Advertisement

Türkiye ekonomisinin makro ekonomik düzeyde iki önemli riski söz konusu: Ekonomik büyümenin dış kaynak girişine bağımlılığı ve göreli olarak yüksek enflasyon. Büyümenin dışa bağımlılığı kısa dönemde çözülecek bir sorun değil. Bir anlamda, kısa dönemde, yabancı yatırımcıların risk tercihlerinin esiriyiz. Enflasyonun göreli olarak yüksek olmasının yarattığı riski azaltmamız mümkün: Enflasyonu yıllık yüzde 2 düzeyine çekebilmeliyiz.
Çok yüksek enflasyon düzeylerinden bugünlere geldiğimiz için haklı olarak enflasyonun tek haneli rakamlarda dolaşmasını marifet gibi görüyoruz. Artık bu düzeyler marifet olmaktan çıktı. Dünyanın her yerinde enflasyon düştü. Biz yıllık yüzde 7-8 düzeylerinde bir enflasyonla göreli olarak yine yüksek kaldık. Bu anlamda, enflasyondan doğan riskleri azaltabilmiş değiliz.

EN YÜKSEK FAİZ BİZDE
Uluslararası karşılaştırmalar yapılırken 10 yıl vadeli devlet borçlanmasının faizine bakmak moda oldu. Borç krizi içinde yaşayan Avrupa'da bir ara Yunanistan'ın 1 0 yıllık faizi yüzde 30'u aşmıştı. Portekiz ve İrlanda'nın 10 yıllık borçlanma faizi yüzde 10 un üzerinde seyrediyordu. "Bu düzeyler sürdürülemez" dendi. Hem ülkelerin kendileri hem de Avrupa Merkez Bankası alışılmışın dışında önlemler aldılar. Şu sıralarda, Portekiz'in faizi yüzde 6.0, Yunanistan'ın faizi yüzde 7.7, İrlanda'nın faizi de yüzde 6'nın altında. Bu ülkeler için hâlâ sürdürülemez bir dengenin söz konusu olduğu söyleniyor. Faizleri hâlâ çok yüksek.
Türkiye'nin 10 yıllık faizi yüzde 8.8 civarında. Türkiye'de Euro Bölgesi'nin en kötü ülkesinden daha yüksek 10 yıl vadeli devlet borçlanmasının faizi söz konusu. Ama, Türkiye ekonomisi için "hasta adam" demek zor. Bizim faizlerimizi sürdürülebilir yapan enflasyonun da göreli olarak yüksek olması. Göreli olarak yüksek enflasyon göreli olarak nominal faizlerin de yüksek kalmasına neden oluyor. Devletin nominal gelirlerini enflasyon kadar dahi artıramadığı bir dönemde yüksek nominal faizler kamu finansmanını bozabilecek bir risk olarak karşımıza çıkıyor.
Nominal faizlerin yüksekliği doğal olarak şikâyet konusu. Girişimci faizlerin yüksekliğinden şikâyetçi. Siyasetçiler de aynı olgudan şikâyet ediyor. Çözüm, nominal faizlerin düşürülmesi yönünde idari önlemlere başvurmak değil, enflasyonu düşürmek.

YATIRIMCIYI ÜRKÜTÜYORUZ
Enflasyon yüzde 2'lere inmeden riskimiz azalmaz.
Orta dönemde enflasyonun yüksekliği aynı zamanda Türk Lirası'nın da nominal olarak yüksek oranda değer kaybetmesine yol açıyor. Dolar olarak sermaye getiren bir yabancı doğrudan yatırımcı, TL'nin değer kaybına paralel, dolar olarak sermayesinin eridiğini görüyor. Parasının değer kaybı yüksek olabilecek ülkelere yabancı doğrudan yatırımcı ilgisi göreli olarak düşük kalıyor. Türkiye yıllarca bu olgunun sıkıntısını yaşadı. Daha az oranda olmakla beraber aynı sıkıntı hâlâ geçerli.
OECD verilerine göre, 2009-2012 yılları arasındaki dört yılda dünyada doğrudan yabancı sermaye yatırımları yılda ortalama 1.4 trilyon dolar oldu. Bu dönemde Türkiye yılda ortalama 11 milyar dolar yabancı doğrudan sermaye yatırımı çekebildi. Dünya toplamının yüzde 0.78 i. Halbuki, Türkiye nin milli geliri dünyanın yüzde 1.3 ü kadar. Endonezya, Şili ve Brezilya gibi ülkeler bizden çok daha fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımları çekebiliyorlar.
Yıllık yüzde 5 enflasyon hedefiyle dünyada arzuladığımız yerlere gelemeyiz. Enflasyonu yüzde 2 düzeyine indirebilmeliyiz. Bugün açıklanacak ekim ayı enflasyonu ile yıllık enflasyon geçici olarak yüzde 6'lara indi diye sevineceğiz. Halbuki, bu performansın sevinilecek bir tarafı yok.