Advertisement
GÜNCEL / SİYASET ABONE OL

TBMM (A.A) - 22.02.2011 - AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ortadoğu ve bölgedeki olayları değerlendirirken, ''Gelişmeleri 24 saat çok yakından ve tüm boyutlarıyla izliyoruz. gereken temasları sağlıyor, gereken adımları da atıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, böyle bir durumda yapılması gereken neyse hepsini değerlendirir, gereğini yapar ve yapmaktadır'' dedi.

Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin, bölgesinde çok önemli gelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçtiğine dikkati çekti.

Seçime 110 gün kala iç siyasetin hareket kazandığı bir döneme girildiğini belirten Erdoğan, ''Yakın çevremizde bir süredir yaşanan halk hareketlerinin dalga dalga yayıldığını, Tunus'ta başlayan olayların önce Mısır'a ardından da Yemen, Bahreyn, Libya, Fas ve Cezayir'e sıçradığını görüyoruz'' diye konuştu.

Tunus ve Mısır'daki olaylarla ilgili samimi tavsiyelerinin kimi siyasetçiler ve yazarlar tarafından farklı şekilde eleştirildiğini ifade eden Erdoğan, şöyle devam etti:

''Özellikle anamuhalefet partisinin genel başkanı, Mısır'ın eski devlet başkanına yaptığımız tavsiyeleri, 'erken' olarak nitelendirdi. Ancak Mısır'da ortaya çıkan sonuç karşısında bir kez daha mahkum oldu. Aynı genel başkan, bugün Libya ile ilgili acele açıklamalar yapmamızı bekleyerek, bir yandan kendisiyle çelişiyor bir yandan da dış politika alanında en küçük bir vizyona sahip olmadığın aleni olarak ortaya koyuyor. CHP Genel Başkanı, maalesef daha da ileriye giderek, kendisine sorulan çanak bir soru karşısında 'ödülün hakkını veriyor Sayın Başbakan' diyecek kadar sorumsuzca bir açıklama yapıyor. 'Son dönemde ismi geçen ülkelerin haritada yerini göster' deseniz inanın belki de yerini gösteremez. 'O ülkelerdeki toplumsal yapı nedir, Türkiye'nin bu ülkelerle ilişkileri hangi aşamadadır? Oralarda ne kadar Türk vatandaşı yaşıyor, Ne kadar Türk işadamı yatırım yapıyor?' diye sorsanız, bunların çoğunu da bilmez. Ne Türkiye'nin bu bölgedeki yatırımlarından, imkanlarından oradaki insanlarından veya hassasiyetlerinden haberi var ne de bu ülkelerin iç yapıları hakkında bir kanaate sahip ama sırf hükümeti, sırf AK Parti'yi eleştirmek uğruna kendi ülkesinin uluslararası vizyonunu gözardı ederek, Libya'da Türk vatandaşlarının güvenliğini çiğneyecek kadar ileri gidebiliyor.''



-''HARİÇTEN GAZEL OKUYARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ''-



Libya'da asgari 25 bin civarında Türk vatandaşı, 200'ü aşkın yatırımcı bulunduğunu anlatan Erdoğan, ''Muhalefet partileri, gazeteciler, köşe yazarları ve medya kuruluşları şu gerçeği artık görmek durumundadırlar; Türkiye hiç kimsenin keyfi için aceleyle, duygusallıkla özellikle de ısmarlama beyanat veren, dış politikasını gündelik gelişmelere göre belirleyen bir ülke değildir'' dedi.

Türkiye'nin, geçmişte olduğu gibi dış politikasında birilerinin peşine takılıp giden, gelişmeleri tribünlerden izleyen, akıntıya göre yol alan, en önemlisi gündemi belirlenen bir ülke de olmadığını vurgulayan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Biz ne zaman, nerede ve nasıl açıklama yapacağımızı gayet iyi biliriz. Bunu zamanlamasını kimseden alacağımız talimatla değil, kendi ilgili arkadaşlarımızla, ilgili birimlerimizle en geniş şekilde yapar, anı vakti geldiğinde bu açıklamaları yaparız. Bu açıklamalar yapılırken de boş duran bir Türkiye Cumhuriyeti yönetimi yok artık. Bu arada yapılan birçok şey, atılan birçok adım var. Bu konuda hiçbir bilgiye sahip olmadığı halde akıl verenlerin yönlendirmesine ihtiyacımız yok. Biz her konuda ilkesel duruşumuzu, samimi kanaatimizi ortaya koyar, tarihi mesuliyetimizin bilincinde olarak gereken mesajı tüm dünyaya veririz ama biz aynı zamanda Türkiye'nin ve Türk milletinin menfaatlerini de en üst düzeyde gözetir bunlara kesinlikle halel gelmemesi için gayret sarf ederiz. Eğer bugün batılı kimi ülkelerin ne söyleyeceği nasıl tavır alacağı değil de Türkiye'nin ne söyleyeceği, nasıl tavır takınacağı merak ediliyorsa, Türkiye'nin alacağı tavır olayların seyrini etkiliyorsa öncelikle bu durumu iyi anlamalı, bunun sorumluluğuyla hareket etmeliyiz. Bu konularda hariçten gazel okuyarak, desteksiz atarak, fantezi yaparak değerlendirilemez.''

