Advertisement
GÜNCEL / SİYASET ABONE OL

Nasıl ki, Türkiye'nin Kuzey Afrika (Mağrip) Politikası, "bir hileli vuruş (Libya), iki karavana(Mısır ve Tunus)" ile sonuçlandıysa Ortadoğu siyaseti de aynı akıbete doğru ilerliyor.
 
Türkiye, Mağrip'ten alamadığı derslerle Ortadoğu'da kartlarını "çaylak" bir oyuncu gibi peşpeşe açıyor ve açtıkça da -rakipleri açısından-oyundaki "bilinmezler" azalıyor.
 
Oyun düzenine bakalım:
 
Ankara; hem Bağdat'ta, hem de Tahran'da "kazanan" olmak istiyor. Bu doğal. Zira, iyi bir oyuncu her pozisyonda ve her şart altında kazanmaya oynar. Ama, biliyoruz ki; oyuncunun vücut-ayak-kafa koordinasyonu iyi ise başarılı olma şansı vardır.
 
Peki, Türkiye bu özelliklere sahip mi?
 
Bakalım.
 
Türkiye, İran'da nükleer müzakerelerde "yatıştırıcı", ABD literatürüne göre kolaylaştırıcı (kayganlaştırıcı) bir rol oynamaya soyundu. Ortağı, Brezilya ve Lula De Silva idi. Parsayı Lula topladı. Tahran'a gidin bakın; ortalık Brezilya malı büsküvi,şişe suyu, süt, çikolata vs. kaynıyor. Bu operasyondan, Türkiye "kısa çöp"ü çekmiştir.
 
Aynı Türkiye, NATO'nun kadim bir üyesi olarak, doğal ve mecburi bir yaklaşımla "füze kalkanı"nın topraklarına yerleştirilmesine "gözü kapalı" onay vererek, aslında bir anlamda "sarsak" bir şekilde doğru bir iş yapmıştır, lakin; yaptığının farkında değildir. Zira, sarhoş (esrik) bir halet içindedir ve aklı başında değildir.
 
Şimdi, parçaları birleştirelim:
 
Türkiye, "batı ittifakı"nın sadık bir "bendesi" olarak füze kalkanını topraklarına yerleştirdiği gün; ABD mutlu olmuştur, AB kıvanmıştır, ama hepsinden önemlisi Bağdat, maa-l memnuniyye bir döneme girmiştir.
 
"Füze kalkanı"nı yanlış okuyan bir ülke var mıdır? Evet, vardır. O ülke, topraklarında "füze kalkanı"nı konuşlandıran Türkiye'dir.
 
Çünkü, Türkiye "şia"yı doğru tahlil edememektedir. Tek bir "şia" olduğunu sanmaktadır. Oysa, "şia"; "bir"den "çok"tur.
 
Bir: Tahran'da "Kum" merkezli, bugün Ayetullah Ali Hamaney tarafından temsil edilen ve "velayet-i fakih" konusunda tavizsiz bir politika izleyen "İran Şia"sı.
 
İki:Bağdat'ta Necef merkezli, Ayetullah El Uzma Seyyid Ali El Hüseyni El Sistani (ünvanın uzunluguna dikkatinizi çekerim:Bağdat'tan Tahran'a köprü inşaasına muktedirdir) tarafından temsil edilen "velayet-i fakih" konusundaki "şer-i" uygulamaları "demokratik esasları mündemiç(içerir)" bir tarz-ı siyaset güden "Irak Şia"sı.
 
Demek ki, neymiş? Tek bir "şia" yokmuş. En azından iki şia vardır ve bu iki şia birbiriyle pek de barışık değilmiş...
 
Amma velakin; Türkiye'nin az okumuş('ümmi' desek, yeridir) uleması,"tek bir şia"dan hareketle, diplomaside adım atarken şia'nın "mehabeti"ni kazanmaya oynamaktadır.
 
Bitiriyorum:
 
İşte, şia konusundaki bu kafa karışıklığı sonucudur ki, Türkiye Irak'taki son seçimlerde "El Uzma" Ali Sistani'yi "denklem dışında tutarak" tuhaf bir "acem"i oyun sergilemiştir. Türkiye, son seçimde İyad Allavi Koalisyonu'nu desteklemiştir. Nitekim, İyad Allavi koalisyonu seçimi kazanmış ama iktidarı "daha az sandalye çıkaran şii Maliki"ye "terkin" etmiştir.
 
Sonra ne olmuştur? Seçimde,"yanlış ata oynayan" Türkiye, bu hatasını düzeltmek için Irak içinde "şii lider" avına çıkmıştır.
 
Şii Lider Ammar El Hekim Maliki ile derinleşen krizin çözümü için Türkiye'ye geldi (Bkz: gazeteler)
 
Mukteda Es Sadr, Bağdat'tan tard edilen Haşimi meselesi ve Türkiye ile başgösteren krizin çözümü için Barzani ile görüştü(Bkz: Gazeteler)
 
Türkiye, neden şii lider avına çıkmıştır?
 
Son derece basit bir cevabı vardır bu sorunun: ABD'nin Irak'ı tahliyesi sürecinde, Necef'te, Kûfe'de, Basra'da, Umm-u Kasr'da, Kutt-ul Ammara'da iş alan Türk işadamlarının çıkarlarını "garantiye almak için"
 
Ama iktisadi çıkarları için kanadı kırık bir kuş gibi sağa sola savrulan Türkiye, şunu öğrenmekte zorlanmaktadır: Ammar El Hekim ve Mukteda Es Sadr'ın toplamı, "ondalık sayılarla dahi"; El Uzma Ali Sistani'nin "katresi" etmektedir. Yani, Türkiye Ammar El Hekim ve Mukteda Es Sadr'larla geçirdiği "ölü" zamanları, Sistani'nin "bir nazarı" ile değiştireceğini ne yazık ki, bilememektedir.
 
Üstelik, Necef(Sistani); şia'nın diğer büyük izdüşümü Kum(Hamaney) karşısında "açık bir galip" durumundadır.
 
Tuhaf ve acınasıdır ki; Türkiye, "füze kalkanı" ile husumetini kazandığı Hamaney'den hala umutludur. Bu nafile bir çabadır. Beri yanda, aynı Türkiye Hamaney'in en güçlü rakibi Sistani'nin ise gücünün farkına varamadığı için etrafında dolanarak "kör uçuşu" ile "El Uzma"yı aramaktadır.
 
Türkiye'nin bu kritik dönemde yapması gereken tek bir hareket tarzı vardır: İki ata oynamamak...
 
Hamaney ya da Sistani...
 
Kum ya da Necef...
 
Seçim sizin... Ama vakit çok geç olmadan bizden bir tavsiye:Hamaney konuştuğu zaman "şia" kulak kesilir; ama Sistani konuştuğu vakit, "şia"da herkes "susar"; ebediyyen...
 
Ali Çağatay
 
Bloomberg HT Yayın Koordinatörü
 
e-mail: acagatay@bloomberght.com