Bugün para politikasını zorlayan en önemli unsurlardan biri Türkiye'de yerleşiklerin parasal varlıklarının önemli bölümünü döviz cinsinden tutmalarıdır. Geçmişte yaşanan çok yüksek enflasyon ortamında parasal varlıkların reel değerinin korunabilmesi için dövize dönen yatırımcılar bu alışkanlıklarını bırakamadılar. Son sekiz yıldır ortalama yıllık enflasyon tek hanelerde olduğu halde, şirketler ve hane halkı parasal varlıklarının yaklaşık üçte birini döviz cinsinden tutuyorlar.
Ekonomik birimlerin ülkenin kendi parası yanında başka ülkelerin paralarına da yatırım yapmasına "para ikamesi" deniyor. Para ikamesi olgusu aslında finansal istikrarsızlığın en önemli nedenlerinden biri durumunda. Dikkat edilirse, Türkiye ekonomisinin istikrarsız olarak nitelenen dönemlerinin hepsinde, döviz kurları fırlamıştır. Para ikamesi olgusu artmıştır. Merkez Bankası'nın döviz rezervleri azalmıştır. Hatta, bankalardan mevduat çekilmeleri dahi yaşanmıştır.
DOĞRU-YANLIŞ
Para ikamesi aynı zamanda döviz kurlarındaki hareketlerin mal ve hizmet fiyatlarına yansımasını tetikleyen önemli etkenlerden bir durumunda. Para ikamesinin göreli derecesi ile kurlardan enflasyona geçiş arasında küçümsenmeyecek bir ilişki var. Bu ilişki simetrik de değil. Kurların fırlaması durumunda enflasyonun artması hızlı ve yüksek oranda olabiliyor. Buna karşılık, kurların düşmesi enflasyona aynı hız ve boyutta olumlu etki yapmıyor.
1986 yılında bankalardaki döviz mevduatları üzerinden Merkez Bankası zorunlu karşılık almaya başladı. Amaç, bankaların döviz üzerinden yaptığı işleri düzenlemekten çok, Merkez Bankası'na döviz kazandırmaktı. O dönemden sonra bankacılık sisteminin Merkez Bankası'ndan olan döviz alacakları düzenli olarak büyüdü. Bu karar döviz rezervlerini şişirmek açısından doğruydu. Ama, para politikasının idaresi açısından yanlıştı.
Son dönemde bankaların TL yükümlülükleri üzerinden Merkez Bankası'nda tutmaları gereken TL zorunlu karşılıkların bir bölümünün de döviz/altın üzerinden tutulabileceği uygulaması başlatıldı. Bu uygulama da döviz rezervlerinin şişirilmesi açısından olumlu, ama para politikasının idaresi açısından yanlış oldu. Para ikamesi olgusu teşvik edildi. Merkez bankaları para ikamesi yoluyla değil, kendi paralarını basarak döviz rezervlerini artırırlar. Aksi takdirde, para politikasını ipotek altına sokarlar.
Son aylarda döviz rezervlerindeki artışın önemli bir bölümü bankaların TL yükümlülükleri için Merkez Bankası'na yaptığı döviz mevduatlarındaki artıştan kaynaklanıyor. Bankalar göreli olarak pahalı elde ettikleri TL kaynakları kendilerinde tutup göreli olarak daha ucuza mal ettikleri döviz kaynaklarını kullanıp Merkez Bankası'na yönelik yükümlülüklerini yerine getiriyorlar. Bu yolla, nereden baktığınıza göre, munzam karşılık yükümlülüklerini sağlarken, bankacılık sistemi kârlarını artırıyorlar ya da zararlarını asgaride tutmaya çalışıyorlar.
DALGALI KUR SİSTEMİ
2001 yılı öncesi bankacılık kesimi döviz borçlanıp borçlandıkları dövizi TL'ye geçerek kredi verirlerdi ya da Hazine bonosu alırlardı. Döviz yükümlülükleri döviz varlıklarından daha büyük olurdu. Bu olguya "açık pozisyon" deniyor. Şimdi, bankacılık kesimi açık pozisyon yapmadan, ama sanki açık pozisyon yapmış gibi, döviz varlıkları yoluyla TL yaratabilme olanağına kavuştular. Bankalar döviz yükümlülüğü yaratabildiği sürece Merkez Bankası'nın bilançosu döviz kurlarına daha hassas hale geliyor.
Para politikasının bağımsızca yürütülebilmesi açısından Merkez Bankası'nın içinde bulunduğu konum çok sevimli değil. Dalgalı döviz kuru sistemi bu şartlarda ne denli geçerli çok açık değil. Bu bilanço yapısıyla Merkez Bankası döviz kurlarındaki gelişmelere karşı "dalgalı döviz kuru sisteminde döviz kurlarının düzeyine yönelik bir görüşümüz olamaz" diyebilme lüksüne sahip değil. Yalnız bu gerçek dahi yeni uygulamayla finansal istikrarsızlığın tohumlarının atıldığı anlamına geliyor.