Milletlerin kaderini, halkların geleceğini, insanları yaşamını ilgilendiren konularda büyük bir hassasiyet göstermek, meselenin her yönünü ele almak gerektiğini belirten Erdoğan, ''Büyük devletlere yakışan nasıl kenarda durup seyretmek değilse kenarda laf üretmek de değildir. Gelişmeleri, 24 saat çok yakından ve tüm boyutlarıyla izliyoruz. Gereken temasları sağlıyor, gereken adımları da atıyoruz'' dedi.

Diplomasinin sadece medya karşısına çıkıp konuşmakla, söylem üretmekle yapılamayacağını ifade eden Erdoğan, ''Türkiye Cumhuriyeti Devleti, böyle bir durumda yapılması gereken neyse hepsini değerlendirir, gereğini yapar ve yapmaktadır. Biz ne ilkesel duruşumuzdan taviz veririz ne kardeş halkların haykırışlarına kulak tıkarız ne de Türkiye'nin çıkarlarına zarar veririz. Böyle hassas ve önemli bir konunun iç politika polemiği haline dönüştürülmesi son derece yanlıştır, ülkemizin milli çıkarlara zarar verir'' diye konuştu.

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Libya'da durum bu kadar hassasken, buradan siyasi rant elde etme çabalarına girişmek, en hafif tabiriyle fırsatçılıktır, sorumsuzluktur, seviyesizliktir. Libya'da olaylar vuku bulur bulmaz, birilerinin işi gücü bırakıp ödül meselesine takılması bu kadar küçük hesapların içine girmesi dikkat çekicidir'' dedi.

Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Libya'daki olaylara değindi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, aldığı ödülle ilgili sözlerini hatırlatan Erdoğan, ''Libya'dan aldığımız ödül, Filistin halkı için çırpınışımız nedeniyle tevdi edilmiştir. Bu ödül, bir yönetimin değil, Orta Doğu halklarının Türkiye sevdasının tezahürüdür. Nitekim bugün Orta Doğu'nun neresine giderseniz gidin, kardeş halklar Türkiye'nin politikalarını gönülden desteklemekte, bağrına basmaktadır. Libya'da şahsımız nezdinde Türkiye'ye verilen ödül, Filistin davasına yaptığımız katkılar sebebiyle halkların sevgisinin bir sonucu olarak verilmiştir'' diye konuştu.

Kasım ayında Libya'da ödül alırken bir konuşma yaptığını ifade eden Erdoğan, ''Bu ödül alırken ne konuştum, ne dedim. Bunun değerlendirmesini yapmayıp, kalkıp da 'bu ödülü geri ver' diyenler, bununla hangi maksada hizmet ettiklerini acaba düşünüyorlar mı? Böyle bir dertleri yok'' dedi.

Libya'da ödül alırken yaptığı konuşmadan bir bölümü aktaran Erdoğan, ''Çatışmalar, afetler, zulümler gizli kalmadığı gibi, insan hakları, evrensel değerler, demokratik haklar da artık gizli kalmıyor, yerele sıkışmıyor. Bize düşen tarihimizden, medeniyetimizden, inançlarımızdan aldığımız ilhamla evrensel inan haklarını herkesten, her ülkeden önce bizim kendimizin hayata geçirmesidir. Bu noktada kendimizi özeleştiriye tabi tutmayı hayati derecede önemli görüyorum. İslam coğrafyasının yoksulluk, terör, ayrımcılık, insan hakları ihlalleriyle anılıyor olması, aynı şekilde inançlarımıza yönelik açık bir haksızlıktır. Bu sorunları gidermek hepimize düşün ahlaki ve siyasi bir görevdir. Bu gerçekleri görüp üzerine cesaretle ve kararlılıkla gitmek zorundayız. Yeryüzündeki her türlü haksızlığa, hukuksuzluğa karşı onurlu bir duruş sergilerken, gerektiğinde kendimizi ve çevremizi sorgulama olgunluğunu göstermek durumundayız'' dediğini ifade etti.

