Babacan: Yeni OVP Bayram'dan önce açıklanacak
-
Babacan, "Yeni Orta Vadeli Program Kurban Bayramı'ndan önce açıklanacak" dedi
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 22 Mayıs'tan bugüne kadar gelişmekte olan ülkelerde sınırlı miktarda bir sermaye çıkışı olduğunu belirterek, "Rakamlara bakıldığında gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere sermaye çıkışının hem milli gelire hem de toplam finansman stokuna oranla çok düşük olduğunu görüyoruz. Biz bu gelişmeyi varlıkların yeniden fiyatlanması olarak görüyoruz" dedi.
"Kalıcı Büyümenin Finansmanı" temasının işlendiği 4. İstanbul Finans Zirvesi'nde konuşan Babacan, zirvenin artık her yıl gerçekleşen güzel bir gelenek haline geldiğini belirterek, her yıl daha fazla katılımcı ve gündemle yapılmış olmasından memnun olduklarını söyledi.
Babacan, 5 yıldır küresel krizin fazlar değiştirerek devam ettiğini ifade ederek, şunları kaydetti:
"Dünyanın iktisat tarihine baktığımızda finans sektöründen kaynaklanan krizlerin daha uzun sürdüğünü ve etkilerinin daha derin olduğunu görüyoruz. Bu yıl başlarından itibaren ABD'de kısmi bir toparlanmayı yeni yeni görmeye başladık. Yaklaşık iki hafta önce G20 Zirvesi'nde ve hemen onun arkasında Çin'deki Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında küresel ekonominin pekçok yönünü ele aldık.
ABD'de bir toparlanma var, ancak bu toparlanmanın maliyetini piyasaya sürülmüş trilyonlarca dolarlık fazla likidite ve çok büyük bir kamu borç stoğu olarak görüyoruz. 5 yıldır arka arkaya yüksek bütçe açığı vererek, borç stoğu biriktirerek, öbür yandan olağan üstü para politikası uygulamasıyla yeni yeni bir toparlanmaya gidildiğini görüyoruz. Bu toparlanmanın istihdam boyutu önemli. İstihdamdaki kalite arzu edilen boyutta değil. Yönetim ve kongre arasındaki uyumsuzluk, borç tavanı ile ilgili tartışmalar ABD ekonomisi ile ilgili belirsizliği sürekli gündemde tutuyor."
ABD Merkez Bankası'nın gelecek dönemde izleyeceği politikanın henüz netleşmiş olmaması, gelişmelere göre sürekli açıklamaların yön değiştirmesi ve iletişim ile ilgili problemlerin küresel ekonomide ve piyasalarda dalgalanmalara sebep olduğunu anlatan Babacan, "Avrupa Birliği'ne döndüğümüzde son aylarda kısmi bir toparlanmayı görüyoruz. Bu toparlanmanın kalıcı olup olmadığıyla ilgili henüz elimizde somut bir veri yok ama 6 çeyreklik daralmadan sonra 2013'ün ilk çeyreğinde ilk defa Avro Bölgesi'nde 0,3'lük, Avrupa Birliği'nin tümünde ise 0,4'lük büyümeyi görebildik. Çevre ülkelerde de büyüme ile ilgili problemler var" diye konuştu.
- "Euro Bölgesi için en önemli risk rehavet"-
Babacan, Avrupa Merkez Bankası'nın son dönemde uyguladığı "gereken ne varsa yaparım, ve sınırsız bir şekilde müdahale ederim" taahhüdünden sonra pekçok ülkede faizlerin düştüğünü aktararak, "Düşük faiz ortamı bazı ülkelerde rehaveti beraberinde getirdi ve piyasa baskısı azaldı. Piyasa baskısının azaldığı dönemde hükümetlerin reform konusunda istekleri gevşeyebiliyor. Şu anda Euro Bölgesi için en önemli riski rehavet olarak tespit etmekte fayda var" dedi.
Japonya'ya bakıldığında yeni hükümetle beraber "abenomics" denilen bir politika setinin uygulanmaya başlandığını belirten Babacan, bu politikanın da enflasyon hedefinin yüzde 1'den yüzde 2'ye yükseltildiğini, Merkez Bankası bilançosunun iki katına çıkarılmasının politika aracı olarak görüldüğünü ve kamu borcunun ileriye doğru nereye gideceği ile ilgili de herhangi bir öngörülebilirliğin olmadığını kaydetti.
Babacan, Japon ekonomisinin büyümesiyle ilgili iyi sinyallerin olduğunu, ancak bu büyümenin hangi maliyetlerle gelebileceği konusunun gelecek dönemde görüleceğini ifade ederek, şunları söyledi:
"Özellikle 22 Mayıs'tan bu yana tüm gelişmekte olan ekonomileri etkileyen yeni bir döneme girmiş olduk. Gelişmekte olan ekonomilerin büyüme potansiyeline baktığımızda son 10 yılda görülen büyüme oranlarını gelecek 10 yılda pek göremeyeceğiz, ancak gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranları gelişmiş ülkelerin büyüme oranlarının üzerinde olacak. Hangi senaryoda olursa olsun gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisindeki payı artmaya devam edecek.
