Advertisement

 

 Başkent Doğalgaz özelleştirme ihalesinde 1,2 milyar dolarlık devir bedelinin ödenememesi nedeniyle, ihalede başa dönülmesi, diğer elektrik dağıtım ihalelerine yönelik endişeleri de beraberinde getirdi. Haftanın ilk günü ödemenin beklendiği saat ve dakikalarda, piyasada dolaşan dedikodu, bankaların ihalenin devir bedeli için MMEKA’ya gereken finansal desteği vermeyecekleri idi. Hatta, bir ara siyasi otoritenin bankalara bu kaynağın verilmemesi adına baskı yaptığı lafları dahi döndü.

Ancak, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan TRT Türk’de yayınlanan canlı yayın röportajda, ‘kredi vermeyin diye siyasi bir baskı kesinlikle yok’ ifadesi ile bu konudaki dedikodulara son noktayı koydu. Zaten, işin tatsız tarafı, son dönemde, genel seçim tarihi yaklaştıkça, teknik konular siyasi tarafa çekilir hale geldi. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun 22 Şubat’ta açıkladığı yeni bir düzenleme, garip bir şekilde 2,5 ay sonra gündeme çarpıtılarak taşınıyor. Veya, Başkent Doğalgaz’da bankalara ‘kredi vermeyin’ talimatı verildiği iddiaları gündeme geliyor. Türkiye’de, kritik önemdeki sektörler ve konularda, teknik sorunların siyasetin içerisine çekilmesi alışkanlığını artık geride bırakmamız gerekiyor.

Kanımca, bankalar, bu yıl kredi hacmindeki artışı yüzde 25 oranıyla sınırlamaları gerektiğinden ve bireysel ile KOBİ kredilerindeki rekabeti de gözlemlediklerinden, elektrik ve doğalgaz dağıtım ihalelerinin finansmanı için, uzun vadeli ve yüklü kredi kullandırma sürecine girmekten vazgeçtiler veya artık sıcak bakmıyorlar. Ayrıca, cari açığın seyri para politikası önlemlerinin sertleştirileceğine de işaret ettiğinden, piyasaya kredi kullandırırken, artık kılı daha fazla 40 yaracaklar.

Bu noktada, İstanbul’un iki yakasının elektrik dağıtım ihaleleri de iptal olursa, bu ihalelerdeki fiyata göre fiyatları şekillenmiş olan diğer dağıtım ihalelerinde de, iptal olan ihaleler sonrası yapılacak ihalelerde fiyatların daha düşük kalacağı beklentisi kuvvet kazanır ise, ihalelerin tümü iptal durumuna gelebilir ve yeniden tekrarlanacaktır. Bu nedenle, ekonomi yönetiminin veya siyasi otoritenin bankalara ‘kredi vermeyin’ talimatının ne kadar saçma olduğu bir kez daha anlaşılmış oluyor.

 

Türkiye ne büyümeye, ne de cari açık rekoruna doyuyor

Ekonomi yönetiminin 2010 yılı biterken gözlemlediği cari açık sorunundaki büyümeye bağlı olarak oluşturduğu yeni para politikası seti, görünen o ki, 2011 yılının ilk çeyreğinde yeterince etkili olamadı. 2010 yılında bir önceki yıla göre kullandırdıkları kredi hacmini yüzde 34 arttıran bankalar, ekonomi yönetimi tarafından 2011 yılında kredi hacmindeki artışı yüzde 25 düzeyinde tutmaya davet edildiler. Merkez Bankası’nın TL ve döviz mevduatına uygulanan zorunlu karşılık oranını 3 kez arttırması ile, bankalar söz konusu artışı sınırlamasına uymaları konusunda bir ölçüde uyarıldılar.

Buna rağmen, Türk Bankacılık Sektörü, 2011 yılının ilk çeyreğinde, bir önceki yılın ilk çeyrek sonuna göre kredi hacmindeki artışı yüzde 35,4 düzeyinde tuttu. Söz konusu oran ocak ve şubat aylarında yüzde 36 düzeyini dahi gördü. Bununla birlikte, 2010 yılının son çeyreğinde kredi hacmi yüzde 10,6 büyürken, takip eden 2011 yılının ilk çeyreğinde büyüme oranı yüzde 7,3 düzeyine geriledi. Yani, bankalar ekonomi yönetiminin kredi hacmindeki artışı yavaşlatma yönündeki uyarı ve telkinlerine tam uymadılar ve bunun doğal sonucu olarak, sadece 2011 yılının ilk çeyreğinde cari işlemler açığı 22 milyar doları geçti.

 

Yüksek büyüme, yüksek cari açığı da getiriyor

Geçtiğimiz hafta başı açıklanan mart ayı sanayi üretim endeksi verileri, 2010 yılının mart ayına göre sanayi üretiminde artışının yüzde 10,4 ulaştığına işaret etti. Sanayi üretimindeki artış böylece 2011 yılının ilk çeyreğinde yüzde 14.4’ü geçti. Bunun anlamı şu; 2011 yılının ilk çeyreğinde Türk ekonomisi minimum yüzde 9 büyüdü. Hatta, eğer 2010 yılının son çeyreğinde olduğu gibi, sanayi üretimi ile GSYH reel büyüme hızı arasındaki yüksek korelasyon, 2011 yılının ilk çeyreğinde de tekrarlanır ise, büyüme oranının yüzde 11’i dahi bulması mümkün. Nitekim, 2010 yılının son çeyreğinde yüzde 7,8 beklenen büyüme oranı da, herkesi şaşırtarak yüzde 9,2 geldi.

