistem yaklaşımlı balıkçılık yönetiminin uygulanması gerektiği görüşünde. 

Ama bugün Türkiye'de halen yasadışıkayıtdışı ve kuraldışı avcılık söz konusu. 

Tüm bunların sonucunda ortaya çıkan tablodan bir kaç örnek paylaşalım. 

Marmara'da, Karadeniz'de orkinos ve kılıç, kaybolan balıklar arasında yer alıyor. 

Deniz memelileri hızla azalıyor. 

Artık denizlerde eski sıklıkta fok görmek mümkün değil. 

TÜİK verilerine baktığımızda avlanan bir çok balık türünün sayısında yıllar içinde ciddi azalışlar göze çarpıyor. 

Mesela 2007'de 385 bin ton seviyesindeki hamsi miktarı 2016'da 103 bin ton seviyelerinde. Yani avlanan hamsi miktarı yüzde 73 azalmış durumda. 

Son 10 yılda avlanan istavrit miktarı 23 bin tonlardan 9 milyon ton seviyelerine gerilemiş. Gerileme yüzde 61 düzeyinde. 

Avlanan kefal miktarında 2007'ye göre yüzde 78 azalmış durumda. Uskumru için söz konusu kayıp yüzde 94 seviyesinde. 

Akya, barbunya, çipura, bakalorya ve kalkan gibi bir çok balık türünün miktarında da tablo farklı değil. 

Resmi verilere göre denizlerimizde 500, iç sularımızda 300 tür su ürünü var ama yıllar içinde baktığımızda hem tür hem de türlerin miktarlarında ciddi azalmalar yaşanıyor. 

Çiftliklerde en çok alabalık, çipura, levrek yetiştirilerek balıkçılık tarafında da tek tip üretim ve tüketim modeline doğru hızla ilerliyoruz. 

Tıpkı bitkisel üretimde olduğu gibi su ürünleri tarafında da 'monokültür tehdidi'nden bahsetmek yanlış olmaz. 

KARNEMİZ 10 ÜZERİNDE 5 

İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bayram Öztürk, bu konuda şu yorumda bulunuyor: “Türkiye denizlerinde genetik daralma ya da biyoçeşitlilik daralmasını etkileyecek çok önemli faktörler var. Kızıldeniz'den yeni türler geliyor. Türkiye bir anlamda kendi genetik kaynaklarını kaybediyor. Mersin Balığı konusunda yapılan çalışmalar var ama hâlâ uzağız. Sakarya'da bir zamanlar 800 kilogram havyar üretildiğini biliyoruz, şimdilerde böyle bir şey yok. Terme, Bafra, Yeşilırmak ve Kızılırmak'ta havyar ihracatından koptuk. Oraları Azerbaycan, Rusya hatta İsviçre dolduruyor. Genetik kaynaklarımızı kaybediyoruz.” 

Canlı kaynakların korunması için su ürünleri tarafında yeni bir stratejinin oluşturulması gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Öztürk, “Avcılıkta yeni bir strateji geliştirmemiz gerekli. Göz göre göre Akdeniz'i, Karadeniz'i Marmara'yı kaybetmememiz lazım. Buraya kadar geldiğimiz noktada karnemiz 10 üzerinden 5” diye konuştu. 

Dünya artık denizlerde su ürünlerine yönelik koruma alanları belirliyor ve stratejisini sürdürülebilirlik ve izlenebilirlik üzerine çiziyor. 

Gelecek nesillerin balıkları sadece akvaryumda görmesinin önüne geçmenin yolu karnemizi 9-10'a yükseltmekten geçiyor.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com