Advertisement

İran ilk ambargosunu yediğinde, yıllardan 1979, aylardan ise kasımdı. İran İslam devriminin ardından İranlı öğrencilerin Amerikan elçiliğini basmalarının elbet bir karşılığı olacaktı. Hele ki o diplomatları rehin alınmaları Washington da bardağı taşıran son damla oldu. İran ürünlerinin Amerika’ya satışı yasaklandı. İran menşeli 12 milyar dolarlık varlık bir anda donuverdi.

İlişkiler gerilmişti bir kere, aradan yıllar geçse de 1995 yılında bir ambargo furyası başladı. Mart ayında, Amerikalı şirketlerin İran’a petrol ve doğalgaz alanında herhangi bir yatırım yapması ya da ticarette bulunması yasaklandı. Mayısta İran ile tüm ticaret kesildi.

1996’nın nisanında Amerika, İran’a 20 milyar dolardan daha fazla yatırım yapan yabancı şirketlere sizinle işim olmaz dedi.

10 yıl sonra aralık ayında İran’a uranyum zenginleşme programını durdurması çağrısı yapıldıysa da İran bu çağrılara kulaklarını tıkadı. Eee haliyle bir ambargo da buradan yedi. BM Güvenlik konseyi, İran’a nükleer ve teknoloji yok dedi. Nükleer ile ilgilenen İranlıların varlıkları donduruldu ancak minareyi çalan kılıfını hazırlamıştı o zamana kadar. Hazırlıksız yakalanmadılar.

Mart 2007’de BM Güvenlik konseyi İran’a silah ihracatını yasakladı. Ama benim en anlamadığım ambargo bu idi. 1979’dan beri uygulanan ambargoların arasına “silah” anca girdi.

Ekim 2007; ABD terörü desteklediği gerekçesiyle İran Devrim Muhafızları ile bağlantısını tespit ettiği 20 kuruluşu ABD finans sisteminin dışında bıraktı.

Haziran 2010 ‘a geldiğimizde BM Güvenlik konseyi silah konusunu daha ciddiye almaya başladı. Saldırı helikopteridir, füzedir, ağır silahtır İran’a girmesin dedi. Bu arada Amerika bankacılık yaptırımlarının yanı sıra enerji yaptırımlarını da genişletti.

Ağustos 2010’da AB petrol ve doğalgaz konusunda ortak girişimlere yasak getirdi. Üretim için gittikçe köşeye sıkışan İran nükleer aktiviteler için de petrol ya da doğalgaz üretimi için ekipman da yoktu artık İran’a! Silah satmak zaten yasaktı.

2011’in Mayıs ayında Amerika kara listesini genişletti ve İran devlet bankası olan Endüstri ve Maden Bankası’nı da listeye ekledi.

Kasım 2011’de bir tur daha yaptırım geldi. Amerika başı çekiyordu. İngiltere ve Kanada da yaptırım açıkladı. Amerika, İran ile iş yapan petrol şirketlere yaptırımlarını genişletti. İngilizler ise finans sistemi üzerinden vurucu hamleyi gerçekleştirdi ve tüm İngiliz finans kuruluşlarına İran ile iş yapmayı yasakladı.

2012’nin ocak ayıydı. Amerika İran Merkez Bankasına da yaptırım uygulamaya başladı.

6 Ay sonra; Haziran 2012’de Amerika, tabir yerindeyse tüm dünya’nın İran ile petrol alışverişi yapmasını yasakladı. Yedi ülke hariç tutuldu. İran’ın ana müşterisi olan bu 7 ülke arasında Türkiye de vardı. Türkiye’nin yanı sıra Hindistan, Güney Kore, Malezya, Güney Afrika, Sri Lanka ve Tayvan muaf tutulan ülkelerdi. Türkiye’nin Muafiyetinin gerekçesi İran’dan gelen doğan gaz idi. Çünkü Türkiye bu konuda alternatifsizdi. Doğal olarak para gidiş gelişleri olacaktı ve muhabir bankalara ihtiyaç vardı. Türkiye bu anlamda da yasakların dışında idi. Ancak kuşkusuz dışında kalmanın da sınırları vardı.

Ekim 2012 AB bankacılık, ticaret ve enerji sektörünün en sert şekilde gündemine girdiği dönem oldu.

Geldik 2016’nın Ocak ayına…

İran, şimdi yeniden sahnede! Dengeler değişti. Beklentiler değişti. İttifaklar değişti. Dilerim değişimler barış getirir, huzur getirir, birliktelik getirir…

Yani Nazım’ın dediği gibi “Herhal ileridedir yaşanacak günlerin en güzeli…”