Advertisement

1897'de başladı bu hikaye... İlk resmi adım Basel'de toplanan 1. Siyonist kongresinden hemen sonra atıldı. Ardından adım adım kuruldu İsrail.

Bugünü anlamak için önce o günlere, ince ince, oya oya işlenişe bakmak gerekli.

1897'de "vaad edilen topraklar" diye çıkmış Yahudiler yola. Kuzey sınırı Kapodokya’daki dağlar, güney sınırı; Suveyş Kanalı. Sloganı: Davut ve Süleyman'ın Filistin'i.

Çoğu kez para konuşmuş bu topraklarda. Sultan Abdülhamit'ten Osmanlı'nın bütün borçlarının ödenmesi karşılığında Filistin'den toprak istenmiş. Satmamış vatanı Abdülhamit. Demiş ki: “Bu konuda sakın bir adım daha atmayın. Ülkemin bir çakıl taşını bile satamam. Çünkü o benim değil, halkımındır. Bu devlet onu kanı pahasına aldı, kanı pahasına yaşattı. Kanımız pahasına da koruruz. Yahudiler milyonlarını saklasınlar. Devlet parçalanırsa, Filistin’i karşılıksız da alabilirler. Bu devlet cesetlerimiz çiğnenmeden parçalanamaz."

Tarih boyunca İngilizler destek olmuş, olmuş olmasına da Araplar da İngilizlere omuz vermiş aslında.

1. Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı harap bitap... Koruyamıyor bu toprakları, mecbur kalıyor, İngilizlere bırakıyor.

İşte İsrail'in hikayesi böyle başlıyor.

İngilizler 1917'de Balfour Deklarasyonunu yayımladı.

Birinci Dünya Savaşı'nın ardından bu topraklarda egemen olan İngilizler önce tarım alanları açtı. Bölgedeki nüfusu arttırmak için gemilerle Yahudi'leri bu bölgeye getirdi akın akın.. Tarım alanlarını çok önemsiyorlar çünkü; insanı toprağa bağlamanın, yurt bilinci oluşturmanın, sahiplenmesini sağlamanın yolu bu. İşte, Tel - Aviv'in temeli böyle atıldı.

1936'da en kanlı saldırılardan biri yaşandı ve yıllarca aralıklarla bu saldırılar yinelendi.

ABD ve İngiltere,askeri egitimden silaha kadar desteklerini sürdürmeye devam etti yıllar boyunca.

2. Dünya Savaşı'nın ardından Arap - İsrail gerginlikleri giderek daha da şiddetlendi.

Derken Birleşmiş Milletler devreye girdi. Böylece tarih BM eliyle bir devlet kuruluşuna tanıklık etti. Acil kodlu toplantı ile Filistin ikiye bölündü. Bir taraf Arap, diğer taraf Yahudi toprağı olurken, Kudüs ise tarafsız bölge ilan edildi. Takvimler ise 29.11.1947'yi gösteriyordu.

(BM'nin bu kararı, Araplar kabul etmese de 13'e karsı 33 oy ile kabul edildi)

14 mayıs 1948'de İngilizler yönetimi Yahudilere devredip çekildi. İngiliz bayrağı yerine İsrail bayrağı çekildi. Böylece, İsrail resmen kurulmuş oldu!

İsrail tam 30 senede kuruldu. 1918'de başlayan İsrail rüyası 1948'de gerçekleşti. Ancak İsrail'liler yeni rüyaların peşinden koşmaya devam ederken, Filistin'in kabusları arttı.

14 mayıs 1948'de İsrail devletinin kurulmasından sadece bir kaç saat sonra 1. Arap - İsrail savaşı başladı.

Arap BirliĞi İsrail'e savaş açtı. Kral Abdullah Kudüs'e girdi. Ürdün kentin doğusunu ele geçirdi. İsrail ise güç bela Güney'de direndi.

Ardından Arap Birliği’nin dağılışı geldi. Aslında savaşı Birlik kazanmak üzereydi ama Kral Faruk bile-isteye, neredeyse savaşı kaybetmek için elinden geleni yaptı. İngilizlere yakındı. Kendi ordusunu hezimete göz göre göre göndermişti. Bu ayan beyan ortaya çıkınca tahttan indirildi. Birliğin içi de karıştı.

Arap Birliği kendi içinde çatırdarken kazançlı çıkan İsrail oldu. Yenik başladığı savaştan masa başında topraklarını genişleterek çıktı.

Filistin'in %77'si artık 1948'de İsrail'indi. Sınırları belli olmadan kurulan yeni devlet, Arap devletleri sayesinde daha geniş toprakları sahiplendi.

Kudüs BM kontrolündeydi. Filistin - Lübnan, Filistin-Suriye sınırları, artık İsrail-Lübnan ve İsrail - Suriye sınırı olarak çizildi. Gazze kıyı Şeridi haline getirilip, Mısır’a bırakıldı. Gazze'nin verimli kısmı ise İsrail'de kaldı. Filistinliler ise verimsiz Gazze'ye sıkıştı. 70.000 olan nüfus göçlerle 200.000'e çıktı.

1949'da İsrail, Kudüs’ü de aldı.

Sonrası defalarca defalaca saldırılar, katliamlar... Savaşın çirkin yüzü, acımasız, korkunç yıllar... Çocukların, bebeklerin hunharca öldürüldüğü tarihin karanlık anları... İki yüzlülüğün son perdesi...

Savaşlar, artık askerler arasında yapılmıyor. Bebeklerin, çocukların, sivil halkın katledilmelerine dönüyor.

Hem sadece tankla tüfekle de değil savaşlar artık. Haklı olan değil, güçlü olan kazanıyor. Eziyor, sömürüyor. O yüzdendir ki nerede tansiyon yükselse hemen ekonomik ambargolardan bahsedilmeye başlanıyor. Ancak onu da yine güçlü olan uygulayabiliyor.

Sözün özü; çalışmaktan, üretmekten, tek başına, kimseye gereksinim duymadan yaşamaktan geçiyor güçlü olmak. Ancak o zaman özgürleşilebiliyor. Sahiplenmek, var olanı geliştirmek ve korumak gerekli elbette ve dik durmak gerekli. Sözünün arkasında durmak gerekli. Emri başkasından almamak için parayı da başkasından almamak gerekli. Rüşt böyle ispat ediliyor uluslararası arenada. Ve rüşt ispat edilince de bulaşmıyor, bulaşamıyor kimse.

İnsan olmaksa bambaşka bir erdem... İşte onun ne para ile ilgisi var, ne pulla...