Advertisement

Bono piyasasındaki faizler temel ekonomik göstergelere göre aşırı düzeyde yükseldi, iki-yıllık gösterge tahvilin bileşik faizi enflasyona dair temkinli duruşumuza paralel olarak yıl ortasına doğru görmeyi beklediğimiz seviyelere Şubat başında ulaşmış durumda. Bu gelişmede genel olarak Türkiye’de uygulanan para politikasının global konjonktür dahilinde özellikle orta uzun dönemde politika faizinin seyrine dair yarattığı belirsizlikle birlikte, kredilerdeki artışı kontrol etmeye yönelik zorunlu karşılık oranlarında Aralık ayındaki %1.4 puana ek olarak Ocak’ta gerçekleştirilen ortalama %2.0 puanlık artışın yerel bankaların menkul kıymet portföylerinde küçülmeye neden olması etkili oldu.

Bu artışlarla birlikte teknik olarak para çarpanı Kasım sonuna göre %36 küçülmüş olacak. Aynı dönemde gerçekleştirilen 75 baz puanlık politika faizi indiriminin piyasa faizlerine etkisinin ise kısa vadelerde dahi belirgin şekilde azaldığı altı aydan uzun vadelerde ise tamamen ortadan kalktığı görülüyor.

Banka kredilerinde ise henüz belirgin bir yavaşlama yok.  BDDK günlük bankacılık sektörü verilerine göre kredi/mevduat oranı Ocak sonunda 2010 sonuna göre %2.4 puan artmasının ardından 4 Şubat itibarıyla sadece %87.8’e geriledi.

Aslında Ocak ayında güçlü PMI ve ihracat verilerinin de işaret ettiği üzere yılın ilk çeyreğinde ekonomide büyümede çok belirgin bir yavaşlama olmayacağı anlaşılıyor. Buna paralel kredi büyümesinin gücünü koruyor olması ise şaşırtıcı olmamalı. Ancak bu konuda MB’nin yılın kalan döneminde öngördüğü bir miktar daha sıkılaştırmayı ne zaman ve hangi politika bileşimi ile gerçekleştireceğinin belirsiz olması da faizlerin yakın dönemde öngörülerimizin aksine temel ekonomik göstergelerden kopuk seyretme olasılığını güçlendiriyor.

Dolayısıyla Merkez Bankası’nın (MB) hedeflediğinin aksine kısa vadede kredi kanalıyla değil faiz kanalıyla sıkılaşmanın yaşandığı bir dönem sinyali alıyoruz. Bunun yakın dönemde yarattığı en önemli risk ise enflasyonun tarihsel olarak en düşük seviyelerine gerilediği ilk çeyrekte bu gelişmenin enflasyon beklentileri üzerindeki olası olumlu etkisinin sınırlanacak olması.

Son MB Beklenti Anketi’ne göre piyasanın ortalama enflasyon beklentisi 2011 sonu için %6.6 ile MB’nin %5.9’luk revize öngörüsünün de üzerinde ve Şubat başında 12 ay ve 24 ay sonrası için enflasyon beklentilerinin sınırlı da arttığını gördük. Hâlbuki TÜFE enflasyonu Ocak ayında tarihsel olarak yeni bir dip yaptı ve çekirdek enflasyon göstergelerindeki artış oldukça sınırlı idi. Hatta Merkez Bankası tarafından açıklanan ve izlenen işlenmemiş gıda ve tütün hariç TÜFE’nin yıllık artışı Ocak’ta önceki aya göre biraz gerileyerek %4.62 oldu. Böyle bir ortamdan enflasyon beklentilerinin olumlu etkilenmemesi Merkez Bankası’nın tercih ettiği para politikası esnekliğinin enflasyon beklentilerinin yönetiminde maliyet oluşturduğunu açıkça gösteriyor.

Önümüzde değerlendirilebilecek iki ay daha var. Çünkü yıllık TÜFE enflasyonu Şubat-Mart aylarında büyük olasılıkla %4’e yaklaşacak. Bunun beklentilere olumlu yansıyabilmesi için para politikası görünümünde biraz netliğe ihtiyaç var gibi görünüyor. İlk bakışta biraz çelişkili gibi görünebilir ama önümüzdeki hafta Merkez Bankası’nın yeni bir karar almadan enflasyon konusunda biraz daha vurgu yapan bir açıklama yapması bunu destekleyebilir.

Merkez Bankası’nın para politikası kararlarında önemli olduğunu düşündüğümüz verilere baktığımızda ise görünüm biraz karışık. Ama ikinci zorunlu karşılık artışlarının etkisinin ancak 18 Şubat’tan itibaren görüleceğini dikkate aldığımızda, 15 Şubat’ta para politikasında bir değişiklik olmama olasılığının hala daha güçlü olduğunu düşünüyorum.