Advertisement

 

TÜİK, Şubat ayı enflasyon verilerini açıkladı.

Tüketici fiyatları Şubat’ta aylık yüzde 0,73 artarken, yıllık bazda yüzde 10,26 olarak gerçekleşti.

Beklentilerin üzerinde gelen enflasyonda en önemli sapmalardan bir tanesi gıda tarafında yaşandı.

Aylık bazda yüzde 2,24 artan gıda enflasyonu, yıllık yüzde 10,27 seviyesine çıkarak yeniden çift haneyi gördü. (Gıda enflasyonu Ocak ayında yıllık bazda yüzde 8,76 seviyesindeydi)

Hem aylık hem de yıllık bazda baktığımızda gıda fiyatları enflasyon üzerinde ciddi baskı yaratmaya devam ediyor.

TÜFE’de aylık olarak fiyatları en çok artan ürünler listesinin neredeyse tamamı gıda ürünlerinden oluşuyor.

Taze fasulye yüzde 55, dolmalık biber, yüzde 30, karnabahar yüzde 26, çarliston biber yüzde 23, sivri biber yüzde 16, mandalina yüzde 13, muz ve nar yüzde 10, süt yüzde 7,6 seviyesinde artmış gözüküyor.

Burada süte dikkat çekmekte fayda var.

Çünkü son 1 yılda süt ve süt ürünlerinde ciddi bir artış söz konusu.

Son 1 yılda süt yüzde 29, yoğurt yüzde 24, tereyağı yüzde 43, tulum peyniri yüzde 23, krem peynir yüzde 18, kaşar peynir yüzde 20, beyaz peynir yüzde 17 arttı.

Halbuki üreticinin çiftliğindeki çiğ süt fiyatının satış fiyatına baktığınızda son 1 yılda bu kadarlık bir yükseliş söz konusu değil.

Her ne kadar çiğ süt referans fiyatı Ulusal Süt Konseyi tarafından 2017 ortası ve 2018 başında ardı ardına artırılsa da söz konusu artışın çiftçiye yansıması, sanayici ve perakendecinin fiyatlarına yansıması kadar hızlı değil.

O yüzden gıda enflasyonunda sebep-sonuç ilişkisini kurarken zincirin sadece bir halkasına bakmak yerine son tüketiciye kadarki diğer halkalara da yakından bakmakta fayda var.

Süt ve süt ürünleri tarafındaki tablo sadece bir örnek.

Bunu kırmızı et, bakliyat, yaş sebze ve meyve tarafındaki fiyat hareketlerinde de gözlemlemek mümkün.

Tarlada, bağda, bahçede ya da çiftliklerdeki üretim sürecini ve maliyetleri sorgularken, sofraya kadarki zincirin diğer halkalarındaki işleyişi de mercek altına almak gerekli.

Örneğin hal yasası üzerinde çalışmalar sürerken şunu da sormak lazım. Türkiye’de üretilen toplam yaş sebze ve meyvenin yaklaşık yüzde 50’si hallerden geçiyor, peki geri kalan yüzde 50’lik kısımla ilgili olarak perakende tarafında bir düzenleme olacak mı?

Gıda perakendeciliği tarafında yeni bir çalışma var mı?

Dillerden düşmeyen ancak bir türlü de ortadan kaldırılamayan aracı meselesinin doğru tespiti ve çözümünde de artık daha somut adımlar atmanın zamanı gelmedi mi?

Aslında bu konuyu daha önce de gıda fiyatlarının yükselişte olduğu dönemlerde ele almıştık.

Mesele bugünün meselesi değil.

Kronik sorunların çözülmediği ve hatta kartopu etkisiyle büyüdüğü bir ortamda gıda enflasyonu sorununu daha uzun süre konuşacak gibiyiz.

Meselenin iki boyutu var.

Birincisi, gıda fiyatlarındaki yüksek seyir; ikincisi ise gıda fiyatlarındaki yüksek oynaklık.

Ve temelde bu iki problem birbirinden bağımsız değil.

Konuya bir de şu açıdan bakmakta fayda var.

Gıda ve alkolsüz içeceklerin toplam enflasyon sepetindeki ağırlığı yüzde 23 seviyesinde. Ve sepette hem işlenmiş hem de işlenmemiş gıda tarafında yukarı yönlü baskı sürüyor.

Tarımsal üretim maliyetinin yüzde 60’dan fazlasının ithal ağırlıklı olduğu bir sektörde yıllardır çözüm bekleyen yapısal sorunları ortadan kaldırmadan fiyat istikrarını sağlamak zor.

Sorulması gereken bir başka soru, ithalatın içerideki üretime olan etkisine yönelik.

İthalat ile gıda fiyatlarını ne kadar baskılanabildi?

İthalat, içerideki tarımsal üretimi ne ölçüde etkiledi?

Bir kere şuna yine şahit olduk ki ithalat ile sorun çözülmüyor.

İthalatın gıda fiyatlarının aşağı çekilmesine yönelik yarattığı etki oldukça sınırlı.

Bunu sadece TÜİK verilerine bakarak değil sokağın ekonomisine de bakarak söylüyoruz.

Belirli marketlerle anlaşarak belirli ürün gruplarında fiyatları sınırlı miktarda aşağı çekmek ne kadar kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm? (Ürünün nitelik kısmına değinmiyoruz bile)

Bazen kısa vadeli çözümler orta ve uzun vadede karşımıza daha büyük ve faturası ağır bir sorun olarak çıkabiliyor.

Geriye dönüp bakıldığında bu dediklerimizle ilgili çok sayıda örneğe rastlamak mümkün.

O yüzden mevcut şartlar altında gıda fiyatlarındaki oynaklığı yıl içerisinde daha çok konuşacak gibiyiz.

Belirsizliklerin her geçen gün arttığı tarım sektöründe riskleri minimize etmenin yolu üretimin içeride planlı şekilde artırılmasından, girdi maliyetlerinin aşağı çekilip, verimli bir üretim modelini yakalamaktan geçiyor.

Kısacası çare yine kendi çiftçimizde, üreticimizde.

TÜİK’in şubat ayı enflasyon verilerini tek başına okumak eksik olur ama fotoğrafın tamamına baktığımızda şunu söylemek mümkün.

Gıda Komitesi’nin iyi niyetli çalışmalarına karşın maalesef evdeki hesap çarşıya bazen uymuyor.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com