Advertisement

Küresel anlamda para piyasalarında likidite muslukları uzun süredir açık. ABD, Avrupa,Çin ve Japonya başta olmak üzere gelişmiş ülke merkez bankaları uzun süredir genişlemeci para politikalarına devam ediyorlar.  Zaman artık, likidite muslukları en çok kime yaradı, bunun hesabını kitabını yapma zamanı.

Bu hafta gelen ABD 2014 birinci çeyrek büyüme rakamı (%-2,9 ile daralma) bu tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Amerikan Merkez Bankası FED, kendi ekonomisine yanlış teşhis mi koymuştu?

Teşhiş doğru mu, yanlış mı anlayabilmek için öncelikle ekonominin sorununu ortaya koyalım. Zaten sıkıntı burada başlıyor. ABD ekonomisinin talep kaynaklı mı, yoksa arz kaynaklı mı ekonomik problemleri var konusunda anlaşmazlık yaşanıyor.

Teşhis 1: Talep-Kaynaklı

FED şu ana kadar yürüttüğü para politikasını, ABD ekonominin “talep-kaynaklı” bir problemi varmışcasına yürüttü. Bu ne demek? Yavaşlayan büyümeye “kısa vadeli” bir problem (ya da makroekonomik dengesizlik) olarak bakmak demek. Yani banka kredilerindeki sıkılaşma, hanehalkı borçluluğu, ve kısıtlayıcı bir para politikası sonucunda oluştuğunu düşünüyorsunuz demektir. Bu senaryoda, uygulanması gereken para politikası, talep yaratılana dek faizleri rekor düşük seviyelerde tutmaktan geçer. Ve daha sonra talep yaratıldığında da, faizleri yeniden yükseltmekten..

Teşhis 2: Arz-Kaynaklı

Ancak eğer ABD ekonomisinin makroekonomik dengesizliklerinin talep değilde, “arz-kaynaklı” bir problemi olduğunu düşünenlerdenseniz, burada çok daha farklı dinamikler işler. Burada büyüme uzun vadeli bir problem haline gelir. Bu görüşü savunanların başında ABD eski Hazine Bakanı ve Bernanke’den sonra FED başkanlığına da adaylığı bir dönem konuşulan Prof. Larry Summers geliyor. Summers’in kendi tanımıyla  “seküler durgunluk” (secular stagnation) adını verdiği bu süreç, daha finansal kriz çıkmadan önce, “arz göstergelerindeki” zayıflamayla kendini gösteriyordu. Arz kaynaklı göstergeler derken neyi kastediyoruz?

1) Yavaş büyüyen istihdam verimliliği,
2) Şirketlerin inovasyon kapasitesi,
3) Yapısal vergi reformlarında tıkanıklık ve
4) İşgücü piyasasında emeklilik kaynaklı verimlilik düşüşü...vb ekonominin arz tarafından beslenen dengeler.

Bu senaryoda uygulanması gereken para politikası reçetesi ise, birinci senaryonun tam tersi. Yanı kısa vadede faizleri düşürmekten değil, tam tersi artırmaktan geçer. Çünkü amaç, orta-uzun vadede faizleri düşürmek, ve uzun vadede büyümeye destek verebilmektir.

Biliyoruz ki FED,  uyguladığı para politikasıyla birinci reçeteyi kullanmakta. Bu reçete, parasal genişleme sürecinin başından bu yana rekor düşük faiz oranları uygulamakta. Sonraki süreçte, faiz artırımının ne zaman geleceği konusunda ise piyasaları büyük bir “gelgit dalgası” içinde bırakmakta. Nitekim bunun en yakın örneği, dün St. Louis FED Başkanı Bullard’ın faiz artırımının 2015’in birinci çeyreğinde olabileceğini açıklamasından sonra yaşandı. Kendini 2015’in ikinci çeyreğine hazırlamış olan piyasalar, odaklandıkları tarihi bir anda Mart 2015’e çekmek zorunda kaldılar. Bu “gelgit” dalgası, Bernanke’nin 22 Mayıs konuşmasından bu yana yaşanıyor ancak ikinci senaryoda altını çizdiğimiz “arz-kaynaklı” ekonomik sorunların yüzeye yavaş yavaş çıkıyor olması, beraberinde başka dengesizlikleri de getiriyor. Endişe edilen, hatta kimi ekonomistin ABD “kurumsal bono piyasında balon riski” diye bahsettiği riskler işte buradan kaynaklanıyor. 

Son bir not... Yine Bullard’ın başkanı olduğu St. Louis FED’in takip ettiği Finansal Stres Endeksi rekor düşük seviyelerde bulunuyor. Yani bütün bu sözünü ettiğimiz riskleri finansal piyasalar yok sayarak, neredeyse risksiz bir ortamı herşey “mükemmelmiş” gibi fiyatlıyor. Endişe verici.... 

Merve Hande Akmehmet
makmehmet@bloomberght.com