Advertisement
GÜNCEL / SİYASET ABONE OL

Eski Devlet Bakanı ve ABD'deki düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü'nün başkan yardımcısı Kemal Derviş, ''Türkiye'nin önündeki en temel iki sorunun laikliğin yeniden tanımlanması ve Kürt sorununun çözümü olduğunu'' belirterek, ''Devlet tüm inanışlara karşı nötr ve eşit uzaklıkta kalmaya devam etmeli, Kürt kimliğinin de kabul görmesi gerekiyor'' dedi.

Derviş, Türkiye'nin Amerikalı Dostları (American Friends of Turkey) adlı derneğin, 10 Kasım Atatürk'ü anma etkinlikleri kapsamında, Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği'nde düzenlediği panelde konuştu.

BM Kalkınma Programı'nda (UNDP) göreve başlarken genç bir Türk kızını işe aldığında, kızın odasına ilk yerleştirdiği eşyanın Atatürk portresi olduğunu gördüğünü belirten Derviş, ''Kendi kendime, 21. yüzyılın ilk yarısında, ülkesinin dışında, yeni işine başladığı anda, boş duvarlarına kendi isteğiyle, 20. yüzyılın ilk yarısında vefat etmiş olan bir liderin resmini asan herhangi başka bir ülkeden genç bir araştırmacı var mı diye sordum. Benzer, hatta yakın olan başka bir örnek aklıma gelmedi. Bu, Atatürk anısının ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kurma mücadelesinin, nasıl birçok Türkiye vatandaşının kimliğinin bir parçası olmaya devam ettiğinin bir sembolüdür'' dedi.

Atatürkçülüğün iki temel ögesinden bahseden Derviş, Atatürk milliyetçiliğinin çoklu etnik kökene ve modernizme dayandığını söyledi.

Türkiye'nin geçirdiği sürece değinen Derviş, ülkede ''kendini Kemalizm'e referans vererek meşrulaştırmaya çalışmış askeri darbeler'' yaşandığını ama ''Türk ordusunun hiçbir zaman tam askeri diktatörlük kurmaya çalışmadığını'' ifade etti. Derviş, ''Hiçbir zaman Silahlı Kuvvetler, bir kurum olarak, Türkiye'yi Kemalist Türkiye'nin bir parçası olduğu muassır medeniyetten uzaklaştırıp, üçüncü dünya diktatörlükleri grubuna katmaya çalışmadı. Acı ve zararlı hatalar yaptılar. Fakat, bir kurum olarak, Atatürk'e hiç bir zaman ihanet etmediler ve daimi bir askeri rejim kurmaya kalkışmadılar'' dedi.

Derviş, ''artık ordunun siyasetteki etkisinin önüne geçilmesiyle de Cumhuriyet'in kurulmasından beri ilk defa, ülkede sivil gücün tam ve egemen olarak tesis edildiğini'' ifade ederek, sivilleşme anlamında, Türkiye'nin bugün ABD ve İngiltere'den farklı olmadığını kaydetti.

-''Çözülmesi gereken 2 temel sorun var''-

''Dini referansları kuvvetli bir partinin 10 yıldır iktidarda olması ve 100. yıl için planlar yapmasının Türk demokrasisinin 1950'li yıllardan bu yana ne kadar biçim değiştirdiğini ve geliştiğini gösterdiğini'' ifade eden Derviş, ancak başarılı demokrasinin ''seçimleri kazananların her istediğini yaptığı kazanan hepsini alır sistemi üzerine değil, bireysel olarak vatandaşları, muhalefeti ve azınlıkta olanları koruyan denge ve denetleme sistemi üzerine'' kurulması gerektiğini söyledi.

Derviş, Cumhuriyet'in 100. yılına doğru, Türkiye'nin ''tam ve normal işleyen demokrasi haline geldiğini vatandaşlarına ve dünyaya gösterme şansına sahip olduğunu ancak henüz bu noktaya ulaşmadığını'' belirterek, bunun sadece yeni anayasa ve kanunlarla da olmayacağını, tam anlamıyla gelişmiş demokrasi için Türkiye'nin önünde çözülmesi gereken iki temel konu bulunduğunu kaydetti.

Derviş, bunları, laikliğin yeniden tanımlanması ve Kürt sorunu olarak tanımladı.

-''Laiklik yeniden tanımlanmalı''-

Derviş, Türkiye'nin ''yalnızca laikliği sürdürmesi değil, aynı zamanda onu tekrar tanımlaması gerektiğini'' belirterek, ''Türkiye artık laikliği, din ve devletin tamamen ayrılması olarak yeniden tanımlayabilir. Bireyler elbette istedikleri şekilde dindar olabilirler veya olmayabilirler. Ama devletin devlet olarak dindar olmaması gerekir. Barışçıl olduğu sürece, dinin hangi şekilde yaşanacağına devlet karışmamalı ya da kısıtlama getirmemeli'' dedi.