22 Mayıs'tan bugüne kadar gelişmekte olan ülkelerde sınırlı miktarda bir sermaye çıkışı var. Rakamlara bakıldığında gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere sermaye çıkışının hem milli gelire hem de toplam finansman stokuna oranla çok düşük olduğunu görüyoruz. Biz bu gelişmeyi varlıkların yeniden fiyatlanması olarak görüyoruz."
- "Dünya ekonomisi toparlanmaya başladı"-
Babacan, artık farklı bir faiz oranlarının olduğu bir döneme girildiğini ve eskisine göre daha yüksek faiz oranlarının uygulanacağını söyledi.
ABD'nin kendi hazinesinin borçlanma faizinin yüzde 1,8'den yüzde 3'e çıktığını belirten Babacan, buna bağlı olarak pekçok ülkenin borçlanma, kredi mevduat faizlerinin etkilendiğini, faizlerin daha yüksek olduğunu bir dönemde varlık fiyatlarının bir miktar aşağı çekilmesinin doğal bir sonuç olduğunu anlattı.
Babacan, bütün bu göstergelerin yeni şartlara göre yeni denge aradığına işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu tamamen beklenmeyen sürpriz bir gelişme değil. Bu olağanüstü uygulanan gevşek para politikalarının gün gelip de normale döneceği beklenmekteydi. Bu içine girdiğimiz dönem dünya ekonomisinin toparlanmaya başladığı ve bu toparlanma sonucunda merkez bankalarının politika değişikliğine gittiği bir dönemdir. Dünyada tekrar kötü bir gidişat başladı olarak düşünmemek lazım."
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, senaryo ne olursa olsun, gelişmekte olan ülkelerin dinamizminin, nüfus yapısının ve rakabet gücünün çok büyük üstünlük olduğuna işaret ederek, "Yeter ki gelişmekte olan ülkeler akılcı, makroekonomik politikalar uygulasınlar" dedi.
Babacan, Fed Başkanı Ben Bernanke'nin 22 Mayıs'ta Fed'in varlık alımlarını azaltacağını açıklamasından daha önce kendisinin 7 Mayıs'ta yaptığı açıklamayı hatırlatarak, şunları anlattı:
"Oradaki ifadelerimi size aynen okuyorum, demişim ki, 'Bugünün likidite bolluğuna asla aldanmayın. Gün gelip de bu likidite çekilmeye mecburen başlandığı zaman da gelişmekte olan ülkelerin çok dikkatli olması gerekiyor ve o güne de bugünden hazır olmak gerekiyor. Biz de Türkiye olarak kendi politikalarımızı uygularken bunlara çok dikkat etmek zorundayız.' Daha bu dalgalanma başlamadan, Fed Başkanı açıklama yapmadan önce biz bunu söylemişiz ve bugünlerin geleceğini, her kurumun, her gelişmekte olan ülkenin buna hazırlıklı olması gerektiğini kayda düşmüşüz."
Konuşmasında gelişmekte olan ülkelerdeki genel tablo hakkında bilgiler aktaran Ali Babacan, Çin'de ciddi bir reform ihtiyacı olduğunu en üst yönetimin de artık ortaya konulduğunu söyledi.
Çin'in yeni yönetiminin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşmeler yaptığını hatırlatan Babacan, Başbakan Li ile yaptıkları toplantıda Türk ve Çin ekonomilerine ilişkin değerlendirmede bulunduklarını, Çin'de özellikle finans sistemi, sosyal güvenlik sistemi ile alakalı reformların önemli olduğunu dile getirdi.
Babacan, cari açık ile bütçe açığının aynı anda oluşunun, gelişmekte olan ülkelerden biri olan Hindistan ekonomisini olumsuz etkilediğini belirterek, Brezilya ve Endonezya'nın da bundan önceki büyüme rakamlarına nazaran önümüzdeki dönemde daha düşük bir büyüme trendine gireceği görüşünü paylaştı.
Senaryo ne olursa olsun, gelişmekte olan ülkelerin dinamizminin, nüfus yapısının ve rakabet gücünün çok büyük üstünlük olduğuna işaret eden Babacan, "Yeter ki gelişmekte olan ülkeler akılcı, makroekonomik politikalar uygulasınlar, gerekli reformları zamanında gecikmeden yapabilsinler ve eğitim, yoksullukla mücadele, gelir dağılımı gibi sosyal politikalarında da dikkatli olsunlar" diye konuştu.