Bu söz ve düşüncelerini bulunduğu her platformda dile getirdiği gibi Libya'da ödül alırken de samimiyetle ifade ettiğini kaydeden Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Biz Libya'daki vatandaşlarımızın tahliyesi için gece gündüz uğraşırken, özelikle diplomatik kanallardan vatandaşlarımızı buraya getirmek için görüşmeler yaparken, vatandaşlarımızın oradaki güvenliğini en üst seviyede gözetirken, birilerinin çıkıp Hükümeti sıkıştırma gayretine girmesi, açıklama, ödül gibi küçük meselelere takılması; sorumsuzca olduğu kadar tehlikelidir. Libya'da durum bu kadar hassasken, buradan siyasi rant elde etme çabalarına girişmek, en hafif tabiriyle fırsatçılıktır, sorumsuzluktur, seviyesizliktir. Libya'da olaylar vuku bulur bulmaz, birilerinin işi gücü bırakıp ödül meselesine takılması bu kadar küçük hesapların içine girmesi dikkat çekicidir. Bu küçük hesapları da ben milletimin hakemliğine havale ediyorum.''

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Libya'daki olayları değerlendirirken, ''İnsanımızın güvenliğini ve kardeş halkların esenliğini ilgilendiren böyle hassas bir konuda ortak bir ulusal duruş ortaya koymalıyız. Ülkemizin, milletimizin menfaatlerini tek ses olarak savunmalıyız. Düşünün burada bile tek ses olamıyoruz'' dedi.

Partisinin TBMM Grup toplantısında konuşan Erdoğan, Libya'daki olaylarla ilgili olarak Türkiye ve bütün bölgeyi kaygılandıran haberler aldıklarını, Tunus ve Mısır'dakinin tersine bu ülkede göstericilere yönelik sert önlemlere başvurulduğu, ölü sayısının yüzlerce kişiye ulaştığı yönünde bilgiler geldiğini anlattı.

Libya'da 25 binin üzerinde Türk vatandaşı bulunduğuna işaret eden Erdoğan, şu ana kadar sürekli olarak uçaklarla oradaki vatandaşları Türkiye'ye geri getirmenin çabası içinde olduklarını bildirdi. Erdoğan, binden fazla Türk vatandaşının tahliye edildiğini, gerek tarifeli uçaklarla gerek tahliye uçaklarıyla, hatta bir Libya uçağıyla bu tahliyeyi gerçekleştirdiklerini kaydetti.

Bugün TSK'nın İskenderun gemisi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin İDO'dan 2 deniz otobüsünün de bölgeye öğleden sonra ulaşacağını, bunun yanında bütün tedbirleri aldıklarını, hücum botlar, fırkateynler ve bütün alternatifler düşünülerek adım atıldığını belirten Erdoğan, şöyle konuştu:

''Orada bizim bir vatandaşımızın burnunun kanaması ve Allah göstermesin beklenmeyen bir durumun olması, herhalde bu çığırtkanları çok daha farklı bir hale getirir. Biz bunları düşünerek bu adımı atıyoruz. Mısır'da da aynı hassasiyeti gösterdik. Fakat Mısır'daki sayı hem çok azdı hem onları süratle tahliye edebildik. Ama burada ilk andan itibaren, benim Kaddafi ile iki kez görüşmem oldu, oradaki vatandaşlarımızın tahliyesine yönelik... 'Uçakları gönderin' dediler. Biz uçakları gönderdik ama maalesef uçaklarımıza, kulede kimse olmadığı için inişe yönelik izin verilmedi. Hatta hatta yedek havaalanı olarak Tripoli'ye de iniş yapmak istedik, o da mümkün olamadı. Uçaklarımızı mecburen sabah 6'da geri çekmek durumunda kaldık ve uçaklarımız geri döndü.

Bu kadar hassasiyetle bunlar devam ettiriliyor. Aynı şekilde denizden de İskenderun ve iki deniz otobüsü de bugün orada olacaklar. Denizden çok daha büyük sayıda tahliyeyi yapalım istiyoruz. Gıda, su, ilaç noktasında ilişkilerimiz devam ediyor. Bazı şeyler çok farklı, bilinir, bilinmez konuşuluyor. Şu ana kadar sıkıntılar yok değil, var tabii... Nasıl bir tablo içinde olduğumuz belli, ama buna rağmen gıda noktasında 'aç, susuz' diye böyle bir şey de yok. Kendilerine normal şartlarda değil, ama anormal şartlarda ulaşması gereken gıda ulaşıyor. Ben bizzat Bingazi Havaalanı'nda olan vatandaşlarımızdan biriyle kendim görüştüm. Oradaki vatandaşların durumunu bizzat kendisinden öğrendim. Biz, şu anda oradaki yatırımcı firmalarımızın ilgilileriyle de bu süreci yakından takip ediyoruz.''