''Üniversitelerde başörtüsü sorunun üstesinden gelindiğini'' belirten Derviş, 21. yüzyılın Türkiye'sinde üniversitelerde başörtüsünün yasaklanmasının kabul edilemez olduğunu ifade ederek, ''Bu çok daha önce olmalıydı'' dedi.

Derviş, aynı zamanda, herhangi bir dine inanmayan, dinlerini farklı şekilde yaşayan ya da diğer dinlerden olanlara yönelik de hoşgörü ve tam eşitlik sağlanması gerektiğini belirterek, ''Devlet tüm inanışlara karşı nötr ve eşit uzaklıkta kalmaya devam etmeli'' diye konuştu.

''Laik cumhuriyetin, camilere imamlar atayan bakanlığa sahip olmasını tuhaf bulduğunu'' ifade eden Derviş, ''devlet için çalışanların dindar olabileceğini ama devletin dininin olamayacağını'' ifade ederek, din ve devletin kesin olarak birbirinden ayrılması ve herkese dinlerini istedikleri gibi yaşama şansının tanınması, devletin bu konuda müdahaleci olmaması gerektiğini'' söyledi.

Derviş, şunları kaydetti:

''İnsanlar, diğerlerine karşı saygısızlık içermeyen, hukuki sistemin parçası olmaya devam eden ve mevcut devlet yapısının dışında paralel tarzda bir toplum yaratmaya çalışmadan dinlerini yaşamak istedikleri müddetçe, bunu istedikleri gibi yapmada tamamen özgür olmalılar.

Eğer dini, dini nasıl yaşadığımızı bir bölünme hattı haline getirirsek, demokrasimizi zayıflatırız. Herhangi bir dini, özellikle de Türkiye'de çoğunluk olduğu için İslam dinini yaşama hakkına saygılı olmalıyız. Aynı şekilde çoğunluk da diğerlerine saygılı olmalı.''

-''Kürt kimliğinin kabul görmesi gerekiyor''-

Derviş, Cumhuriyet'in kurulmasıyla sayıca az olan grupların yeni bir Türklük kimliğinde kolayca birleştiğini, ama ''en başından beri büyük nüfusa sahip ve daha sonra da büyüyen, çoğunluğu ülkenin daha az ulaşılabilir, fakir kısmında yaşayan ve merkezi yönetim tarafından ihmal edilen Kürtlerin, Türk kimliğinin yanında Kürt kimliğini de korumayı sürdürdüğünü'' belirterek, ''Bu kimlik var, büyüyor ve bu kimliğin kabul görmesi gerekiyor'' dedi.

Ancak, Kürtler ve diğer vatandaşlar arasında net coğrafi sınırlar bulunmadığına ve yan yana yaşadıklarına dikkati çeken Derviş, şunları kaydetti:

''Bu nedenle tek bir çözüm bulunuyor. Kürt kimliğini savunan ve geliştirmek isteyenler, şiddet kullanmamalı ve hedeflerini Türkiye'nin demokrasisi içerisinde aramalı, Türkiye de Kürtlerin, Türkiye vatandaşları olarak, kendi kültür ve kimliklerini algıladıkları ve istedikleri gibi yaşayabildikleri bir ülke haline gelmeli. Demokratik usullere saygı duydukları ve şiddet kullanmadıkları sürece, Kürt vatandaşlarımızın kimliklerini nasıl tanımlamak istediklerinin kararı, başkalarına değil, kendilerine aittir. Ben böyle bir düzenin önümüzdeki on yıl içinde oluşacağı konusunda gerçekten iyimserim.

Eğer Cumhuriyet, Kürt vatandaşlarımızın gelişmesine, refaha kavuşmasına ve kendine güvenen, demokratik ve bölünmemiş bir ülkede, ulusal kimliğin etnik kökene değil vatandaşlığa bağlandığı bir Türkiye'de, kendi dillerini öğrenmek ve kullanmak isteyenlerin bunu özgürce yapmasına destek olursa, ulusal birliktelik azalmayacak, artacaktır.''

Derviş, ''AK Parti hükümetinin, geçtiğimiz yıllarda yılda bu yönde samimi çabalar gösterdiğini, çözüm için çok daha fazlasının da yapılabileceğini ama Kürtler tarafından da bu konulara olumlu ve olgun karşılık gelmesi gerektiğini'' dile getirdi.