-"Büyümenin kalitesi önemli"-
Büyümenin kalitesinin de çok önemli olduğuna işaret eden Babacan, konuşmasına şöyle devam etti:
"Sadece nicelik olarak hangi ülkenin yüzde kaç büyüdüğü değil ama büyümenin niteliği de bundan sonraki dönemde herkesin dikkat etmesi gereken önemli bir unsur... Büyümenin kalitesi derken, büyümeye sadece ekonomik bir gösterge ve sadece rakamsal boyutuna baktığımızda o ekonominin yapısıyla ilgili fazla bilgi vermediğini kastediyorum. Bir ülke yüzde 3, bir ülke yüzde 7 büyümüşse yüzde 7 büyüyen ülke çok iyi iş çıkarmış diyebiliyor muyuz acaba?"
Babacan, büyümenin 3 önemli unsuru bulunduğuna vurgu yaparak, bunların finansal, sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik olduğunu, çoğu ülkede siyasetin kısa vadeye odaklanabildiğini dile getirdi.
Sürdürülebilirlik unsurlarının zaman zaman gözardı edilebildiğine işaret eden Babacan, finansal sürdürülebilirliği şu şekilde açıkladı:
"Büyümenin niteliğine baktığımızda, büyüme kamu sektöründen mi geliyor yoksa, özel sektörden mi geliyor? Büyüme tüketerek mi yoksa yatırım harcamalarıyla mı oluyor? Büyüme iç tasarrurlara dayanan bir büyüme mi yoksa dış kaynağa bağlı bir büyüme mi? Büyümenin sonucunda kamunun borç stoğu, şirketlerin borcu nereye gidiyor? Finans sisteminin kaldıracı bankaların bilanço büyüklükleriyle sermayesini mukayese ettiğimizde bilanço yapıları, hane halkının borçluluk oranı nereye gidiyor? Tüm bunları beraberce değerlendirilmesi önemli, bunlara dikkat edilmezse, büyümenin finansal sürdürülebilirliği ile ilgili riskler her an karşınıza çıkabilir."
Ali Babacan, finansal sürdürülebilirlikte Türkiye'nin tercih ettiği tabloyu ise şöyle özetledi:
"Mevcut tablodan değil, olması gereken tablodan bahsediyorum. Öncelikle tüketime değil, özel sektörün kamunun yatırımlarına bağlı bir büyüme... Kamunun değil, özel sektörün yatırımda, harcamada ağırlıklı olduğu bir büyüme yapısı...Tüm devlet gelirlerimizin milli gelire oranı yüzde 27, OECD ortalaması yüzde 34 ama OECD ülkeleri arasında yüzde 50'nin üzerinde olan ülkeler var. Biz bu yüzde 27'nin büyümemesini istiyoruz. Çünkü bizim petrol, doğalgaz gelirimiz yok, tek gelirimiz vergi... Daha çok vergi alıp daha çok harcama yapan bir devlet olmak istemiyoruz."
İç talebe değil, dış talebe, ihracata dayalı büyümenin de çok önemli bir unsur olduğunun altını çizen Babacan, "Türkiye ancak ürettikçe, yüksek katma değerli ürettikçe, ürünlerini, hizmetlerini dünya pazarına daha çok sattıkça gerçek anlamda sıhhatli büyümeye sahip olacak" dedi.
Babacan, büyümenin kamu bilançosu, bankaların bilançosu, reel sektör bilançosu, hane halkı bilançosu üzerindeki etkilerinin dikkate alınmasının gerekliliğini, kısa vadeli büyüme planının ileride riskler oluşturabileceğini belirterek, "Bir bakıma büyümenin faturasını gelecek nesillere borç stoKu olarak bırakmamalıyız" ifadelerini kullandı.
-"Büyümenin uzun vadede, doğal kaynaklar üzerindeki etkileri dikkate alınmalı"-
Büyümenin sosyal sürdürebilirliğini de "Büyümenin, toplumun tüm kesimlerine adil bir refah olarak yansıması" olarak açıklayan Babacan, şunları kaydetti:
"Bazı ülkelerde çok hızlı büyüme oluyor ama görüyoruz zengin daha zengin, fakir daha fakir olup gelir dağılımı açılıyor. İşte bu büyümenin sosyal sürdürülebilirliği üzerinde riskler oluşturuyor. Yine yoksullukla mücadele, her ekonomik programın çok önemli sosyal ayağı olmak zorunda. Eğitimde, sağlıkta ve adalet sistemlerinde mutlaka büyümeyle paralel olarak iyileştirmelerin topluma yansıması önemli... Sosyal güvenlik sistemlerinin, sosyal adalet ilkesine uygun şekilde reforme edilmesi ve çalışanların haklarının korunması... Bütün bunlar bir ülkedeki büyümenin sosyal yapıla beraber sürdürülebilir olmasının önemli koşulları."
