Advertisement

Küresel sermayenin ev sahipliği yaptığı ülkelerde sessiz sedasız bir dizi önlem uygulamaya konuyor.
Önlemlerin hemen hepsi 2008 model bir krizin bir daha yaşanma olasılığını düşürmeye yönelik. Önlemlerin merkezinde bankacılık sektörü var. Amerika'da yasalaşan "Dodd-Frank" yaklaşımı bankaların daha fazla sermayeyle çalışmalarını ve halkın parasıyla bankaların aşırı risk almasını engelleyen bir yapıda. "Volcker Rule" denilen yaklaşım da bankaların borçlanılan para ile fazla risk almamasını öngörüyor. Yasaya dayanarak Amerikan Merkez Bankası'nın uygulamaya koyduğu kurallar, uluslararası alanda uzlaşılan kurallardan (Basel III) daha sıkı gibi görünüyor. Avrupa Merkez Bankası da bir dizi önlemleri uygulamaya koymak üzere. Tabiatı icabı Avrupa'da işler yavaş yürüyor, ama yürüyor. Gelecek yıl Avrupa'nın büyük bankalarına stres test yapılıp çok zor şartlarda dahi bankaların yeterli sermayeye sahip olup olmadığı tespit edilecek. Büyük bir olasılıkla birçok Avrupa bankası küçümsenmeyecek meblağlarda ek sermaye ihtiyacı içinde olacak. Avrupa'da artık bankaların zor duruma düşmesi halinde de fatura, devlet yerine, bankaya borç verenlerin üzerine
atılmaya çalışılıyor. Alman Merkez Bankası öncülüğünde, bankaların devlet tahvillerine aşırı derecede yatırım yapmasının da önüne geçilmeye çalışılıyor.
Bütün bunlar küresel ekonomi için ne demek oluyor?

HERKES ZORLANACAK
Küresel sermayenin hareketi açısından Amerika'da bankaların rolü göreli olarak az. Avrupa'da oldukça fazla. Bankaların küresel sermayenin hareketindeki rolü ise hiçbir yerde küçümsenemez. Dolayısıyla, Batı ülkelerinde bankacılık sektörünün daha az riskle çalışması küresel sermayenin hareketini kısıtlayan bir etken olur.
2002-2008 döneminde küresel sermaye hareketlerinde yaşanan bayram havası küresel finansal sistemin küçülmesi yoluyla 2009 yılıyla beraber zaten dağılmıştı. Uygulamaya konan ve koyulacak yeni kurallar şimdi işleri daha da sıkıştırabilecek nitelikte. 20022008 döneminde yaşanan yüksek ekonomik büyümenin arkasında "vur patlasın, çal oynasın" anlayışının yarattığı finansal büyümenin rolü küçümsenemez. Yeni kurallarla şimdi içkiler masadan bir daha geri konmamak üzere kaldırılıyor. Dolayısıyla, küresel büyümenin bundan sonra da düşme eğiliminde olması şaşırtıcı olmayacak. Asya ekonomileri belki herkesten daha yüksek büyüyecek, ama eski hızında değil. Bizim gibi dış kaynak
ihtiyacı içinde olan ülkeler için de ekonomik büyüme eskisi gibi olmayacak. Bizim gibi ülkelerin
paralarındaki değer dalgalanmaları büyüyüp sıklaşabilecek.
Yeni kuralları koyanlar da olumsuz etkilenebilecek. Onlar da ekonomik büyümede zorlanacaklar. Özellikle Avrupa'daki "borç sorunu" içindeki ülkeler, yeni kurallar içinde zorlanıp krizden çıkışları için daha fazla zaman ve desteğe ihtiyaç duyabilecekler.

NEREYE GİDERİZ?
Riskin artması, kazançları da, kayıpları da büyütür. Buna karşı riski azaltan her türlü girişim potansiyel kazançları da, kayıpları da düşürür. Riski azaltıp potansiyel kazançları yükseltmek olanaksızdır. iktisatçılar buna "Bedava yemek olmaz" (there is no free lunch) derler. Uygulamaya konan finansal sistemde riskleri azaltmayı amaçlayan önlemler gerçekten riskleri azaltıcı nitelikteyse, yukarıda sıralanan sorunların yaşanması kaçınılmaz. Önlemler riskleri azaltmıyorsa, o takdirde, 2008 yılı öncesine dönme olasılığı da artar. Görünen o ki, küresel sermayeye ev sahipliği yapan ülkeler, 2008 krizini yaşadıktan sonra, en azından şimdilik kazançları da, kayıpları da sınırlamakta kararlılar. Kazançlar gerçekten sınırlandıktan sonra ne olacağını göreceğiz. Daha önce küresel düzeyde finansal sistemin serbestleşmesine neden gidilmişti ki?