-''Mustafa Kemal de bunu yapardı''-

Türkiye'nin bazı noktalarda fikir özgürlüğünde son iki yılda geriye gittiğini savunan Derviş, bu noktada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün TBMM'nin açılışı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'ndaki yeni anayasa ihtiyacı konusundaki konuşmasının önemli olduğunu söyledi ve izleyicilere tam metni okumalarını tavsiye etti.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun da Kurban Bayramı kapsamında, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'i ziyaret etmesini önemli bulduğunu belirten Derviş, ''Eğer 2012'de yaşıyor olsaydı, Mustafa Kemal de Diyarbakır belediye başkanını ziyaret ederdi'' dedi.

Laikliğin yeniden tanımlanması ve Kürt sorununun, Türkiye'nin çözmesi gereken iki temel mesele olduğunu yineleyen Derviş, ''ülkede gereksiz yere bölünmeler ve gerginliklere yol açtığını'' söylediği bu iki meselenin dışında aslında, Türkiye'nin bilimsel, ekonomik ve daha birçok alanda çok başarılı performans gösterdiğine dikkati çekti.

Dış politikada da Türkiye'nin, özellikle Ortadoğu ve Müslüman dünyasında ''yumuşak güç'' olduğunu ve bu gücün daha da etkin hale getirilebileceğini belirten Derviş, ''Ancak Türkiye'nin, son on yılda bölgedeki büyük derecede güçlenen etkisi, hiçbir şekilde başkalarını yönlendirmek ya da sınırlarımız ötesine karışmak çabasına bağlı olarak değil, başarılı ekonomik, kültürel ve demokratik örneğimizin gücüne bağlı olarak gelişmeli'' dedi.

Derviş, ''Türkiye'nin ekonomik başarısı, iç barış ve özgürlüğüyle parlak bir örnek olmasının, bölgeye, doğrudan müdahaleyi göze alan dış politikadan çok daha büyük etki yaratacağını'' kaydetti.

Türkiye'nin, yeniden yapılanmaya giden Avrupa Birliği'ne de İngiltere veya İsveç gibi, para birliğinin dışında fakat Avrupa Parlamentosu'nda seçilmiş temsilciler ve Avrupa Komisyonu'nda üye bulundurarak tam üye şeklinde girebileceğini kaydeden Derviş, ''Amaçlamamız gereken bu olmalı. Hedefin bu şekilde yeniden tanımlanması, Türkiye'nin tarihi ve devam etmesi gereken hedefi olan AB'ye üye olma projesine, hem yeni dinamizm, hem de yeni inanılırlık sağlar. 2023'te inanıyorum ki Türkiye, yeni AB'ye tam üye olabilir ve olmuş olmalıdır'' dedi.

Eski Devlet Bakanı ve ABD'deki düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü'nün Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, ''Türkiye'nin 2023 hedefine ulaşılabilmesi veya çok yaklaşması için yatırım oranının ortalamada yüzde 23-24'ten az olmaması, yurt içi tasarrufların da yaklaşık yüzde 18-19 olması gerekir ki, cari açık, gelişmekte olan piyasa ekonomileri için tedbirli üst limit olarak gördüğüm yüzde 5'lik düzeyin altında kalabilsin'' dedi.

Derviş, Türkiye'nin Amerikalı Dostları (American Friends of Turkey) Derneği tarafından 10 Kasım Atatürk'ü anma etkinlikleri kapsamında Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği'nde düzenlenen ''Cumhuriyet'in 100. Yıldönümü Yolunda Türkiye'' başlıklı programda konuştu.

Türkiye'nin 2023 hedeflerinde ekonomik başarının çok önemli olduğunu belirten Derviş, çok düşük gelir düzeyiyle yaşamına başlayan Türkiye Cumhuriyeti'nin, büyük zorluklardan sonra dünyanın en dinamik ekonomilerinden biri haline geldiğini söyledi.

Derviş, 1946'dan 2002'ye kadar ortalama Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın (GSYH) büyüme oranının, uluslararası deneyimin orta ve yüksek kısmında gerçekleşerek yaklaşık yüzde 5 olduğunu ifade ederek, ''Fakat hızlı büyümenin olduğu yılların yanında, 1980, 1994, 1999, 2001 ve yine 2009'daki gibi kriz ve negatif büyüme yılları da oldu. Bu kötü yıllar ortalama performansı da düşürdü. Bu negatif büyüme yılları olmasaydı, Türkiye dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olurdu'' dedi.

