Advertisement

Türkiye’de büyüme konusunda fazla tedirgin olmaya gerek yok…

Geçtiğimiz ay makroekonomik verilerde iyileşme olmadan piyasalardaki iyimserlikte temkinli olunması gerektiğini belirtmiştik. Nitekim dünya ekonomisinde büyüme kaygılarının artan likiditenin yarattığı/yaratacağı olumlu algının son dönemde yeniden önüne geçtiğini gördük. Nitekim ING olarak da başta Euro Bölgesi olmak üzere birçok ekonomiye dair 2013 büyüme öngörülerimizi bu ay aşağıya çektik. Özellikle politika cephesindeki belirsizlikler/gecikmeler önümüzdeki yıl Euro bölgesinde pozitif büyüme görülmesi olasılığını ciddi ölçüde azalttı. Ancak her ne kadar yaklaşan seçimler sonrasında A.B.D.’de özellikle 2013 büyüme görünümü baskı altına alan mali uçuruma (fiscal cliff) dair oynaklık yaratabilecek bir yapı karşımıza çıkabilecekse de, Euro bölgesi durgunluğunun dünyaya yayılma riskini yüksek görmüyoruz. Bu ortamda Türkiye için sermaye akımları görünümünün dış ticaret kanalından daha önemli olacağını (2009 sonrasındaki hızlı toparlanma döneminde olduğu gibi) tahmin ediyoruz. Dolayısıyla hükümet öngörülerinden daha iyi bir konumda kaldığımız halde büyüme tahminlerimizi bu ay da değiştirmemeyi tercih ettik. Enflasyon cephesinde ise bu yıl sonunda %7 seviyesinde bir enflasyon görmemiz kaçınılmaz ve her ne kadar Orta Vadeli Program’da (OVP) 2012 sonu için %7.4’lük bir hükümet öngörüsü bulunsa da 24 Ekim’de yayımlanacak Merkez Bankası tahminlerinin ve yakın dönemdeki para politikası uygulamasının beklentiler açısından daha fazla önemi olacak.  OVP ve Orta Vadeli Mali Plan’a dair ise dünya ekonomisinde büyüme belirsizliklerinin ön planda olduğu bir dönemde bu kaygıyı dikkate alarak ve Türkiye özelinde de büyüme konusunda fazlasıyla temkinli varsayımlara oturtulmuş bir program açıklanmasının ilk bakışta piyasalarca güven verici bulunduğunu söyleyebiliriz. Ancak yapısal cari açık sorununun (yurtiçi tasarruf - yatırım açığı probleminin) önümüzdeki dönemde, petrol fiyatlarında hızlı bir düşüşün mümkün görünmediği bir ortamda, devam edeceği dikkate alındığında, bütçe açığı hedeflerinin (GSYH’ye oranla) bir önceki programa göre artırılmış olmasının özellikle para politikası yönetimindeki esnekliği bir miktar azalttığını söyleyebiliriz. Nitekim bütçe açığı hedeflerinde 2011’de açıklanan OVP’ye göre 2013 ve 2014 yılları hedeflerin bu yıl yapılan sırasıyla 76 ve 86 baz puanlık artışın gelirdeki muhafazakar bir yaklaşımdan değil (gelirlerin GSYH’ye oranında artış yapılmış) harcamalardaki artışlardan (merkezi yönetim bütçe harcamalarının GSYH’ye oranları yukarı yönde yaklaşık 150 baz puan revize edilmiş) kaynaklandığını görüyoruz. OVP döneminde üç ayrı seçim yapılacağı dikkate alınırsa, harcama konusunda önceden bir esneklik yaratılmasının tercih edildiği düşünülebilir. Dolayısıyla hedeflerin ulaşılabilirliği açısından risk daha sınırlı görünüyor. Ancak ekonomide belirgin bir yavaşlamanın olduğu 2012 yılına benzer bir bütçe açığı/faiz dışı fazla hedefinin önümüzdeki üç yılda da korunmasının (diğer bir deyişle bütçede bir iyileşme öngörülmemesinin) beklentiler açısından çapa olma niteliği zayıflamış durumda.  Türkiye’nin hala GSYH’nin %1’i civarında bir faiz dışı fazla hedefliyor olması da ne yazık ki bunu değiştirmiyor. Ek olarak bütçe harcama hedeflerinin detaylarında da yapısal olarak bir iyileşme sinyali göremiyoruz. Bu yılın ilk sekiz ayında faiz dışı giderlerin %75’ini oluşturan personel giderleri ve cari transferlerin önümüzdeki üç yıl boyunca da payının %70’in üzerinde olması öngörülüyor. Yatırımların toplam faiz dışı giderler içindeki payının ise bu yılın ilk sekiz ayındaki %7 düzeyinden ancak %10 düzeyine çıkarılması planlanıyor (ki bu da mal ve hizmet alımlarının payı ile neredeyse aynı). Dolayısıyla mali disiplin açısından da yapısal reformların önemi artarak devam ediyor. Enflasyonla mücadelenin ön planda kalmak zorunda kalacağı önümüzdeki 12-16 aylık dönemde ise OVP’nin esnek yapıda da olsa daha sıkı bir para politikasını gerekli kılacağını söyleyebiliriz.

15 Ekim 2012

Sengül Dağdeviren - Baş Ekonomist