Erdoğan, ilgili tüm kuruluşların şu anda teyakkuz halinde olduğunu ve tahliye çalışmalarını yürüttüklerini belirterek, vatandaşların bulundukları ve toplandıkları yerleri tespit ettiklerini, ''Bugün şu anda yine uçaklarımız oraya hareket etmiş durumda ve her an yeni yeni bazı uçaklarımızı gerekirse oraya hareket edecek durumda bekletiyoruz'' dedi.

Libya ile gerekli diplomatik görüşmeleri sürdürdüklerini ifade eden Erdoğan, ''Bunlarla ilgili olarak, tabii işin içinde olmadan böyle tahrik mekanizmasını çalıştırmayı bizler çok çok sıkıntılı buluyoruz'' diye konuştu.

Bingazi'de 700 vatandaşı tahliye çalışmalarının sürdüğünü, İDO'ya ait bin 200 yolcu kapasiteyi iki feribotun dün saat 16.00'da hareket ettiğini, bugün aynı saatte varmak üzere olduğunu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığının fırkateynlerinin İskenderun gemisi ve gemilere refakat ettiğini, Dış Ticaretten sorumlu Devlet Bakanlığının işadamları, işçiler ve yakınları ile sürekli irtibat halinde olduğunu anlattı.

''Önceliğimiz Libya'daki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tahliyesidir'' diyen Erdoğan, vatandaşları sağlıklı şekilde tahliye etmenin kendileri için en önemli ve öncelikli görev olduğunu vurguladı. Erdoğan, ''Libya otoritelerine ve muhaliflere de ülkelerindeki yabancıların can güvenliğinin sağlanması konusunda azami ölçüde hassas olmaları gerektiğini hatırlatmak istiyoruz'' dedi.



-''ŞİDDET SARMALINI BÜYÜTÜR''-



Demokratik taleplerini dile getirenlere karşı insaf dışı müdahalelerin yapılmasının şiddet sarmalını büyüteceğini kaydeden Erdoğan, şiddetin daha büyük, gelişerek, artarak ülkenin geneline yayılması tehlikesinin endişeleri olduğunu ifade etti.

''Libya bizim için dost olmanın ötesinde kardeş bir ülkedir'' diyen Erdoğan, şöyle devam etti:

''Kardeş bir ülkede, halkların kendi içinde kardeşin kardeşi öldürmesi, kan dökmesi bizim en büyük ıstırabımızdır. Buna batılı farklı bakabilir ama biz çok daha farklı bakıyoruz. Onun için de halkların demokratik ve özgürlükler noktasındaki taleplerini gözardı etme yanlışına düşülmemesi gerekir. Libya yönetiminin böyle bir yanlışın içinde olmaması gerekir. Çünkü biz Libya'da akan kanı, kendi vücudumuzun bir parçasından akan kan olarak görürüz. İnsanların hayatını kaybetmesinden, yaralanmasından büyük üzüntü duyarız. Libya'da bulunan Türklerin hayatları ve hakları, kardeş Libya halkına emanettir. Yönetimin ve göstericilerin bu hassasiyetimizi çok iyi anlamalarını, azami özen göstermelerini bekliyoruz.''



-''HEPSİNDE FARKLI YAPI...''



Tunus ve Mısır'daki olaylar sırasında bir rol yapmak, şov yapmak, buradan rant elde etmek için değil, tamamen insani kaygılarla, ilkeleriyle hareket ettiklerine işaret eden Erdoğan, şunları kaydetti:

''Tunus'ta, Mısır'da bir yandan oradaki kardeşlerimizin güvenliği için kaygılanırken, o ülkelerin iç barışı, huzuru için kaygılanırken bir yandan da taleplere kulak verilmesini tavsiye ettik. Ne kimsenin içişlerine karıştık ne de bazı ülkelerin yaptığı gibi susmayı tepkisiz kalmayı, günü kurtaran açıklamalar yapmayı tercih ettik. Bugün Libya, Bahreyn, Yemen, Fas, Ürdün, Cezayir, İran, ırak için de aynı şeyi söylüyor, olaylara da aynı nazarla bakıyoruz. Bu ülkelerin hiçbirindeki olaylar diğerlerine benzemiyor. Bu ülke ve olayları tıpa tıp birbirinin aynı gibi görüp tamamen burada yanlış içinde dönerek, tahrik edici açıklamalar yapan ülkeler, bilesiniz ki önyargı ve önkabulleriyle buna yaklaşıyorlar. Biz ülkelerin iç hesaplarıyla, siyasi mücadeleleriyle, etnik veya mezhepsel çekişmeleriyle ilgili değiliz. Biz insanla ilgiliyiz, Canla, hayatla, haklarla ilgiliyiz. Zira bir ülkeye bakıyorsunuz, adeta kabile savaşlarından kaynaklanan bir yapı orada mevcut, bir diğerine bakıyorsunuz içerideki çıkar çatışmaları, bir diğerine bakıyorsunuz özgürlüklerle, bir diğerine bakıyorsunuz haklarla ilgili, bir diğerine bakıyorsunuz dünyadaki demokratik gelişmelerle ilgili...Böyle farklı farklı yapının olduğunu görüyoruz.''