Son 10 yılda da ortalama büyümenin yine yaklaşık yüzde 5 olduğuna işaret eden Derviş, ''Kişi başı ekonomik büyüme, yüzde 3,7 olarak gerçekleşti. Nüfus artış hızı çok daha düşük olduğundan yüzde 5 büyüme oranı, 20 ya da 30 yıl öncesine göre daha iyi bir kişi başı büyüme başarısı. Eğer Amerika'nın emlak kredileri krizi felaketiyle ilişkili olan 2008 ve 2009 yıllarını çıkartırsak, Türkiye'de GSYH büyümesi fevkalade bir yüzde 7 ortalamasında olacaktı'' ifadesini kullandı.

-''Türkiye ekonomisi hala dış şoklara karşı hassas''-

Derviş, ancak ''çok düşük kişisel yurt içi tasarruf oranını yansıtarak süregelen yüksek cari açığın hala Türkiye ekonomisini dış şoklara karşı hassas kıldığına'' dikkati çekerek, şunları kaydetti:

''Türkiye, kamu borçlanma oranını, dönemimizdeki 2001-2002 reformları sayesinde ve sonradan Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri tarafından izlenen sıkı maliye politikasıyla düşürebildi. Türkiye'nin şu anki kamu borcu, GSYH'nin yaklaşık yüzde 38'i. Bunu Amerika'daki ve Avrupa'daki yüzde 80'den fazla olan oranlara, hatta İtalya gibi ülkelerde yüzde 120'lere varan kamu borcu oranıyla karşılaştırın.

Ne var ki, Türkiye'de yurt içi özel sektör tasarrufu, uluslararası standartlara göre çok düşük. Dolayısıyla ekonomi dış sermaye girişine çok bağımlı olmaya devam ediyor. Dış sermaye girişi üretim kapasitesi yaratan uzun dönemli yatırıma dönüştüğü zaman bu pek sorun yaratmaz. Fakat sermaye girişinin yaklaşık 3'te 2'si, çok daha spekülatif ve kısa dönemli nitelikte. Bu da rahatsız edici derecede potansiyel volatiliteye neden oluyor.

2023 yılı itibariyle dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olabilmek için, Türkiye'nin yılda ortalama yüzde 7 oranında büyümesi, bu büyümenin, Türk Lirası'nın yalnızca spekülatif para akışını değil, uzun vadeli üstün üretim performansını yansıtan bir değer kazanma süreciyle birleşmesi gerekir. Ayrıca, büyüme tek başına yegane hedef olamaz. Büyümenin meyvelerinin adil dağılımı, 2023 vizyonunun daha açık bir şekilde parçası olmalıdır.''

-''Mümkün ama ulaşılması zor bir hedef''-

Türkiye'nin 2023 hedefine ulaşılabilmesi veya çok yaklaşması için yerine getirilmesi gereken bazı temel koşullar bulunduğunu belirten Derviş, ''Yatırım oranının ortalamada yüzde 23-24'ten az olmaması, yurt içi tasarrufların da yaklaşık yüzde 18-19 olması gerekir ki, cari açık, gelişmekte olan piyasa ekonomileri için tedbirli üst limit olarak gördüğüm yüzde 5'lik düzeyin altında kalabilsin. Bu, Türkiye'nin yurt içi tasarruflarında 2010-2011 dönemine kıyasla yüzde 5-6 puan kadar artışa tekabül eder. Bu mümkün, fakat ulaşılması zor bir hedef'' dedi.

Derviş, bir ülkenin tasarruf oranını arttırmak için sihirli bir değnek olmadığına vurgu yaparak, istikrarlı makro ekonomi, güçlü ve iyi düzenlenmiş finans sektörü, yatırımdan elde edilen özendirici kar oranı, aynı zamanda uzun dönemli birikimleri ve yatırımı ödüllendiren vergi sisteminin arzu edilen özellikler olduğunu kaydetti. Derviş, iyi kaynak dağıtımı ve yüksek yatırım oranı için piyasa ekonomisini düzenleyen kuralların da açık ve şeffaf olması gerektiğini belirterek, politikacıların ekonomide mali planlamalar, stratejiler gibi uzun vadeli hedeflere odaklanması gerektiğini söyledi.

Türkiye'nin bu konuda yaptığı yapısal reformların çok önemli olduğunu ve bunların korunması gerektiğini ifade eden Derviş, politikacıların bu reformlardan en ufak geri adım atması halinde Türk ekonomisinin sorun yaşayacağı uyarısında bulundu.

Tüm bu unsurların vatandaşların da geleceğe güven duygusuyla bakmalarını sağlayacağından ekonomik başarı için temel unsur olduğunu vurgulayan Derviş, ekonomiyi ve yatırımları da etkileyeceğinden 2023'e kadar ülkenin uzun vadeli iç istikrarının sağlanmasının da bu noktada önemine işaret etti.

AA