Çevresel sürdürülebilirlik konusunda da katılımcıları bilgilendiren Babacan, bu üçüncü boyutun, kriz döneminde tamamen ihmal edildiği yorumunda bulundu.
Babacan, çevreyle ilgili yapılan pek çok toplantıdan artık fazla sonuç alınamadığını belirterek, "Ülkeler kendi uyguladıkları çizgiye kilitlenmiş durumda ve gelecekte kolektif olarak dünyanın daha riskli bir ortama girdiği gerçeği olduğu gibi ortada olmasına rağmen bu konuda küresel boyutta yeterince işbirliği göremiyoruz. Büyümenin uzun vadede, doğal kaynaklar üzerindeki etkilerinin mutlaka dikkate alınması gerekiyor, nesiller arasındaki adalet sağlanmalı" değerlendirmesinde bulundu.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, "Seçimler geldi, hükümet yine kesenin ağzını açacak" şeklinde yorumlar yapıldığını belirterek, "Bu bizim girdiğimiz ilk seçim değil. Mali disiplinden asla taviz vermedik. Önümüzdeki dönemde de aynı devam edecek. Bundan kimsenin şüphesi olmasın" dedi.
Bütçe disiplinin tavizsiz bir şekilde devam ettirdiklerini anlatan Babacan, bu sayede Türkiye'nin borcunun milli gelire oranının yüzde 46,1'den yüzde 36'ya düştüğünü söyledi.
Babacan, gelecek dönemde de bu bütçe disiplininin devam edeceğini vurgulayarak, şöyle konuştu:
"Bu aralar yorumlar yapılamaya başladı. 'Seçimler geldi. Hükümet yine kesenin ağzını açacak' deniyor. Bu bizim girdiğimiz ilk seçim değil. Türkiye 2007, 2011'de genel seçimlerden geçti. 2004 ve 2009'da yerel seçimlerden geçti. Çok sayıda referandum yaptık. Biz mali disiplinden asla taviz vermedik. Önümüzdeki dönemde de aynı devam edecek. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bir yandan cari açığınız bir yandan da yüksek bütçe açığınız varsa bu çifte açık ülke ekonomileri açısından en önemli tehlike. Bizim cari açığımız yüksek, buna bir de bütçe açığını eklersek, Türkiye'nin ekonomik ve finansal istikrarı zarar görebilir. "
-"Yeni Orta Vadeli Program Kurban Bayramı'ndan önce açıklanacak"-
Babacan, yeni Orta Vadeli Program üzerinde çalıştıklarını dile getirerek, "Kurban bayramından önce bu programı açıklayacağız. Böylece önümüzdeki döneme yönelik politikamız daha net bir şekilde ortaya konmuş olacak" dedi
Büyüme rakamlarına da değinen Babacan, "Sadece büyüme tablolarına baktığımız zaman tablo fena değil. Ama büyümenin kalitesiyle ilgili bazı endişelerimiz var. Kaliteli iyileştirme için daha fazla çaba harcamamız gerekecek. Türkiye olarak kazanıp sonra harcamamız gerekiyor. Sadece borçlanarak yaşanan bir refahın sürdürülebilir olmayacağını unutmamak lazım" diye konuştu.
Türkiye'nin büyümesinin bir diğer sonucunun istihdam olduğunu ifade eden Babacan, şunları kaydetti:
"2009' dan bu yana Türkiye'de oluşan istihdam 5 milyonu geçti. Bu sadece büyümenin bir sonucu değil, iyi hedeflenmiş istihdam politikalarının da bir sonucudur. Aynı zamanda gelir dağılımı düzeliyor ve yoksulluk göstergeleri daha iyiye gidiyor. Önümüzdeki dönemde de bağlı kalacağımız çok önemli temel ilkeler var. Bunlar, kurallı bir piyasa ekonomisi, özel sektörün öncülüğünde bir büyüme, fırsat eşitliği ile israf ekonomisinden verim ekonomisine geçmektir.
Cari açık dikkat etmemiz gereken bir alan olarak karşımızda. Bunun en önemli sebebi petrol ve doğal gazda dışarıya bağımlı olmamız. Ama suçu sadece petrol ve gaza atamayız. İran ile olan altın ticaretimiz hem dış ticaret istatistiklerinde hem de ödemeler dengesi ile ilgili verileri biraz farklılaştırıyor. Bu külçe altın ticaretini dışarı alıp, tabloya baktığımızda 2011'de cari açığın basamak basamak düştüğünü ve düşmeye devam ettiğini görüyoruz. "
- "Son dalgalanma bir çok ülkeyi olduğu gibi Türkiye'yi de etkiledi"-
Babacan, cari açıkla ilgili yapısal alanda önemli adımlar atılması gerektiğine dikkati çekerek, dışa bağımlılığı azaltmak için özellikle enerji alanında yerli kaynaklara yönelinmesi gerektiğini kaydetti.