-''DUYARLILIĞIMIZ İNSANİ HASSASİYETTENDİR''-



Dünyanın neresinde olursa olsun hayatların son bulmasına, hakların esirgenmesine, özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına karşı olduklarını belirten Erdoğan, ''Bizim duyarlılığımız tamamen insani hassasiyetlerdendir. Biz işte o nedenle, ilkeli bir duruş sergiliyor, ülkelere halklara ve halkların dinine mezhebine bakmadan evrensel değerleri savunuyoruz. Bütün bu coğrafyadaki halkları biz kendimize kardeş olarak görüyor, kardeşlik hukukunun gereğini yerine getiriyoruz. Bir tek kişinin dahi artık burnu kanamasın. Devletler milletlerine kendi halklarına düşman ve tehdit nazarıyla bakmasın. Ertelenemez değişim talepleri sağlıklı şekilde gerçekleşsin istiyoruz'' diye konuştu.

Halkının taleplerine arzularına kulak tıkayan, halkının inançlarına, beklentilerine duyarsız kalan, kendi halkını düşman ve tehdit gören hiçbir yönetimin uzun süreli ayakta kalmasının mümkün olmadığını dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Hele halkına bu noktada şiddet uygulayan, gayriinsani yöntemlerle talepleri bastırmak isteyen hiçbir yönetim istikametini koruyamaz, istikrarı sağlayamaz. Biz bölgede hem istikrar, barış, huzur, güvenlik istiyoruz hem de insani hakların, özgürlüklerin, demokratik taleplerin karşılanması gerektiğini savunuyoruz. Çünkü istikrar bastırmakla, susturmakla, sindirmekle değil, adaletle, hoşgörüyle, refahla sağlanabilir. Biz 8 yıldır bunu söylüyoruz. Bundan sonra da hakkı, hukuku, evrensel değerleri, demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz. Önceliğimiz vatandaşların, bu coğrafyadaki halkların güvenliğini bu şekilde anlaması ve bilmesidir. Bu güvenliği tesis etmek için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Bu olaylar üzerinden siyasi rant elde etme çabası, Hükümeti yıpratma çabası, vatandaşlarımızın güvenliğini tehlikeye atacağı kadar, bir fırsatçılık, bir yangından mal kaçırma gayretinin tezahürüdür. Ama biz yangından mal kaçırma gayreti içinde olmayacağız. Biz oradan can kaçırma gayreti içindeyiz.

İnsanımızın güvenliğini ve kardeş halkların esenliğini ilgilendiren böyle hassas bir konuda ortak bir ulusal duruş ortaya koymalıyız. Ülkemizin, milletimizin menfaatlerini tek ses olarak savunmalıyız. Düşünün burada bile tek ses olamıyoruz. Bu nasıl bir yaklaşım tarzı, nasıl bir anlayıştır? Hemen 'bunu bile acaba nasıl fırsata dönüştürebiliriz?' Bakıyorsunuz bütün muhalefetin mantığı bu. CHP'ye bakıyorsun bu, MHP'ye bakıyorsun bu, diğerlerine bakıyorsun bu. Muhalefeti böyle bir fikri yapı içindeyken, yandaş ve candaş medyasına bakıyorsun, o da aynı. Sorumlu davranmak diye bir şey söz konusu değil. Büyük bir ülkenin muhalefeti, büyük ülkenin medyası ve aydınları gibi kendilerini davranmaya davet ediyorum. ''

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, siyasetin içinde doğanların siyaseti bırakmayacağını ifade ederek, ''Biz bunun içinden geldik, bu tezgahın içinden geldik. Biz bunlar gibi gelmedik. Bunlar yukarıdan inme, paraşütle geldiler'' dedi.

Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, CHP'yi eleştirerek, şunları kaydetti:

''Tabii, CHP zihniyetinin değişmesi gerçekten kolay değil. İşte, bakınız, normal şartlarda çok çok ciddiyetsiz bazı cevapları zaman zaman anamuhalefetin lideri veriyor. Tabii, verdiği bu cevapları biz kaale almıyoruz. Çünkü biliyoruz ki siyasi acemiliği var ama bunları zaman içinde aşacak. Temenni ederiz ki İnşallah 12 Haziran'dan önce bunları aşar. Çünkü birçok şeyleri de kılavuzları kendisine yanlış veriyor.

