Advertisement

Türkiye ekonomisini yönlendirmek de zor, çeşitli makro ekonomik hedefler arasında öncelikli bir hedef saptamak da zor. İlk bakışta ekonomik büyüme en öncelikli hedefmiş gibi görünüyor. Kime sorsanız, "Türkiye reel olarak yılda en az yüzde 6-7 büyümek zorunda" der. Bu arzu kendi içinde doğru olabilir, ama uygulamak o denli kolay değil.
Türkiye ekonomisi yılda ortalama yüzde 67 büyüdüğünde, göreli olarak giderek artan cari işlemler açığıyla yüzleşmek durumunda kalıyor. Artan dış borçlanma ihtiyacı bir noktada dış finans çevrelerini rahatsız ediyor ve bir noktada yurtdışı piyasalar Türkiye ekonomisine yönelik olarak yüzde 6-7 büyüme döneminde oldukları kadar bonkör olmaktan vazgeçiyorlar. Büyüme yavaşlıyor, hatta ekonomi küçülme sürecine giriyor.
Dikkat edilirse, Türkiye ekonomisinin büyümesindeki yavaşlama ya da küçülme hep yurtdışı piyasalardan kaynaklanmıştır. 2012 yılı hariç, tüm yüksek büyüme dönemleri Türkiye'nin yurtdışından borçlanabilme olanaklarının kısılmasıyla son bulmuştur.

ÖNCELİK HANGİSİ?
Cumhuriyet tarihinin kesintisiz en uzun süren yüksek büyüme dönemi 2001-2007 yılları arasındadır. Bu dönemde Türkiye ekonomisi yıllık ortalama yüzde 6.8 büyüdü. Yani, herkesin kafasındaki büyüme hedefi civarında bir performans gerçekleşti. Ama aynı dönemde toplam cari işlemler açığı, toplam 115 milyar doları geçti. Ortalama olarak yılda 19 milyar dolar cari işlemler açığı verdik. Bu hiçbir şey değil. Küresel kriz bu büyüme dönemini sonlandırdı.
Bundan sonra da ortalama cari işlemler açığı yıllık 19 milyar dolar olsa, değil yüzde 7, yüzde 10-15 bile büyüme olanağı olur. Sorun, büyüme döneminin sonunda giderek artan cari işlemler açığının göreli büyüklüğünün sürdürülemeyecek noktaya gelmesi. 2009-2011 büyüme döneminin (yıllık ortalama yüzde 8.8 büyüme) sonunda cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 10'u aşmıştı.
Öncelik, cari işlemler açığını sürdürülebilir bir düzeyde tutup ekonomik büyümeyi sağlamaksa, yıllık ortalama yüzde 6-7 büyüme hedefi gerçekçi görünmüyor. Daha aşağılarda, hem de oldukça aşağılarda bir büyüme hedefi saptamak zorundayız. Son dönemlerde telaffuz edilen yıllık yüzde 4-5 büyüme hedefi de aslında sürdürülebilir cari işlemler açığıyla çok tutarlı görünmüyor.
Büyümede 1988 yılındaki yavaşlamadan sonra ikinci kez, 2012 yılında, politika yapıcılarından kaynaklanan kaygılarla ekonomik büyümenin yavaşlaması arzulandı. 2011 yılında yüzde 8.7 büyüyen ekonomi 2012 yılında büyük bir olasılıkla yüzde 2 civarında büyüdü. Cari işlemler açığı milli gelirin yüzde 6.5'ine geldi. Yüzde 6.5 bile bazı şartlarda sürdürülemeyebilecek bir büyüklük. Önümüzdeki dönemde ekonomi yüzde 4-5 büyürse, bu oran yeniden çıkışa geçecektir.

DAYANABİLECEK MİYİZ?
Bu tablo politika yapıcılarının işini, en çok da siyasetçilerin işini zorlaştırıyor. Siyasetin önceliği doğal olarak azami büyümenin (yılda ortalama yüzde 6-7) sağlanması. Ekonomik gerçekler böyle bir büyüme performansının sürdürülebilir olmadığını söylüyor.
O halde, istesek de istemesek de, daha düşük bir büyüme oranına en azından belli sürelerde razı olmak durumundayız. Arzularımızla gerçekler arasında gidip gelirken, önceliklerin değişmesiyle ekonomide oynaklıkları artırıyoruz. Oynaklıklar, doğal değil, politika yapması oluyor. Doğal olarak oynaklıklara "business cycle" denir. Bizimkisi büyümeyi mümkün olduğu kadar azamiye çıkarmaktan kaynaklanıyor.
Bakalım politika yapıcılarının arzusuyla yavaşlatılan ekonomiye daha ne kadar dayanacağız?