Bakan Babacan, 22 Mayıs'tan itibaren başlayan dalgalanmanın bir çok ülkeyi olduğu gibi Türkiye'yi de etkilediğini ifade ederek, "Gelişmekte olan ülkelerde sermaye çıkışının sınırlı, varlıkların yeninden yapılandığı bir dönemdeyiz. Türkiye gibi cari açığı olan ülkelerin bu son dalgalanmadan daha çok etkilendiğini görüyoruz. Ancak, finans sistemimizle ilgili sağlam konumumuz ve kamu maliyemizle ilgili dikkatli tutumumuz ve Merkez Bankası'nın zamanında atmış olduğu adımlar ülkemizin bu olanlardan etkilenmesini sınırlı tutacaktır " diye konuştu.
Babacan, bir süre daha bu dalgalanmanın devam edeceğine vurgu yaparak, sözlerini sürdürdü:
"Şimdi herkes heyecanla yarın Amerikan Merkez Bankası'nın ne açıklayacağını merak ediyor. Aslında Amerikan Merkez Bankası'nın gelecek 2-3 yıllık sürede ne yapacağı az çok belli. Yapacağı hiçbir şey sürpriz değil ama ne zaman ve hangi dozajda bunların yapılacağı tartışılıyor. Bütün bunlar artık ekonomi toparlanıyor ve 'normale dönüyoruz' un bir sonucu. Yeniden bir kriz havası var diye düşünememek lazım. Sıradışı bir dönemden normal bir dönem giderken bunlar yeni yön ve denge arayışıdır. Bunu böyle değerlendirmekte fayda var."
- "Demokrasi ile ekonomi paralel yükselmek zorunda"-
Babacan, ekonominin gereği neyse gözlerini kırpmadan yaptıklarını dile getirerek, "Herkesi dinliyoruz, her görüşü alıyoruz ama karar verme noktasına geldiğimiz zaman Türkiye için doğrusu ne ise yapılıyor. Sadece bugün için en iyisi değil, Türkiye'nin orta ve uzun vadede sıhhatli bir ekonomiye sahip olması için ne gerekiyorsa bugünden yapılıyor. 'Geleceğe sonra bakalım' demedik. Bundan sonra da demeyeceğiz" diye konuştu.
Gelecek dönemde Türkiye'nin en önemli sorunun eğitim olduğunu anlatan Babacan, eğitimde çok köklü adımların atılması gerektiğini kaydetti.
Babacan, inovasyon, markalaşma konusunda da Türkiye'nin önemli adımlar atmasının büyük önem taşıdığını, rekabet gücünün artması için reformların devam etmesi gerektiğini belirterek, bir başka adım atılması gereken konun ise yargı olduğunu söyledi.
Demokrasi ile ekonominin paralel yükselmek zorunda olduğunu anlatan Babacan, birinden biri geri kaldığında diğerini aşağı doğru çektiğini dile getirdi.
Babacan, İstanbul'un uluslararası bir finans merkezine dönüşmesini amaçladıklarını vurgulayarak, bu konuda önemli adımların atıldığını, bankacılık sektörünün aktif büyüklüğünün milli geliri geçtiğini vurguladı.
Konuşmasının ardından Babacan, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İbrahim Turhan, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi, Şekerbank Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Basri Göktan, Aktif Bank Genel Müdürü Önder Halisdemir'e sponsorluklardan dolayı teşekkür plaketi verdi.
Daha sonra Babacan, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ve Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'nın da aralarında bulunduğu katılımcılar aile fotoğrafı çektirdi.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, "Bazen yerel, kişisel görüşler o gün manşet olabilmek için duyulabilir. Bunların hiçbir geçerliliği yoktur. Bizim Hükümetimiz ve otoritelerimiz ne uygulayacak sorusunun cevabı, yazılı dokümanlarımızdır" dedi.
İstanbul Finans Zirvesi'nin özel mülakatında konuşan Babacan, kamu bankalarının katılım bankası kurma süreciyle ilgili bir soru üzerine, devletin katılım bankacılığına girmesinin stratejik bir karar olduğunu söyledi.
Hükümet olarak bu kararı verdiklerini ve kamu bankalarını görevlendirdiklerini anlatan Babacan, "Şimdi her birisi, Ziraat Bankamız, Halk Bankamız ve Vakıf Bankımız birer tane kamu katılım bankası kurma çalışmalarına başladı. Burada strarejik seçenekler var. Bunların hepsi değerlendiriliyor ama 2014 içerisinde epey şekil alacağını düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde hukuki öngörülebilirliği artırmak için belki birkaç maddelik yasal düzenlemeler yapmamız gerekebilecek" açıklamasını yaptı.