Benim '2012'de siyaseti bırakacağımı' söylemişler kendisine. Halbuki, ben '2012'de siyaseti bırakacağımı' söylemedim. Siyasetin içinde doğanlar siyaseti bırakmazlar, siyasete devam ederler ama siyasette nerede olman önemli... İlla milletvekili olmak, illa bakan olmak; başbakan olmak, genel başkan olmak diye bir şey yok. Lokomotif olacağın gibi vagon da olursun. Bütün mesele orada... Gelirsin katkını ortaya koyarsın.

Ben şunu söyledim; 'Bizim tüzüğümüzün için, üç kez arka arkaya milletvekili olan dördüncü kez ara vermek durumumdadır. Onun için de 2011 benim milletvekilliği adaylığımda son adaylığımdır' dedim. Bugün de aynı şeyi söylüyorum. Son adaylığımdan sonra da ben aynı şekilde partimde hizmete, bana nerede ne görev vereceklerse aynı şekilde devam ederim. Çünkü önemli olan ülkeme hizmettir. Kalkıp, bana partimin içinde, 'şen şurada şu görevi yap' derler, orada da yaparım. 'Git Anadolu'da konferanslar ver derler' giderim, Anadolu'yu il il dolaşırım.

Biz bunun içinden geldik, bu tezgahın içinden geldik. Biz bunlar gibi gelmedik. Bunlar yukarıdan inme, paraşütle geldiler... İşte bir CD harekatıyla geldi, partiye genel başkan oldu. Olay bu... Ama bizim gelişimiz böyle değil, biz merdivenleri teker teker çıka çıka geldik. İşin farklı boyutu var. Bu inceliği o bakımdan anlamayabilirler. Aynı şekilde biz buna yine devam edeceğiz ama böyle devam edeceğiz. Onların anladığı gibi değil.''



-''OY VERECEĞİ SANDIĞI BULAMAYANLAR''-



''Bunlar on yıllar boyunca var olanı değil, görmek istediklerini gördüler'' diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Kahramanmaraş olaylarına baktılar, orada sadece sinema filmi gördüler. Bunlar Çorum olaylarına baktılar, orada sadece Sünnilik gördüler. Gazi Mahallesi olaylarına baktılar, orada sadece Alevilik gördüler. Taksim'deki kanlı 1 Mayıs olaylarına baktılar, orada sadece izdiham gördüler. Bunlar Abdi İpekçi cinayetine; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Muammer Aksoy suikastlarına baktılar orada sadece dış mihrak gördüler. Bunlar Danıştay saldırısına baktılar türban gördüler. Başörtüsüne baktılar, gerici gördüler. Milletin inançlarına baktılar irtica gördüler. Kürt meselesine baktılar silah gördüler. Doğu, Güneydoğu meselesine baktılar Et-Balık gördüler.

Bunlar faili meçhullere baktılar hiçbir şey göremediler. Bunlar halka baktıklarında bidon kafa gördüler, göbeğini kaşıyan adam gördüler; yüzde 60 aptal gördüler. İşte şimdi de Sivas'a baktılar, göre göre Devlet Bakanımız Hayati Yazıcı'yı gördüler.

Hata bizde ki ellerine adres tutuşturduk. Oy vereceği sandığı bulamayanlar bizim verdiğimiz adresleri, Taksim'i, Sivas'ı, Dersim'i nereden bulacaklar.

Zaten, on yıllardır, bunlar görmeleri gerekeni görselerdi Türkiye inanın bugün çok farklı yerlerde olurdu. O deliller karatılmasaydı; o suikastların, faili meçhullerin, provokasyonların üzerine cesaretle gidilseydi; millete farklı adresler, farklı odaklar, mihraklar gösterilmeseydi, Türkiye'nin yakın tarihinde böyle karanlık delikler, böyle kara lekeler olmazdı.

Ama bugün Türkiye bunları tartışıyor, Türkiye gerekeni yapıyor. Türkiye geçmişi aydınlatmak, gelecekte böyle kirli tahriklere mahal vermemek için cesaretle çetelerle mücadele ediyor. Bu ülkenin anamuhalefet partisi genel başkanı terör örgütüne üye olmak istediğini açık açık beyan etse de terör örgütleriyle, çetelerle, karanlık güç odaklarıyla mücadele etmeye devam edecek; geçmişteki o karanlık provokasyonlara cesaretle karşısına dikilecek ve onlarla yüzleşeceğiz.''

