Advertisement

Finanstaki her şey doğrudan veya dolaylı olarak bir belirsizlik fiyatlaması içerir. Ve kur da finans piyasalarının önemli parçalarından birini oluşturuyor, o yüzden son dönemde yaşadığımız kur artışını büyük oranda “belirsizlik algısı” ile ilişkilendirmemiz mümkün. Bir de düşük faiz ortamının devam edeceğine dair sinyallerin yarattığı TL’nin ucuzluğu da sanırım Türk Lirası’nın zayıf kalacağı algısını ciddi anlamda destekliyor. Aslında 2007 ortasından bugüne yaşadığımız dönem ciddi bir değişim dönemi. Dünya ekonomisinde büyüme gelişmekte olan ülkelerin önderliğinde toparlanmasının ardından belli bir hızda devam ediyor olsa da, belirsizliklerin azaldığını söylemek, normalleşmenin başladığını düşünmek için çok erken. Dolayısıyla bu da değişim döneminde değişimi yönetmeyi biraz daha zorlaştırıyor. Çünkü sürekli değişen bir ortamda değişim yönetimi çok daha zor. Ben Türkiye’de uygulanan para politikasını biraz böyle görüyorum. Sonucu kesin olarak belli olmayan ama değişen koşulların zorunlu kıldığı, belirsizlikleri çok olan bir politika. Bir de bunun üzerine ekonomik aktörlerin bakış açılarının, algılarının fazlasıyla geçmiş deneyimlere endeksli olduğunu ekleyecek olursak değişim yönetiminin hiç de pürüzsüz ve kolay olmayacağı çok açık. Yarın açıklanacak Enflasyon Raporu sırasında (her ne kadar raporun içeriği açısından bir sürpriz görmeyi beklemesek de) Merkez Bankası başkanının yapacağı sunum bu anlamda iletişim açısından çok önemli olacak. Sunum her değişim yönetimini sürecinin unutulmaması gereken aşağıdaki olgularına ne kadar cevap olabilirse, özellikle TL üzerindeki baskı da o kadar azalabilir gibi görünüyor.

- Değişime farklı kişiler farklı reaksiyon verir.

- Herkesin karşılanmasını beklediği “temel” ihtiyaçları vardır.

- Değişim genelde kısa vadede bir kayıp içerebilir ve kişiler bu “kayıp sürecinden” geçmek zorundadır.

- Beklentilerin gerçekçi bir şekilde yönetilmesi gerekir.

-“Korku”ların dikkate alınması ve bertaraf edilmesi önemlidir.

Aslında bugün için para politikası duruşunun temel gerekçelerine dair çok büyük bir güven kaybı olduğunu söyleyemeyiz. Yoksa yükselen kurun TL faizlerinde de ciddi anlamda baskı oluşturması gerekirdi. Böyle bir kaçışla karşı karşıya değiliz. Karşı karşıya olduğumuz şey fiyatlanması zorlaşan belirsizlikler: zayıf TL ve kısmen yavaşlayan iç talebin dış dengelerde gecikmeli bir iyileşmeye neden olduğu bir ortamda, enflasyon konusunda devam eden kaygılar ve bir de dünya ekonomisine dair belirsizliklerin etkisi altındaki algı. Sonuç olarak hala bir test dönemindeyiz; MB’nin güvenilirliği iletişimdeki başarısı ve enflasyon, kredi, büyüme gerçekleşmeleri ile test edilecek (bu anlamda kapasite kullanım oranı ve kredi verileri MB’nin duruşu desteklemeye başladı bile). Ama yeterli güvenin oluşması için ise biraz daha zamana ihtiyacımız olabilir. Faiz artışını bir çözüm veya gereklilik olarak ileri sürmek için ise gerçekten enflasyon konusunda bir “şok” bekliyor olmak gerek. Mayıs 2006 ile yapılmaya çalışılan benzerlik ise bana büyük oranda “korku”lara ilişkin gibi geliyor. Unutmayalım; kriz beklenmeyendir, bugün yaşadığımız ise büyük oranda devam eden/artan belirsizliklerin yarattığı stres gibi görünüyor. Politikalar daha iyi anlaşıldıkça, gerekçeler gerçekleşmelerden destek buldukça stres azalabilir.






Kaynak: TCMB, Reuters, MKK