Katılım bankacılığının önemsedikleri bir sektör olduğunu belirten Babacan, "Şu anda 4 tane özel sektör kuruluşumuz var ve çok başarılılar. Ama bir yandan kamuoyunun katılım bankacılığını daha iyi tanınması, bir yandan da dağıtım ağının toplumda ve ülkemizde yaygın bir nitelik kazanması için bunun faydalı olacağını düşünüyoruz" diye konuştu.
Babacan, şöyle devam etti:
"Gerçi biz prensip olarak kamunun sektörlerin içine fazla girmesini istemiyoruz. Bir yandan da dünyanın özelleştirmesini yapıyoruz. Pek çok sektörden çıkıyoruz. Ama bankacılık sektörü Türkiye'de kamunun 3'te 1 sahip olduğu bir sektör. Son krizde de özel bankaların bir kısmı tekrar devlete döndü. Dolayısıyla biz şimdiki bu 3'te 1 oranımızı bir müddet daha koruruz. Belki halka açılmayla devletin bankalarımızdaki sahiplik oranını düşürürüz. Ama kontrollü satacak, kontollü devredecek şekilde bir özelleştirme 2-3 yıl içerisinde gündemimizde yok. Ama 2-3 yıl sonrasıyla ilgili kesin bir şey söylemek zor. Biraz da dünyanın gidişine bakmamız gerekecek."
Babacan, kamu bankalarının katılım bankalarında ticari prensiplerle yönetilmesi, siyasi bir bakış açısının bu bankaların yönetimine yansımamasının kilit bir konumda bulunduğunu belirterek, "Nokta atış, firma ve kredi bazında şunu yap bunu yapma gibi bir müdahale asla bizim yönetimimizde sözkonusu olmadı 11 yıldır, bundan sonra da olmaz" dedi.
- "Çabamız yazılı dokümanlardır şahıslar değil"-
Babacan, "2008'in mayıs ayında IMF çapasının bittiği, sonra Babacan çapasının başladığı" yorumunu içeren bir soru üzerine, şu değerlendirmede bulundu:
"Bir ekonomi politikası sadece şahıslara bağlı yürüyorsa orada büyük bir soru işareti var demektir. Burada öncelikle Sayın Başbakanımızın liderliğinde, onun genel bakışı ve yönlendirmesiyle uyguladığımız bir ekonomi politikasından bahsediyoruz. Tabii ki AK Parti gibi çok büyük bir yapıda, tek parti Hükümeti içerisinde dönem dönem farklı görüşler, farklı yaklaşımlar dile getirilebiliyor. Biz bunların açıkça tartışılmasından yana olan bir partiyiz. Hatta bunu teşvik de ediyoruz, her şeyi tartışalım ki doğrusunu hep birlikte bulalım diye… Ama nihayetinde dönüp dolaşıp aslında bizim çapamız yazılı dokümanlarımızdır. Her şey konuşulur ama bizim uygulamamız yazılı olan ne ise odur."
Babacan, devamla şunları kaydetti:
"Bir de siyasette fırsatçılık var. Özellikle çok eskiler 'Siyaset yereldir ve kişiseldir' der. Ama biz AK Parti'de bunu böyle yapmamaya çalıştık. Kurumsal, sürekli ve ülkenin tümü için, hem bugünün hem de geleceğin Türkiye'si için de politikalar uygulama çabasında olduk. Bazen yerel, kişisel görüşler o gün manşet olabilmek için duyulabilir. Bunların hiçbir geçerliliği yoktur. Bizim Hükümetimiz ve otoritelerimiz ne uygulayacak sorusunun cevabı, yazılı dokümanlarımızdır.
Bundan sonraki ilk program da Orta Vadeli Program olacak. Orta Vadeli Program'da ne yazıyorsa uygulama odur. Orta Vadeli Program açıklansın 3 gün, bir hafta sonra bir arkadaşımızın çıkıp ona aykırı bir şey söyleyeceğini duyabilirsiniz. Bunların hepsi olabilir ama hiçbirinin önemi yok. Dolayısıyla buradaki çapa kişilerde değil yazılı dokümanlarda ve yazılı açıklanan politikalardadır. Zaten yazılının dışında bir uygulama varsa o zaman gelip de bize, Hükümetimize hesap sorulması lazım."
Türkiye'ye bakarken günlük açıklamalardan öte yazılı politika dokümanlarına bakmakta büyük fayda gördüğünü vurgulayan Babacan, "Bu bizim sadece Hükümet değil diğer düzenleyici ve denetleyici kurumlarımız için de geçerli. Bazen bir kurumumuzun başındaki arkadaşımız bir şey söyleyebilir. Ama kurumun yazılı açıklamaları daha bağlayıcıdır, daha önemlidir. Şahsi görüşlere dikkat edilmesi gerekir. Bu, nihayetinde kredibilite sorunları oluşturabilir. Ama yazılılara bakmakta ve yazılı kurumsal politikalara dikkat etmekte ben hep fayda görüyorum. Çapamız yazılı dokümanlardır, şahıslar değil" şeklinde konuştu.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Borsa İstanbul'un halka arzına ilişkin, "Borsa İstanbul için halka arz takvimimiz biraz zamana yaygın bir takvim. Yani ilk halka arz belki 2015 sonu gibi olabilir" dedi.