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2001'de Anayasa kitapçığının fırlatılması ile 675 bin lira olan dolar kurunun 1 milyon 470 bin liraya ulaştığını belirterek, ''Bunlardan kimlerin neler kazandığını benim halkım biliyor. İşte o kaymak tabaka, Anamuhalefetin şu anda paslaştığı tipler, onlar kazandı'' dedi.

Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, 10 yıl önce 21 Şubat 2001'de MGK toplantısı sonrasında ortaya çıkan ekonomik krizin Türkiye'nin yaşadığı en büyük ve derin kriz olarak tarih sayfalarında yerini aldığını söyledi. Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

''Cumhurbaşkanı, Anayasa kitabını, kitapçığını demiyorum, aldı o günün iktidarının suratına fırlattı. Başbakan demiyorum, 3'lü koalisyon hükümeti vardı. Şimdi MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli Mersin'de halka hitap ediyor. Şu ifadeleri kullanıyor: 'Alnımız açık, başarı da öpülmek için; ensemiz de açık, başarısızlığımızda tokat atılması için. Bir defa denenmek istiyoruz.' Mut İlçesinde, 2001 ekonomik krizinin 10. yıldönümünden bir gün önce de şunu söylüyor: 'Milletimizin bir özelliği var, o da şudur. Eğer birisi bir iş başarmışsa onu alnından öpelim, takdir edelim ama birisinin bir hatası olmuşsa onun da ensesine bir tokat atılır.' Sayın Bahçeli'yi, aziz milletimizin bu engin ferasetini, bu hakemliğini, bu olgunluğunu teslim ettikleri için tebrik ediyorum. Gerçekten de bu millet kendisine hizmet edeni alnından öpmüş, yüklediği emaneti de yere düşürenleri asla affetmemiş, seçim sandığında MHP liderinin deyimi ile ensesine tokadı vurmuştur. Ancak MHP Lideri 'bir defa denenmek istiyoruz' derken, 2001'de DSP ve ANAP'la iktidar ortağı iken, ülkeye ödettiği bedeli, ardından da 3 Kasım 2002 seçimlerinde ensesine yediği tokadı belli ki hatırlamıyor, hatırlamak istemiyor.

Aziz milletimizin şu hususu iyi hatırlamalarını, her an hatırlarında tutmalarını özellikle rica ediyorum: Türkiye'de demokrasiye ne zaman müdahale edilmişse, demokratik haklar ne zaman geriye gitmişse, sivil siyaset üzerinde ne zaman baskı kurulmuşsa, o zaman ekonomi çok ağır darbeler alır. Siyaset dışı kurumların, siyasete müdahalesi kadar, çetelerin, karanlık güç odaklarının, hukuk dışı örgütlenmelerin siyaseti dizayn çabaları da aynı şekilde ekonomiyi olumsuz etkilemiş, faturayı da en ağır şekilde millete, çalışana, esnafa, çiftçiye, yoksula, işçiye, işadamına, sanayiciye yüklemiştir. 1960 müdahalesi ve sonrası ekonomik duruma bakın. 1971'den sonra yaşananlara bakın, bu tabloyu görürsünüz. 1980 ve sonrası ekonomik duruma bakın, bu tabloyu görürsünüz. 1997'de sivil siyasete yönelik müdahale, tarihimizin en büyük ekonomik krizi olarak baş göstermiş, 21 Şubat 2001'de de adeta patlayarak arkasında çok büyük bir enkaz bırakmıştır. Bizim AK Parti olarak 8 yıl boyunca, altını kalın çizgilerle çizerek ifade ettiğimiz bir gerçek var. Biz, o bırakılan pisliği temizledik, temizliyoruz ama dönemin iktidar ortakları şimdi bundan rahatsız oluyor. Niye rahatsız oluyorsunuz? Siz bu ülkeye böyle bir pislik bıraktınız, bizi bozguna uğrattınız. Finans sektöründe bizi yıkımla karşı karşıya bıraktınız.''



-''O DÖNEMDE BİZE BUNU YAŞATTILAR''-



Başbakan Erdoğan, O dönemde 21 bankanın fona devredildiğini ve bunun bedelini halkın ödediğini belirterek, ''Ülkede, demokratikleşme, özgürlük adına hiçbir şey kalmadı. İstikrar, güven adına hiçbir şey kalmadı. Güven ve istikrar bu ülkeden gitti. Dış ve iç politikadaki anlayışını tamamıyla dışarıdan birileri şekillendiriyorsa, 'ben güçlü bir ülkeyim' diyemezsiniz. O dönemde bize bunu yaşattılar'' dedi.