2010 yılının son çeyreğinde cari açık 17 milyar doları aşarken, yüzde 9,2 büyüyen bir ekonomide, bankacılık sektörü sadece bir çeyrekte 50,4 milyar TL’lik kredi kullandırdı. 2011 yılının ilk çeyreğinde en az yüzde 9, ağırlıklı olarak yüzde 10’un üzerinde büyümesi beklenen Türk ekonomisinde, aynı bankacılık sektörünün kullandırdığı kredi hacmi çeyrek dönemde 37,5 milyar TL düzeyinde kaldı. Bu durumda, 3 aylık cari açık toplamı yine 17-18 milyar dolar düzeyinde kalabilirdi. Ancak, artan petrol ve küresel emtia fiyatlarının da etkisiyle, yılın ilk çeyreğinde 3 aylık cari açık 22 milyar doları geçti.

Türk ekonomisi mal ve hizmet üretimi için gerekli olan hammaddeyi ülke içerisinde rekabetçi bir fiyatla üretemediğinden, Türkiye’nin büyüme oranlarındaki rekorlara imza atması, beraberinde rekor düzeyde bir cari açığı da getirmekte. İşin ilginç yanı, Türkiye’nin cari açık sorunu bir risk unsuru olarak algılansa dahi, Türkiye’nin yine 2011 yılının ilk çeyreğinde cari açıktan daha fazla miktarda küresel sermaye çektiği de gözleniyor. 4 milyar dolara yakın doğrudan yatırım, 9 milyar dolara yakın portföy yatırımı, yani sıcak para olarak ve dış borçlanma yoluyla da 10 milyar dolar çeken Türkiye, yaptığı ödemeler nedeniyle dışarıya çıkan döviz düşürüldükten sonra, 22,3 milyar dolarlık bir net sermaye girişi elde etmiş durumda.

*Tahmin (30 Haziran 2011'de TÜİK tarafından açıklanacaktır)

Orta Doğu ve Körfez’den ‘Net Hata ve Noksan’

Buna, Merkez Bankası tarafından Türkiye’ye girdiği tespit edilen, ancak hangi kalem aracılığı ile girdiği tespit edilemediğinden Net Hata ve Noksan hesabına yazılan 4,3 milyar dolarlık döviz girişini de yazdığınızda, Türkiye’ye 2011 yılının ilk çeyreğinde giren net döviz neredeyse 4,5 milyar dolara ulaşıyor. Yılbaşından bu yana karışmış olan Orta Doğu ve özellikle Kuzey Afrika’nın zengin aileleri ve iş adamları servetlerinin bir kısmını güvenceye almak için Türkiye’ye aktarmış olabilirler.

Nitekim, geçen yılın ilk çeyreğinde Türkiye’ye giren, ancak nereden geldiği bilinmeyen ve bu nedenle Net Hata ve Noksan kalemine kayıt edilen döviz girişi 1,5 milyar doları bulmazken, bu yılın ilk çeyreğinde bir anda geçen yılın aynı dönemine göre neredeyse 3 kat artmış olması düşündürücü. Sevindirici olan husus ise, geçen yıl doğrudan yabancı sermaye yatırımı girişi ancak 1,5 milyar doları aşmış iken, bu yıl 4 milyar dolara ulaşmış olması. Sene sonunda yeniden 15 milyar dola düzeyine ulaşabilecek bir doğrudan yatırım girişi Türkiye için anlamlı olabilir.

IMF’den AB’ye ciddi uyarı

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü, Uluslararası Para Fonu IMF, Euro Bölgesi’nin borç kriziyle karşı karşıya olan ülkelerinde mali reformların şart olduğuna dair uyarıcı açıklamalarda bulundu. IMF açıklamasında, mevcut krizin yayılmaması için sıkı reformların şart olduğunu da vurguladı.

IMF’in raporunda "İlk savunma hattı, krizden etkilenen ülkelerin ulusal düzeyde yapacağı reformlar" mesajı verilirken, "krizin euro bölgesinin merkezi ve oradan da yeni ülkelere bulaşması önemli bir risk olmaya devam ediyor" uyarısını da yer verildiği gözlendi. Açıklamada, Avrupa Merkez Bankası'na da faiz oranlarını daha fazla yükseltmemesi çağrısı yapıldı.

Avrupa Merkez Bankası, Nisan ayında faiz oranlarını yüzde 1'den 1,25'e çıkarmıştı. IMF'in tahminlerine göre, bu sene 17 üyeli Euro Bölgesi’nde yüzde 1,7'lik bir ekonomik büyüme gerçekleşecek.

Borç krizleri ekonomiye zarar vermezse, 2012 için öngörülen büyüme oranı ise yüzde 1,9. Şimdiye kadar kurtarma paketi alan iki Euro Bölgesi üyesi Yunanistan ve İrlanda oldu.Yardım isteyen Portekiz’de ise, hükümetin kurtarma paketi üzerinde pazartesi günü anlaşmaya varması bekleniyor. IMF, bu noktada, Avrupa Mali İstikrar Mekanizması'nın da güçlendirilmesi yönündeki çağrısını da yineledi.