Advertisement

Avrupa ve Amerika'da ilginç bir tartışma yaşanıyor. Tartışmanın ortasında merkez bankalarının para basıp basmaması var. Avrupa'daki borç sorununun ve Amerikan ekonomisinin büyümekte zorlanmasının arkasında genelde genişletici ekonomik politikaların uygulanmaması, özelde de merkez bankalarının yeteri kadar para basmamaları gösteriliyor.
Baştan başlarsak, ilk olarak bu yöndeki görüşün sahipleri bir borç krizi yaşanmakta olduğunu inkâr ediyor. İngiltere ve Amerika'da, kamu borçluluğunun çok daha yüksek olduğu halde, faizlerin İtalya ve İspanya gibi ülkelerden çok daha düşük olduğundan hareketle, bu durum merkez bankalarının konumuna bağlanıyor. İngiltere ve Amerika'da merkez bankalarının basıp parayı kamunun borçlarını ödeyebileceği, ama İtalya ve İspanya gibi ülkelerin böyle bir lüksünün olmadığı söyleniyor. Yani bu ülkelerin de kendi merkez bankaları olsaydı, Euro'da olmasalardı, borç sorunu da olmazdı deniyor.
Avrupa Merkez Bankası'nın da benzer bir izlenim vermesi açısından İtalya ve İspanya'nın bonolarını bolca alması gerektiği iddia ediliyor. Aksi takdirde, piyasaların merkez bankalarının oynayabileceği role bakarak çok farklı faizler talep edebileceği savı ortaya sürülüyor. Sorunun çözümü merkez bankalarının "son borç veren" (lender of last resort) rolünü oynamalarına bağlanıyor. "Son borç veren" terimi kamuya borç vermek mi yoksa bankacılık kesimine likidite vermek midir? Kavramlar galiba karıştırılıyor.

MERKEZ BANKALARI ZAMAN KAZANDIRIR
Sorunun bir "borç sorunu" olmadığından yola çıkarak genişletici maliye politikaları yoluyla ekonomileri canlandırmaya yönelik olarak kamu borçlarının kısa dönemde daha da artmasının bir sakıncası olmadığı iddia ediliyor. Önemli olanın orta dönemde sürdürülebilir bir borç dinamiğine ulaşılmasıdır deniyor. Dolayısıyla, bugün "borç sorunu" varmış gibi izlenim veren ülkelerde kemer sıkma politikalarının yanlış olduğu savı ortaya sürülüyor. Kısacası, para ve maliye politikalarının olabildiğince gevşetilmesi öneriliyor.
Yaşanan sorunun bir borç sorunu olup olmadığını tartışmak çok anlamlı değil. Sorunun ne olduğu bu aşamada çözüme de fazla katkı yapmıyor. Çıplak gözlemlerden hareket edersek, iki önemli olgu yaşanıyor: birincisi ve en önemlisi Avrupa ve Amerika'da politika yapıcılarına güven yok denecek kadar az; ikinci önemli olgu giderek daralan finansal piyasalara göre birçok ülkenin kamu borçluluğu çok büyük. Bir başka ifadeyle, finansal piyasalar hızla büyürken kolaylıkla finanse edilebilen yüksek düzeydeki kamu borçları artık aynı kolaylıkla finanse edilemiyor.
Yaşanan bu olgulardan yola çıkarsak, çözümün kısa dönemde kamu borçluluğunu azaltarak politika yapıcılarının güven kazanması olduğu daha iyi anlaşılır. Kamu kesimi borçluluğu daralan finansal piyasalarla uyumlu hale gelmek zorunda. Daralan finansal piyasaların yarattığı boşluğu merkez bankaları dolduramaz. Merkez bankaları politika yapıcılarına (siyasetçilere) ancak zaman kazandırır.

AMA MALİYE POLİTİKALARININ PEŞİNDEN KOŞAMAZ
Kemer sıkma politikalarının ekonomik büyümeyi daha da sınırladığı söyleniyor. Doğru. Bu yargının doğru olmasının nedeni kemer sıkma politikalarının genel ekonomi politikalarına güveni artırmayarak özel kesim talebini ateşlemediğinden kaynaklanıyor. Yani, kemer sıkma politikalarının itibarı yok. Özel kesim güvenmiyor. Ekonomik birimler kısa dönemde kamu borçluluğunun azalacağına inanmıyorsa, orta dönemde azalacağına inanabilirler mi?
Böyle bir ortamda genişletici maliye politikaları ile birleşen genişleyici para politikası ancak enflasyon yaratıp ekonomik büyümeyi çok daha fazla sınırlandırır. Zaten, tüm dünyada tüm enflasyon dönemleri, itibarı olmayan maliye politikalarının arkasına para politikasının takılmasıyla yaşanmıştır.