Advertisement

Dünya ekonomisinde büyüme kaygıları yeniden ön planda. 2011 yılı başında yukarı yönde revize edilen tahminler yılın ikinci yarısında sert bir şekilde aşağıya çekilmeye başlandı. Şu an için belirsizliklerin çok yüksek olduğunu kabul etmekle beraber ikinci dip öngörmüyoruz. Ancak beklentilerin hala A.B.D. ve Avrupa ülkelerinde açıklanacak politikalara endeksli olduğunu düşünecek olursak, piyasalardaki dalga boyunun bir süre daha yüksek kalacağını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Diğer bir deyişle önümüzü hala çok net göremiyoruz bu da temkinli olmayı gerektiriyor. Bir de doğru ekonomi politikaların doğru zamanda uygulanabilirliğinin özellikle A.B.D. ve Avrupa’da yaşadığı zorluklar dikkate alındığında temkin duruşu kesinlikle elden bırakmamak gerekiyor. Obama hükümetinin açıklamakta olduğu yeni mali paket de ne yazık ki benzer sıkıntılarla karşılaşabilir ve ekonomiye beklenilen desteği veremeyebilir gibi görünüyor bugün itibarıyla.

Türkiye’de ise uzun süredir büyümenin istikrarını gözeten ekonomi ve para politikaları enflasyonda kur yükselişine bağlı artışa karşın mevcut dünya konjonktüründe kredibilitesini arttırmaya devam ediyor. Ancak bizde de 17 Ekim’den önce açıklanacağı ifade edilen Orta Vadeli Program başta olmak üzere yapısal alanda önemli bir politika sürecinde olduğumuzu unutmamalıyız. Türkiye kredi derecelendirme kuruluşlarının hepsinden pozitif kredi notu görünümüne sahip ve bir ülkeyi çok uzun süre pozitif görünümde tutmak teknik olarak anlamlı değil. Genel olarak görünüm değişiminin ardından 12-18 ay içinde bir hareket beklenir (bunun not artırımı şeklinde olacağı da kesin değil). Bu süre S&P açısından doldu, Moody’s açısından 12 ay Ekim’de Fitch açısından ise Aralık’ta dolmuş olacak. Dolayısıyla yılın kalan döneminde çok büyük olasılıkla kredi notu ile ilgili haberler göreceğiz. Bunun etkisi ne olur, sanırım bu o zamandaki dünya piyasalarındaki görünümle de çok ilişkili ancak büyümede oynaklığın azaltılması için ciddi bir çabanın olduğu dikkate alındığında bu sürecin de olumlu yönetilmesi önemli olacaktır. Genel çerçevede mevcut para politikasının etkinliği konusunda farklı görüşlerin devam ettiği, bu yıl cari açığın GSYH’nin %9’un üzerinde yılı kapatacağı dikkate alığında her ne kadar ekonomide beklenilen yavaşlama önümüzdeki yıllarda enerji hariç cari açık düzeyini sürdürülebilir düzeylere yaklaştıracaksa da yapısal alanda ve maliye politikalarında dengeleyici adımların bekleneceği çok açık. Nitekim bu da uzun vadeli faizlerin Amerikan tahvillerine paralel seyrini önümüzdeki dönemde koruyabilmesi için önemli.



Daha kısa vadeli faizlerde ise enflasyonun yakın dönemde yüksek seyrine karşın Merkez Bankası’nın hem faiz hem de likidite politikası biraz daha belirleyici olacaktır. Merkez Bankası’nın 6 Eylül’deki toplantıda yaptığı açıklamalar para politikasının ekonomik döngüyü dengeleyici şekilde (counter-cyclical) uygulanacağına dolayısıyla bir anlamda yukarıda bahsedilen paralelliğin bir sonuç olarak izlenebileceğine işaret ediyordu. Yakında uygulanacağı belirtilen TL zorunlu karşılıkların döviz cinsinden tutulma esnekliğinin sağlanmasına yönelik yeni politika da bu anlamda TL piyasalarında (döviz rezervlerinde son dönemdeki erimeyi de gözeten) bir gevşeme anlamına geliyor. Dolayısıyla bu uygulama faizlerin mevcut düzeylerinin korunmasına destek olabilir ama TL’nin yakın dönemde değerlenme potansiyelinin sınırlı olduğu dikkate alınırsa, yüksek enflasyonun faizdeki düşüşü desteklemeyeceği de açık. Diğer bir deyişle yurtiçinde iki yıllık faizlerin eğiliminin Amerika faizlerini daha yakından izlemesi için risk priminde yapısal adımlara bağlı bir düşüş şart gibi görünüyor. O da dönüp dolaşıp bizi yine Ekim’de açıklanması beklenen Orta Vadeli Program’a getiriyor.