İstanbul'u uluslararası finans merkezi yapma fikrinin 2009'dan bu yana çeşitli kanallarla dünyaya duyrulduğunu belirteren Babacan, "Güven ve itibarınız olmalı bunu için. Onunla basamak basamak bunu inşa edeceksiniz. Bu da akşamdan sabaha hızlı oluşan bir şey değil. Ama şu son 4 yıllık dönemde hukuki altyapı açısından baktığımızda biz ev ödevimizin hemen hemen tamamını yapmış durumdayız" diye konuştu.
Altyapı ve hukuki dönüşümleri hazırlamak için sadece yasa çıkarmanın yeterli olmadığına işaret eden Babacan, "Hukuki altyapı sadece kanun yazmakla olmuyor. Bunun ikincil mevzuatı, bunun sahada uygulanması, yargıya gittiğinde yargının bu konuları ele alış tarzı da son derece önemli" ifadelerini kullandı.
Türk finans sektörünün son küresel krizde sergilediği başarılardan söz eden Babacan, "Türk finans sektörünün son kriz döneminde vermiş olduğu sınav dünyada dillere destan. Yani Avrupa'da, Amerika'da pek çok büyük banka ciddi zorluklar yaşarken, dışarıyla çok entegre ve dışa çok çok açık bir finans sektörümüzün sapasağlam ayakta duruşu, en ufak bir olumsuzluk yaşanmaması bizim çok iyi bir referans noktamızdır" şeklinde konuştu.
Babacan finansal okur yazarlığın Türkiye genelinde gelişmesinin önemine de değindi.
- "Finans sektöründeki vergi yükü Türkiye'de pek çok ülkeye göre daha düşük noktada"-
Faizsiz finansman yatırım araçlarında Türkiye'nin gelişmesini istediklerini kaydeden Babacan, "Kamu zaten bu işe başladı, özel sektör için kapılar açık. Ama takdir edersiniz ki son 3-4 aylık dalgalanma bu piyasanın biraz daha yavaş gelişmesine yol açacaktır" değerlendirmesini yaptı.
Aracılık işlemlerinin vergilendirilmesine ilişkin sorular üzerine Babacan, Avrupa'da finansal işlemlerle ilgili yeni bir aracılık vergisinin tartışılmakta olduğunu anımsatarak, "Biz Avrupa bazında uygulanacak bir finansal işlemler vergisinin gerçekçi olmadığını bütün uluslararası platformlarda söylüyoruz. Buna biz olumlu bakmıyoruz. Finans sektöründeki vergi yükü Türkiye'de pek çok ülkeye göre daha düşük noktada, onu da dikkate almak lazım" ifadelerini kullandı.
- "Borsa İstanbul'un halka arzı 2015 sonu gibi"-
Borsa İstanbul'un halka arz sürecine ilişkin bilgiler veren Babacan, "Borsa İstanbul için halka arz takvimimiz biraz zamana yaygın bir takvim. Yani ilk halka arz belki 2015 sonu gibi olabilir. Çünkü öncelikle bir kurgunun tamamlanması lazım, bir değer oluştuğunun herkes tarafından görülmesi lazım ki o noktada yerini bulunca halka arzı gerçekleştirelim" ifadelerini kullandı.
Borsa İstanbul ve Nasdaq OMX arasında imzalanan stratejik ortaklık anlaşmasna ilişkin değerlendirmeler de yapan Babacan, bu iş birliklerinin Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) onayına tabi olduğunu anımsatarak, şöyle konuştu:
"Borsamız bu konularda görüşmeler yapmaktadır. Tabii bu görüşmeler, nihai kararlar her iki adım da SPK'nın da onayına tabi. Kendi perspektifi açısından bunları değerlendiriyor. Biz mümkün olduğu kadar bu tür karrların siyasi karar olmaması, ticari karar olması ülkenin finansal geleceği için ne uygunsa onun yapılmasını uygun görüyoruz. Yaptığımız sadece arkadaşlarımızı dinlemek. Fazla müdahaleci bir anlayışımız yok, biz sonuca bakarız. Sonuçta, performansta sonuç varsa sorarız tabii ne olduğunu."