1999-2001 yılları arasında bu durumun yaşandığını ifade eden Erdoğan, içeride istikrar, güven ortamı, kardeşlik ve dayanışma sağlanamadan kalkınılamayacağını, kendilerinin güveni, istikrarı sağladıklarını bildirdi. Erdoğan, ''Türkiye'nin demokrasisi ile aktif dış politikası ile büyüyeceğine ve bunu at başı götüreceğimize karar verdik'' dedi.

Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

''8 yıl boyunca Türkiye'nin ekonomide elde ettiği başarıları tesadüf olarak görenler, bunu iddia edenler çıktı. 'Bu bir tesadüf', 'bu tutmaz' dediler. Ardı ardına bunlar gelmeye başlayınca, 'Başbakan haklıymış' demeye başladılar. 8 yıl boyunca ekonomideki iyileşmeyi geçici görenler, her an kriz çıkacağını iddia edenler, hatta kriz için tarih verecek kadar ileri gidenler çıktı. 8 yıl boyunca ekonomide rekor seviyedeki başarıları uluslararası konjonktüre bağlayanlar oldu. Bunların tamamının yanlış olduğunu, olacağını, teğet geçeceğini söylediğimizde de dalga geçenler oldu. Sonunda ne oldu? Sonunda dünya, bütün kredi kuruluşları Türkiye'nin başarısını konuşmaya başladı. 8 yıl boyunca Türkiye ekonomide elde ettiği istikrarlı büyüme ve ilerleme ile küresel finans krizi karşısındaki sapasağlam duruşu ile tüm bu iddiaları boşa çıkarmış, demokrasi ile büyüdüğünü, aktif dış politikayla istikrar ve güvenle kalkındığını hem kendi milletine hem de dünyaya ispat etmiştir.''



-ANAYASA KİTAPÇIĞININ FIRLATILMASI-



Başbakan Erdoğan, Anayasa kitapçığının fırlatılması ile 675 bin lira olan dolar kurunun, bir kaç gün içinde 1 milyon 470 bin liraya ulaştığını söyledi. 2001 krizi öncesinde yüzde 39 seviyesinde olan enflasyonun kriz sonrasında yüzde 69,5'a yükseldiğini ifade eden Erdoğan, devlet iç borçlanma senedinin faiz oranının yüzde 36,2'den yüzde 100'e çıktığını, gecelik faiz oranlarının yüzde 7 bin 500'e kadar fırladığını bildirdi.

''Bunlardan kimlerin neler kazandığını benim halkım biliyor. İşte o kaymak tabaka, anamuhalefetin şu anda paslaştığı tipler, onlar kazandı'' diyen Erdoğan, Merkez Bankasının Döviz rezervinin 26 milyar dolardan 16 milyar dolara düştüğünü kaydetti. Başbakan Erdoğan, devalüasyondan hemen önce Merkez Bankasından 5,4 milyar dolar düşük kurdan çekim yapıldığını dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Ülkenin milli bankası, milletin hazinesi adeta birilerine, işte o malum çevrelere peşkeş çekildi. Yıllardır iktidarda... AK Parti o zaman yoktu bile. Kim vardı? MHP, DSP, ANAP vardı, bu millet bunlara tokat atmayacak da kimlere tokat atacak? Milletim gereğini yaptı. Fona devredilen bankaların millete maliyeti 46 milyardı. Ziraat Bankası, Halk Bankası, Emlak Bankası, TMSF ve Merkez Bankasının zararlarını karşılamak amacıyla yüksek faizlerle senet ihracı yaptılar. Bu ihraçlardan kaynaklanan ana para ve faizleri kim ödedi? Biz ödedik biz. Ey Sayın Bahçeli, sen yaptın biz ödedik. En son ödemeyi ne zaman yaptık? 2010'da yaptık. Bunları nasıl görmezsin. Ondan sonra sıkılmadan çıkıyorsunuz, 'burunlarından lime lime getireceğiz.' Sizin burnunuzdan kim lime lime getirecek diye merak ediyordum, Allah'tan millet getirdi. Çünkü enseye tokattan öte, demokratik tokadı, demokrasi terbiyesi almış olanlar çok daha önemserler. Bunlar hala akıllanmadılar. Bazen bakıyorsunuz, külhanbeyi edebiyatı ile konuşuyorlar ama biz o edebiyatı kullanmayız. O edebiyatın içinde büyüdük aslında ama bizim aldığımız terbiye buna müsaade etmez.

Sadece bu senetlerin ihracının Türkiye'ye maliyeti ne biliyor musunuz? 382 milyar lira. şimdi onlar olmamış olsaydı, Türkiye'nin ekonomi noktasında bu durumda olduğunu tasavvur edin.''