Advertisement
GÜNCEL / SİYASET ABONE OL

Türkiye, hayli bir zamandır ihracatta “açılım” ve/veya “yeni pazarlara erişim” uğruna “acun”u karış karış geziyor. İhracatçılarımız; kendi kendine yeterli olmaktan çıkması an meselesi gibi gözüken Avrupa ve AB Euro Bölgesi’nin dışındaki topraklarda ayak basmadık yer bırakmıyor. Kâh, Afrika’nın derinliklerinde; kâh, Latin Amerika’nın ücralarında; kâh, Uzakdoğu’da (Venedik Taciri) Marco Polo’nun ayak izlerinde…

Çok doğal. Bundan daha doğal bir davranış biçimi olmasa gerektir. 2008 krizinden “nispeten daha az hasar”la çıkan  Türkiye’ye düşen hareket biçimi de budur. Riski yaymak;  pazarları genişletmekle mümkündür.Türkiye Pazar arıyor.

Şimdi ortaya bir soru atıyor ve herkesi üzerinde düşünmeye davet ediyorum: Yeni pazarlara girmek kolay mıdır; veya yeni pazarlara “nüfuz” etmenin bir alfabesi var mıdır ve bu alfabe(amentü) bizim –sahiden- cesur ihracatçımızın eline tutuşturulmuş mudur?

Bence yok.

Bu analizin konusu, bu “yok”u tanıtlamaktır. İspat yükümlülüğümüz var.  Neden? Çünkü, yüzlerce “akıncı/ihracatçı yola revan olmuş durumda ve üstelik meçhul menzile doğru kulaç atıp duruyorlar.

Soru geliyor: İhracatçımızın yalınkılıç girmeye çalıştığı -bu yeni pazarlar- Latin Amerika kimindir; Afrika’nın efendileri kimlerdir?

Biraz tarih... Niyetimiz elbet, tarih dersi vermek değil. Sadece tarihin “ders alınmadığı için sürekli tekerrür eden sayfaları arasından bir “disquir” çıkarmaktır.


Tordesillas Anlaşması, desem; kimler için ne ifade eder, bilemem.

Sene 1494: Avrupa’nın iki büyük denizci ulusu (İspanya ve Portekiz) Akdeniz’le yetinmenin ufuksuzluk olacağının idrakinde okyanuslara açılan sağlam gemilerle, büyük deniz kaşiflerinin izinden yürüyor. Keşifler keşifleri, mevzii savaşlar işgalle sonuçlanan yeni toprakları getiriyor. Keşfedilen bölgelerdeki zenginlikler o denli büyüktür ki, iki ulus arasında “hır” patlak veriyor. Devreye “Papalık Müessesesi” giriyor.  Papa IV. Sixtus’la başlayıp, Papa Alexander VI(Rodrigo Borgia) ile devam eden süreç, “kavanoz dipli dünya”yı şu sonuca getiriyor. Papalık, İspanya ve Portekiz’in Hıristiyan misyonunun “koçbaşları” olarak ‘dünyayı savaşmadan paylaşmasını temin edecek formülü’ şöyle geliştiriyor:

Dünyanın Doğusu Portekiz’e; Batısı İspanya’ya aittir.

Papalık, 1494 tarihinde ilk imzaları atılan Tordesillas Protokolü uyarınca, Hıristiyan din çatışmasına da mahal vermeyecek biçimde Avrupa’yı dışarıda bırakarak;  Cabo Verde Adaları’nı başlangıç noktası alarak bu noktanın 370 fersah(1550 kilometre) batısında, Kuzey-Güney yönünde “yeni bir meridyen” çizer. (Terime dikkat: 361. Meridyen) Bu yeni meridyenin doğusuna Portekizli kaşifler, batısına İspanyol denizciler gider.

Ve dünya birkaç yıl içinde şöyle haritalandırılır:

Batı’ya giden İspanyollar, tüm Latin Amerika’yı kolonileştirir.(Hadi, İspanyol toprağı haline gelen ve sonraki yüzyıllarda İspanyolca konuşan o ülkelerden birkaçını sayalım:Arjantin, Bolivya,  Paraguay, Kolombiya, Şili, Peru, Arjantin, Venezuela, Meksika, Kolombiya vs…)

Doğu’ya giden Portekizliler, Afrika’nın batı kıyılarını muhasara ederek, taa Hindi-Çin’e dek uzanan Maccao ve Doğu Timor dahil tüm bölgeleri “patronat” haline getirir. (Birkaç örnek de, Papalık’ın ihsanıyla Portekiz topraklarına dönüşen koloniler için verelim: Angola, Benin, Ekvador Ginesi, Gana, Gine Bissau, Labrador, Maldivler, Mozambik, Sao Tome&Principe, Zanzibar vs…)

361. Meridyenin iki istisnası vardır: Papalık, Doğu’ya giden Portekizliler’e Batı’da kalan Brezilya’yı; Batı’ya giden İspanya’ya da Doğu’daki Filipinler’i “bonus” olarak bahşeder.
O sebeple bugün tüm Latin Amerika İspanyolca konuşurken, bir tek Papalık ihsanı Brezilya Portekizce konuşur.