- "Kamu kendisine çeki düzen vermiş durumda"-
Cari açığın şimdiki durumunda, kamudan özele geçişlerin etkisinin olup olmadığına yönelik bir soruya Babacan şöyle yanıt verdi:
"Bizim şöyle bir bilançolara baktığımızda, artık kamunun bilançosu gerçekten çok sağlam bir yapıya sahip. Kamunun borçluluğu tüm uluslararası göstergelere göre çok çok düşmüş durumda. Şu anda kamunun net borcuna baktığımızda, net dış borçta sıfırladığımız gibi artıya geçtik. Bizim kamu sektörü olarak yaklaşık 40 milyar dolarlık bir artımız var. Dış borcumuzu ödemişiz, hatta artı varlığa geçmişiz kamu sektörü olarak. Hazine, belediyeler ve KİT'ler bunların tümünü toplam olarak düşündüğümüzde... Dolayısıyla kamu kendisine çeki düzen vermiş durumda. Artık kamu cari açığa da sebep olmuyor. Kamunun ilave dış borçlanma ihtiyacı da yok."
Babacan, kamu borcunun özel sektöre geçmesi gibi bir durumun olmadığını, burada bir göçten bahsedilemeyeceğine dikkati çekerek, özel sektörün çok aktif olduğunu, sektörün çok iş, yatırım ve ihracat yaptığını, büyüdüğünü ve büyürken de bunu finansmanla yaptığını dile getirdi.
- "Orta uzun vadede sonuç alacağımız yapısal reformlara hızla devam etmemiz gerekiyor"
Türkiye'de hızlı büyümenin özel sektörden geldiğini ve özel sektörün büyümesinin bir kısmını özkaynak, bir kısmını da borçlanarak yaptığını anlatan Babacan, "Bu borcun özel sektör ağırlıklı bir dış borç olduğunu da artık bundan sonraki dönem için görmemiz gerekiyor. Fakat yine sonuçlara baktığımızda, 2009'da test edildi, daha önce 2006'da test edildi. Yani özel sektörümüzün dış borcuyla alakalı da zorlu sınavlardan geçmiş olmamıza rağmen bir problem de yaşamadık" şeklinde konuştu.
Babacan, öte yandan özel sektörün dışa borçlu gibi göründüğünü kaydederek, konuşmasına şöyle devam etti:
"Patronun kendi birikimi yurt dışında, şirketine yurt dışından kredi alıyor. Öyle şirketlerimiz yurt dışından öyle krediler alıyorlar ki diyorsunuz bilançosu zaten borçlu bu şirketin bir de yurt dışından nasıl bu kadar kredi bulmuş. Kimse kimseye bu parayı kolay kolay vermez. Belli ki dışarıda sağlam bir teminat var o teminat karşısında yurt dışından bizim şirketlerimize kredi veriyor rakamların sadece boyutlarına baktığımızda.
Dolayısıyla Türkiye'nin bilançosunu sadece Türkiye sınırları içerisindeki rakamlarla değil ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yurt dışındaki varlıklarını da dikkate alarak değerlendirmemizde fayda var. Tabii bunları söylerken herşey güllük gülistanlık, mükemmeliz, hiçbir problemimiz yok anlamında söylemiyorum öyle bir yanlış algı da olmasın. Tabii ki dikkat ettiğimiz bir konu. Tabii ki yakından izlediğimiz göstergeler bunların hepsi ama buradaki problemi stok olarak değil akım olarak görmekte fayda var."
Türkiye açısından bakıldığında, özel sektörün borçlu ama cari açığın olması nedeniyle sürekli ilave dış finansman ihtiyacı olduğunu belirten Babacan, bu ilave dış finansman ihtiyacının daha aşağı seviyelere çekebilmek için de konjonktürel tedbirler gerektiğini, daha da önemlisi orta uzun vadede sonuç alınacak yapısal reformlara hızla devam edilmesi gerektiğini vurguladı.
Babacan, OECD'nin Türkiye'ye ilişkin gelecek on yıl için öngördüğü yüzde 5'in üzerindeki ortalama büyümeyi hatırlatarak, şunları kaydetti:
"Pek çok bağımsız değerlendirme yapanlar, böyle yüksek büyüme potansiyeli olan bir ülkenin de yılda yüzde 4-5 bir cari açık vermesi çok da büyük bir problem olmayabilir diyor. Yani yüzde 4-5'e kadar cari açığı Türkiye, genç nüfuslu büyüme ile çevirebilir ama onun üzerine yüzde 4-5'ün üzerine çıktığı zaman cari açık gerçekten dikkat edilmesi lazım ve tedbirlerin mutlaka alınması lazım.
Zaten son 3-4 ayda tekrar ispat etti ki bu tür durumlarda özellikle likiditenin azalabileceği durumlarda en çok etkilenen ülkeler cari açığı olan ülkeler oluyor. Türkiye gibi, Endonezya gibi, Hindistan gibi, Brezilya gibi, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi."
AA