Türkiye ekonomisinin uzun yıllar ihmal edilen, hatta popülist politikalarla daha da ağırlaşan yapısal sorunları artık ekonomik büyümeyi ve makro dengeleri tehdit eder hale geldi. Bu sorunların üzerine gidilip çözüm üretilemezse, Türkiye uzun yıllar yüzde 2-4 yıllık büyüme oranı arasında sıkışıp kalacak. Bazı yıllar belki küçülecek, bazı yıllar belki yüzde 5’in üzerinde büyüyecek, ama önümüzdeki dönemde şimdiye kadar yıllık ortalama yüzde 5 olan tarihsel büyüme oranının çok altında kalacağız. İşgücüne katılım özellikle kadın nüfusta artıyor. Bilgiye ulaşım ucuzladıkça, teknolojik kolaylıklar yayıldıkça, işgücüne katılımın artış hızının artması şaşırtıcı olmayacak. Böyle bir ortamda ekonominin istihdam yaratması, nüfus artışından daha hızlı istihdam yaratması artık çok daha önemli. Geçmiş verileri kullanırsak, işsizliği artırmayan reel ekonomik büyümenin yıllık yüzde 6’dan daha düşük olmadığını hesaplıyoruz. İşverenin istihdamdan tasarruf eğiliminin arttığını ve işgücüne katılımın hızlandığını hesaba katarsak, ek işsizlik yaratmayan büyüme oranının önümüzdeki dönemde daha da artacağını beklemek abartılı olmaz.

REKABET GÜCÜ

İstihdamda eğilimler olumsuz yönde gelişiyor. Bu eğilimlerle mücadele etmenin tek yolu işgücü piyasasını çok daha esnek hale getirmek. Rekabet endekslerinde işgücü piyasasının esnekliği endeksinde 140 ülke arasında 130’uncu sıradayız. Yani, dünyada işgücü piyasası bizden daha az esnek olan 5-10 ülke var. Bu yapı ile küresel düzeyde rekabet edebilmemiz mümkün değil. Küresel düzeyde rekabet edebilmek için işgücü piyasasının esnek olmayışının yarattığı çarpıklıkları döviz kurları yoluyla düzeltmeye çalışmak ise çok daha farklı yapısal çarpıklıklar yaratıyor.

Bugüne kadar çalışanları koruyan, işsizleri dışlayan bir anlayışla işgücü piyasasını düzenledik. Böyle bir anlayış zaman içinde istihdamı çok pahalı hale getirdi. İstihdam üzerindeki ücret dışı maliyetler ücrete eşit hale geldi. İşten çıkarma maliyeti yükseltildi. Sonuçta, işverenler istihdamdan tasarruf etmeye zorlandı. Sistemi o hale getirdik ki, çalışanı korumak, işsizi dışlamak anlamına geldi. Bu yapı değişmek zorunda. Yapıyı değiştiremediğimiz takdirde, genel nüfus artışının üzerinde artan işgücündeki nüfus giderek daha fazla işsiz yaratacak, hiçbir makul ekonomik büyüme performansı bu eğilimi önleyemeyecek.

ESNEKLİK VE VERİMLİLİK

2013 yılı verilerine göre, Türkiye ekonomisinde yaratılan katma değerin yüzde 7.4’ü tarımdan, yüzde 19.1’i sanayiinden ve yüzde 73.5’i hizmetler sektörlerinden (inşaat dahil) gelmekte. Aynı dönemde toplam istihdamın yüzde 21.2’si tarımda, yüzde 20.7’si sanayide, yüzde 58.1’i hizmetler sektörlerinde olmakta. Tarım ve sanayi sektörleri, yarattıkları katma değere göre, istihdama daha fazla katkı yapıyor. Bu çerçevede, kırsal alanlardan göç ve sanayi üretimi performansı istihdam açısından önem kazanan konular oluyor.

Türkiye istihdam sorununu çözerken, üretimde faktör verimliliğini de artırmak zorunda. İşgücünün verimliliğinin artması aynı işgücü girdisiyle daha fazla üretim anlamına geldiğine göre, verimlilik artışı tek başına istihdamı olumsuz etkileyebilecek bir olgu. Verimlilik artışlarıyla beraber istihdamı artırmaya çalışırken, işgücü piyasasının esnekliği daha da önem kazanıyor.

Amerikan ekonomisinin son elli yıllık büyümesinin neredeyse yarısı faktör verimliliğinin artışına bağlanıyor. Faktör verimliliğinin artışının arkasında yaratıcılık ve yenilikçiliğin tetiklediği teknolojik gelişme var. Verimlilik artışı yalnızca fiziksel yatırımla olmuyor. İnsana yatırım yapmak zorundayız.

Advertisement