“Yıl” ne, demiştik? 7 Haziran 1494

1494’te, dünya “karpuz misali” ikiye bölünüp üleşilirken, Osmanlı’ya bir bakalım mı? Kanuni(Muhteşem) Sultan Süleyman(doğumu:6 Kasım 1494) henüz doğmamıştı. Osmanlı Akdeniz’i bir göl haline henüz dönüştürememişti. Ve dahi Okyanus yüzü görmemişti. Süveyş Kanalı henüz açılmamıştı. Kızıldeniz geçilmemişti. Yani, Osmanlı Adriyatik’e, hadi zorlayarak söyleyelim Akdeniz’e hapsedilmişti. Tahmin edileceği üzere okyanuslarda olup bitenden de zinhar haberdar değildi.

“Tarihin Sonu”na değilse de, tarih anlatısının sonuna geldik.

İmdi; Türkiye 21. Yüzyılda, dünya ağır bir sistemik(finansal değil) krizden geçerken 500 yılı aşkın süredir İspanyol(Latin Amerika) ve Portekiz(Afrika) toprağı olan topraklarda şansını deniyor.  Ne zaman? Tam şu an. Frenkçesi ile söylersek, “Just Now”

Bağlıyorum.

Momentum Türkiye için pek uygun değil. Neden? Şundan: Eğer, Türkiye ABD merkezli krizin ayak sesleri değil, “kokusu” çıkarken(2006) Afrika ve Latin Amerika pazarlarına ciddi ve planlı bir “huruç(yarma) harekatı” düzenlemiş olsaydı, daha fazla sonuç alıcı bir tablo ortaya çıkabilirdi. Ama, Türkiye ne zaman Afrika ve Latin Amerika’ya “akıncı güçleri” göndermeye başladı? İki, bilemediniz üç yıldır.

Türkiye geç kaldı. Çünkü, İspanya ve Portekiz’in en çaresiz ve reçetesiz ve de idraksiz olduğu dönemlerde Afrika ve Latin Amerika pazarlarına girmeyi denemiş olsaydı, sonuç alınabilirdi. Bugün tablo bu coğrafyada Türkiye için biraz zor.


İki rakam keser mi bilmem:

Artık İspanya da, Portekiz de, eski kolonileri ile “sıkı” ticareti yeniden tesis etmeye başlamış durumdalar.  Portekiz’in, Portekizce konuşan Afrika ülkelerine ihracatı 2011’de yüzde 20; İspanya’nın İspanyolca konuşan Latin Amerika ülkelerine ihracatı yine geçen yıl yüzde 32 arttı.

Yani, ejderha kuyruğunu kaldırdı. Etrafından geçerken daha dikkatli olmak zorundayız.

“Dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir” ; çareyi işaret ederek tamamlayalım: Türkiye, “münferiden” girdiği Afrika ve Latin Amerika pazarlarındaki varlığını korumayı sürdürmeli. Ama ilaveten bir şey daha yapmalı: 2011’de ortalama yüzde 3.4(yazıyla da üç nokta dört) ihracat artışı gerçekleştirdiği Ortaasya pazarlarına hızlı bir dönüş yapmalı. Türkiye; Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Azerbaycan ve de Gürcistan, hatta Ermenistan ile daha canlı ihracat yapabilmenin çarelerine başvurmalıdır.

Portekiz, çukura düştüğü 2011 yılında aynı dili konuştuğu Afrika ülkelerine ihracatını %20; İspanya aynı dili konuştuğu Latin Amerika’ya ihracatını 2011 yılında %32 artırırken, “lisan”a ve “tarih”e yaslanıyor. Türkiye de ,Ortaasya’da tarihinin ve lisanının avantajlarını pekâlâ kullanabilir.

Çünkü, Afrika ve Latin Amerika için “mevsim” Türkiye için na-müsiattir.


Ali Çağatay


Bloomberg HT Yayın Koordinatörü

acagatay@bloomberght.com