Advertisement

Bir cümleyle özetlemek gerekirse, Amerika işsizlikten, Avrupa (özellikle Almanya) enflasyondan korkar. Amerika’nın işsizlikten korkması Uzun Resesyon ve Büyük Buhran’da yaşananlardan alınan derslerdir. Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın enflasyondan korkması, Birinci Dünya Savaşı sonrası birçok Avrupa ülkesinde yaşanan hiper enflasyon deneyiminden kaynaklanır. Bu ayrımda İngiltere’yi, Avrupa’ya değil de Amerika tarafına koymak daha doğru olur.

Korkuların getirdiği davranış farkları 2008 yılında derinleşen Büyük Resesyon deneyiminde çok açık bir biçimde görüldü. Amerika ve İngiltere, “Vergi verenlerin parası, finansal şirketlerin kurtarılmalarında kullanılıyor” eleştirilerine aldırmadan finans kesiminin yeniden çalışmasına olanak verecek önlemleri devreye soktular. Merkez Bankası parasını artırmaktan çekinmediler. Parasal aktarım mekanizmasının yeniden çalışmasını göreli olarak çabuk sağladılar.

Avrupa çok daha yavaş kaldı. Yavaş kalmasının birden fazla nedeni vardı. Avrupa Merkez Bankası (ECB), federal bir devletin merkez bankası değil. Birbirlerinden bağımsız ülkelerin bir ortaklığı. Dolayısıyla, ülkelerin bireysel çıkarları karar aşamasında ortaklığın ortak çıkarlarının önünde olabiliyor. Avrupa Büyük Resesyon’la uğraşmak durumundayken, bazı ülkelerde ortaya çıkan borç krizi ile de uğraşmak zorunda kaldı. Bir ara Euro’nun geleceği tartışılırken, beklentileri daha da bozmamak için pisliklerin halının altında gizlenmesi tercih edildi. Bütün bunlar yapılırken, Avrupa açısından enflasyon yaratmamak, Euro’nun değeri konusunda kaygı yaratmamak ve Euro’yu yaşatmak her halde birinci öncelikti. Bu öncelik ECB’nin daha yavaş davranması sonucunu doğurdu.

AVRUPA YAVAŞ KALDI

İki farklı kaygıyla iki farklı yapıdaki merkez bankalarının Büyük Resesyon denilen krize nasıl tepki verdiği şu rakamlardan daha iyi anlaşılır: 2008 yılının eylül ayı ile 2009 yılının eylül ayı arasındaki bir yıllık sürede FED bilançosunu 2.4 kat artırırken, ECB bu dönemde bilançosunu ancak yüzde 18 artırabildi.

Bugün İngiltere ve Amerika parasal sıkılaştırmadan söz ederken, Avrupa parasal genişlemeyi konuşuyor. Avrupa, parasal aktarım mekanizmasını onarmaya yönelik bankalara uygulanacak ilk ciddi stres testinin sonuçlarını ekim ayı içinde alacak. Amerika ve İngiltere, bankaların gözetim ve denetimine yönelik yeni düzenlemeleri Büyük Resesyon döneminin başında başlatıp 2-3 yıl evvel yürürlüğe koymuşken, Avrupa, bankacılığın denetim ve gözetimini tek elde toplayıp ECB’yi görevlendirmeye daha yeni karar verebildi.

TERS TARAFTA KALIYORLAR

Önümüzdeki dönemde küresel düzeyde birbirine zıt para politikalarının uygulanacağını göreceğiz. Amerika ve İngiltere parayı kısarken, Avrupa artırmaya çalışacak. Amerika ve İngiltere’de faizler artış eğilimine girerken, Avrupa’da düşük kalmaya devam edecek. Gelişmeler elbette çok kısa sürede olmayacak. Ama beklentiler yoluyla özellikle Amerika ve İngiltere’den gelecek haberler piyasaları da ekonomik dengeleri de etkileyebilecek düzeyde olabilecek.

Avrupa’nın gerekli önlemleri almakta göreli olarak geç kalmasının bir maliyeti olabilir. Para politikası yelpazesinin ters tarafında kalması, Avrupa’nın büyük ülkelerinin büyüme eğilimlerini fazla değiştirmeyebilir. Ama geçmişte borç krizinde olup da son dönemde iyileşme işaretleri veren Avrupa’nın sorunlu ülkeleri dolar faizinin artma eğilimi içinde olmasından olumsuz etkilenebilir. Böyle bir gelişme ECB’nin işini daha da zorlaştırabilir. Geç kalmanın maliyeti beklenenden de büyük olabilir. Ercan KUMCU ekumcu@htgazete.com.tr